İlke ve prensiplerin yerini kişisel çıkar ve ihtirasların aldığı, aile kurumunun çözüldüğü, şehvetlerin alevlendiği, sapkınlıkların yaygın hale geldiği bir asırda yaşıyoruz. İslam medeniyetinin temel unsurlarına aykırı olan bu gidişat, toplum içerisinde akidesi sağlam, yaşantısındaki örnekliği ile insanlar üzerinde güçlü bir etkiye sahip bireylerin eksikliğini daha fazla hissettiriyor. Kur’an ayetlerini okuyan, üzerinde düşünen kimse Rabbinin kudretini takdir eder ve bu saygı hali kendisini Allah’a daha da yakınlaştırır. Ayetler üzerinde tefekkür edip kendini sorgulayan bir mümin, Allah’a saygı dolu bir duyguyla içi titreyerek bağlanır, O’nun sınırlarını korur. Allah’a karşı takvayı hisseden kimse, nefsindeki kötülükleri temizler, sabırlı, kararlı, cesur, güzel ahlaklı olur ve gerçek anlamda samimi olarak iman edenlerden olur. Söz konusu özelliklere sahip nitelikli Müslüman bireylerin toplum içerisindeki varlığı başlı başına bir davet faaliyetidir. Çünkü tecrübe ile sabittir ki, Müslüman bir ferdin inancından kaynaklı vakarlı duruşu, edebi, yaratıcısı ile arasındaki güçlü iletişiminin yüzüne yansıyan ışıltısı ağzından tek kelime dökülmese dahi, muhatabının kalbini fethetmek için yeterli olabiliyor.
Allah ile iletişimi güçlü olan mü’min yaşamı içinde karşılaşacağı problemlere karşı dirençlidir. Çünkü o gücünü “el-Kadir” olandan alır. Davranışlarında zarafet ve incelik esintisi vardır. Çünkü “el-Hâkim” olanın bilgeliği onun hayatına ayna olmuştur. Velhasıl Allah’ın esması onunla bağını güçlü tutmaya çalışan kimseye karşılaştığı bütün düğümleri çözmede yardımcı olur.
“İbrahim, gerçekten Hakk’a yönelen, Allah’ın iradesine yürekten bağlanıp boyun eğen bir önder idi; Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükreden bir zat idi. Çünkü Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (Nahl, 120-121)
Kalbi Allah’a bağlı kimse geçici dünya hayatına sıkı sıkı bağlanamaz. Allah bir kalpte iki sevgiye yer vermediği için dünyaya sıkı bağlanması zordur. Yaşamının sonunda bir belirsizlik ve yok oluş korkusunu taşımadığı için bu âlemden bir başka âleme intikal edeceğini bilir. Orada karşılaşacağı güzelliklerin artması için dünya hayatında geçirdiği günlerini daha fazla güzelliklerle dolu dolu geçirmeye ve anlamlı kılmaya çalışır. Bu sebeple ümitvardır. Endişesi, tanınan fırsatı daha iyi değerlendirememenin verdiği kaygıdır. İki hal arasında yakalamış olduğu denge ile anı değerlendirme ve geleceği planlama konusunda farkındalık bilinci ile hareket eder.
İnsanoğluna belirli bir süre için verilen yaşam öyküsünde, her şeyin daha iyisi ve üstün olanına sahip olmak için çabalar durur. Çünkü elde etmek istediği şey, gözünde en kıymetli değerdir. Sahibi olmak için çaba sarf edip didindiği, önceden ‘en değerli’ gördüğü şey sıradanlaşmaya ve başka bir hedef ise, daha değerli bir hal almaya başlar. Hayallerini evliliğin süslediği birinin, amacına ulaştıktan sonra hayatında çok olağanüstü bir değişimin olmadığını fark etmesi veya zenginliğin, hedeflediği kariyerin zirvesine ulaşan birinin dahi elde etmek için duyduğu heyecanı sürekli koruyamaması tabii bir duygudur. Çünkü hayatın dengesi bu kanun üzere kuruludur ; “Hayattaki her şey eksilmeye ve yok olmaya mahkûmdur, Allah’ı (cc) tanımak, onu sevmek, onun için yaşamak ve ölmek duygusu hariç…”
“… Ve biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) ayetinde yüce Rabbimiz insana yakın olduğunu belirtmektedir. İnsanlarla olan ilişkisini sevgi ve yakınlık temeline oturtarak, onlara dostlarım diye hitap etmiş, İnsanların da kendisi ile olan ilişkisinin sevgi ve güvene dayanmasını, onların da Allah’ı dost olarak görmelerini istemiştir. Yüce Allah’a yakın olmanın sonucunda ise insanlar, tüm hayatları boyunca aradıkları huzuru ve güveni kazanırlar ve insanın fıtratına uygun olan da budur. İşte bu sırrı kavramış olan müminler, sadece Allah’a güvenir, O’nu dost ve veli edinir ve kendilerini O’na yaklaştıracak vesileler ararlar. Yaratıcıyı tanıyıp sevgisini kalbinde hissetmeyen kimse için, bütün genişliğine rağmen dünya hayatı dardır. Fakat kendisine karşı sorumluluk bilinci ile hareket edenler için hazırlanmış olan ve genişliği yerler ve gökler kadar engin olan cennete talip olanlar için bütün darlıklar aşılması gereken bir basamaktır o kadar…
Bu bilinci sayesinde kanaatkârdır. Dünyada elinden eksilenlere karşı kalbinde artan Allah’a bağlılık duygusu onu diri tutar. Kıldığı namazlar kendini müstakim kılar. Allah ile kurduğu özel iletişim kanalları sayesinde ahdini yeniler, yeniden doğuş tazeliği ile insan doğa ve tüm varlıklar ile münasebetlerini düzenler. Buradaki ince nokta, Allah ile buluşma anındaki inceliği ve teması yakalayabilmektir. Bu lezzet çok az zamanlarda belki de çok az kişinin yakalayabildiği bir ‘an’dır. Rutin haline gelen bir namaz veya âdete dönüşmüş bir ibadet ile bu anı yakalamak çok zordur. Emzikli bir bebeğin annesinin göğsünden emmesi anında duyduğu lezzet ve odaklanma hali gibi bir durumdur.
Kişi, hayatın içindeki kulluğunu koruyabilmek için, Rabbi ile kuracağı özel anları bilinçli ve değerli kılmalıdır. Bu sayede bozulmaya ve çözülmeye karşı dirençli kalır. Cömertliğine ve merhametine sığındığı yaratıcısı onu kuşatır, güç verir, muhafaza eder.
“Onlar (müminler): Allah bize yeter! o, ne mükemmel bir koruyucu ve ne güzel dosttur, derler.” (Âli İmran, 173)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?