Aslanlar yatarken avuçlarımızda
Uyanış sancıları çekeriz biz
Dağları yükseklik korkusu sarar
Gökyüzünde dolaşır yüreklerimiz
Kurşunlar saklanır oluklarında
Namlulara bakar gözbebeğimiz
En korkunç olan korkmaya başlar
Ortalıkta gezinir hayaletimiz
Lambalar nursuz ışıksız kalsa
Güneşi aydınlatır gölgelerimiz
Vatanım gözyaşıyla viran olmuşsa eğer
Acının coğrafyasında bizler doğmuşuz meğer…

*****

Açlığın membaına attılar ölümlerimizi
Canlı yayındaydı ölüm Felluce’de
Felluce’de ölüm bekliyor bizi
Yemek değil,
Yemeğin resminin paylaşıldığı bir çağda,
Kıyıya vuran mazlumdan daha çok severler
Kıyı balıklarını,
Mekkeli müşrikler, Mekke’siz Müslümanlar…
Fırat’ın kenarında koyun kalmadı ya Ömer!
Anneler, çocukları ile nehre daldılar
Zilletin illeti kuşattı hepimizi
Neden hep Bağdat,
Ya Ömer neden?
Ali’yi sevmez, seni de sevmeyen…

*****

Sen hiç yüzüstü uyumazdın Aylan
Güneşe sırtını dönmezdin
Uyanıkken yumruklarını
Uykudayken dişlerini sıkardın
Cennetin mültecisi değil,
Sahibiyim derdin.
Fotoğraf makinelerini
Makineli tüfek zanneden
Elleri havadaki çocukların,
Umuduydun.
Yaşlarından daha büyük
Yaş dökenlerin
Kardeşiydin.
Uğruna can vermeye
Hazır olan canların
Cananıydın…
Ya suda boğulursun
Ya da Suriye’de ölürsün!
Dediler,
Medine’siz medeniler…
Çok şey öğretir derler Aylan
Yalnızlık insana,
Sen gitme!
Cahil kalalım
Biz bu vatana…

*****

Nasılsa otopside çıkmıyor acı
Ey Umran!
Ne çok timsah var
Ne kadar az gözyaşı
Hayal ettiklerimizle
Alay edip,
Halay çekenler var
Mutluluktan müebbet yesen
Yarına af çıkar…
Yüzünde toz ve kan!
Utan ey dünya utan!
Ve uyan ey Müslüman!
Uyan!…
Hangi enkazdan çıkardılar,
Hangi ambulansa bindirdiler seni,
Hastane enkazından çıkarılan bebeği,
Hangi hastaneye götürürler ki?
Ölümü bile tükettiler,
Ölümü bile kirlettiler!
Halep’in çocukları,
Bayramda kırmızı giyer
Ey Halepli çocuk!
Kaç kez öldürdüler seni,
Kaç kez çıktın enkazdan?
Göçtü insanlık bedeni,
Göçtü bu kör dünyadan
Bir çift göz yetmiyor ağlamak için,
Dilsizdim, sağırdım, kördüm!
Harflerin ağlaştığını,
Senin adında gördüm!

*****

En uzun cümledir sükut
Mostar kadar uzun
Belki de Bosna kadar
Mavi kelebeklerin ömrü gibidir
Pastörizedir acılar
Mezarların mutlu ettiği,
Dirilerin ölülerden
Daha çabuk çürüdüğü
Srebrenitsa
Sekiz bin üç yüz yetmiş iki
Orada sabah olmuyor
Bu yük,
Büyük!
Gözlerin közlerden
Küllerini silmesidir
Ve orda ölmeye razı olmaktır yaşamak…
Adamın duruşunu ölçüyorlar,
Ellerinde cetvelle…
Hangi cetvel ölçer seni ey Aliya?
Endülüs’ün esir taşları haykırır
La Galibe İllallah!

*****

Öyle bir çocukluktan geçtik ki hepimiz
Varlığını armağan etmeye
Sekiz yıl ant içmiş,
Ama nice bedel ödemiş
Bir çocukluktan geçtik…
Göğsümüzdeki taş büyüktü
Ama Bilal’in göğsündeki iman
Ondan daha büyüktü
Yolcusuna saldırdılar
Yolculuğunu bozamayanlar
Hakikatin…
Hüznün huzura dönüşüdür namaz
Kibir kabirde biter
Kuşlar filleri devirir
Bilemediler…
Ellerinden geleni de
Ayaklarından gideni de
Yapmadılar

*****

Onlar Musa’nın suç ortakları
Onlar din adamı değil
Dinin adamı
Ve onlar kırdılar
Başparmaklarını
Avuç içine doğru…
Onlar
Günde en az altı kere
Namaz kılanlardan oldular
Halep harab
Hawar Ya Rab!
Dediler…
Biliyorum Arakan’da
Çocuklar unuttular oynamayı
Ve biliyorum Afrika’da
Çocuklar doktordan korkmaz
Tabutlar küçülür Gazze’de,
Zulüm büyüdükçe!
Ve bir parça
Yazıklar olsun!…
Yazıklar olsun!
Herkese…

Ferit YAVUZ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?