Avrupa Birliği erasmus (öğrenci değişimi) projesi kapsamında İlim yayma cemiyeti adına Danimarka’da bir programa katıldık. Bu programda Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği üyesi 6 ülkeden 9’ar öğrencinin bulunduğu 56 kişi katılmıştı. Programa katılan ülkeler; Türkiye, İtalya, Danimarka, Romanya, Slovenya, Litvanya ve Hırvatistan’dan gelen gruplardı. Programın asıl amacı; bu ülkelerdeki öğrencilerin, yurt dışı ülkelerini tercih edecekler ise önceden gidecekleri ülkeyi tanıması ve hakkında bilgi sahibi olması idi. Dolayısı ile her gelen grup kendi ülkesinin tanıtımını yapıyor, kültürünü yansıtmaya çalışıyor, toplumunun temel sosyal ve siyasal tahlilini yapıyor, eğitimlerinin tarzlarını ve ülkelerinin yaşantısını ortaya koymaya çalışıyorlardı. Tarihi mekânlarından sosyal yaşantılarına, yiyip-içmelerinden düğünlerine kadar her türlü yönlerini yansıtmaya çalışıyorlardı. En önemlisi ise bu program vesilesi ile bazı Avrupa ülkeleri ve gençleri hakkında malumat sahibi oluyorduk. Mesela projenin uygulandığı ülke Danimarka 5 buçuk milyon nüfusa sahip bir ülke idi. Başkenti Kopenhag ile birlikte Nykobing ve Nysted olmak üzere 3 şehrini gezdik. Danimarka tarih sahnesine miladi 900’lü yıllarda İskandinav ülkelerinin kuruluşu ile çıkmış, kökenleri Viking ve Sakson ırkına dayanan bir devletti. Bu ırk tarihte vahşiliği, barbarlığı ve yaptığı katliamları ile bilinmekle beraber aynı zamanda tarihte Norveç ve İsveç gibi ülkelerin kurulmasına öncülük edip oralara da hâkim olmuştu. Kısa zamanla güçlenen bu devlet 1000’li yılların başında 30-40 yıl boyunca İngilizleri bile işgal altına almıştı. Bugünlerde ise; İskandinav ülkesi ve Avrupa ülkesi konumunda olan Danimarka, hem Schengen bölgesine üye (Avrupa iç sınırların kaldırıldığı ülkeler), hem de Avrupa Birliği’ne üye ülkelerdendir. Dünyanın en zengin olan devleti konumundadır. Bütün bu zenginliğe rağmen hayat şartları çok pahalı ve aynı zamanda dünyada vatandaşlarından en fazla vergiyi alan bir ülkedir. Onlar için hayat hep bir düzen, disiplin ve kural dâhilinde akıp gitmektedir. Otobüs ve tren saatleri birkaç saniye bile şaşmayacak şekilde ayarlanmış. Fenni eğitim, teknoloji ve iş hayatlarındaki standartları iyi isabet etmişler. Fakat ne herhangi bir inanç ve düşünce sahibiler ne de bu dünyada herhangi bir dert sahibiler. Ahlaki çöküntüleri de had safa da. Tabii ki her taraflarını saran bu ahlaki çöküntünün dibine vurduğu yer ise Avrupa’nın gençliği olmuştur. Gençleri sudan fazla içki tüketen, hayattaki her şeyi özgür yaşam adı altında mubah gören bir vaziyette yaşmaktadır. Herhangi bir dertleri yok, hep yapay gündemlerle kendilerini oyalayıp duruyorlar. Şehirlerin temizliğine ne kadar önem vermişler ise de insanların bedenen ve manen temizliği ile uzaktan-yakından alakaları bulunmamaktadır. Çünkü gündelik hayatta neredeyse suyu içmek için kullanmadıkları gibi bedeni temizliklerinde bile kullanmamaktadırlar. Yine onlar için bu hayatta önemli olan diğer iki şey ise karşı cins ile arkadaşlık kurmak ve herhangi bir müzik ile gece-gündüz dans etmektir. Dans adeta onların hayatlarındaki her şeyin kuşatmış durumundadır. Neredeyse telefon müziği ile bile dans ediyorlar.
Avrupa gençliği, fikri alt yapısını; her şeyi özgür (free) yaşa! mantığında oluşturmaya, kendi içerisinde aradığı manayı; müzikte bulmaya, bütün hareketliliğin enerjiye dönüşümünü; dans ile elde etmeye, duygularını hayatına yansıtmayı ise; karşı cins ile arkadaşlık yapmaya programlamış bir yaşam sürmektedir. Dünyaya istediği şekli vermeye çalışanlar, insanlığı kontrol altında tutarak istediği şekilde yönetmek isteyenler onları bu noktada marjinal, boş insanlar olarak yetiştirmeyi çok iyi başarmış durumdalar. Bu yüzden zaten az sayıda nüfusa sahip olan Avrupa nüfusunun geleceği olan gençliği yok olma ile karşı karşıya kalmış, çökmüş ve tükenmiş durumdadır.
Gerçi Avrupa, tarihi boyunca hiçbir zaman ahlaki bir örneklik sergileyememiştir. Saraylarında, evlerinde ve hatta iş yerlerinde 19. Yüzyıla kadar banyo ve tuvalet bulunmaz lazımlıklarla dolaşan bir milletti. Hatta lazımlıklardaki pisliklerini de pencerelerinden caddelere sokaklara dökerlerdi. Bu yüzden hem cadde ve sokaklarında hem de beden temizliklerinde su kullanmadıkları için her tarafları pis kokarlardı. Hatta tarihlerinde şemsiyenin, pencerelerinden dökülen pisliklerin üzerlerine gelmemesi için ortaya çıktığı, üzerlerindeki pis kokuları gidermek için de parfümlerin icat edildiği anlatılmaktadır.
Öyleyse Avrupa gençliğinin bu kadar yok olma ile karşı karşıya olmasına rağmen nasıl oluyor da halen Müslümanlardan birçok yönü ile daha güçlü ve ileri bir konumda olabiliyor sorusu akla gelebilir. Tabi bunun birçok farklı cevapları var. Tabir yerinde ise; en önemlisi yüz yıldan beridir Müslümanların dünya hâkimiyetini kaybettikten sonra Avrupa’nın rüzgârı arkasına almış olmasıdır. Çünkü yüzyıldır İslam âlemi mağlubiyetin her türlü acısını bütün damarlarında hissetmek zorunda kalmıştır. Tarihimizde peygamber efendimizden bu yana İslam medeniyetinin Avrupa’ya ulaşmasında; sekiz yüz yıllık Endülüs Emevi Devleti’nin ve ondan sonra altı yüzyıl Osmanlı Devleti’nin rolünün olduğu apaçık bir gerçektir.
Bundan yaklaşık bin yıl önce İskandinav kralı 2.George ile sekiz yüz yıl hüküm sürmüş Endülüs Emevi Devletinin Halifesi 3.Hişam arasında günümüze ve geleceğe ışık tutacak, Müslümanların ilerilik seviyesini yansıtan şu mektup tarihi bir gerçeklik olarak kitaplarımızda yer almaktadır. Öyle ki, bizler de 1400 yıldır var olan medeniyete Avrupalılar hala ulaşamadığı gibi hazine değerinde dünyaya miras olarak bırakılan eserlerin birçoğunu tahrip etmiş ve yok etmiştir.
“İngiltere, Galler, İsveç ve Norveç Kralı II. George’dan· Endülüs’teki Müslümanların Halifesi, azamet sahibi, makamı yüce 3.Hişam:
Ta’zim ve tebcilden sonra, ma’mur beldenizdeki ilim ve sanaat enstitülerinizin feyziyle meydana gelen büyük terakkiyi işittik. Dört cihetten cehaletin hüküm sürdüğü memleketimizde, ilim nurlarının yayılması, eserinize tabii olmakta iyi bir başlangıç olması için, şu faziletlerden bir parça çocuklarımızın da faydalanmasını istiyoruz. Kardeşimizin kızı Prenses Duban’ı, İngiliz eşrafından teşekkül eden bir heyetin başına koydum. (18 kişi) Kendilerine ihtimam gösterilmesini, arkadaşlarıyla birlikte büyük yardımlarınızla himayenizde öğrenimlerinde ilerlemeleri hususundaki lütuflarınızı bekleriz. Küçük prensesle birlikte; yüce makamınıza mütevazı bir hediye de sunuyorum. Samimi sevgi ve tazimlerimle bu ikram edilen hediyeyi kabul buyurmanızı rica ederim.
İtaatkâr hizmetkârınız 2.George
Halife 3.Hişam, Kral 2.George’un bu mektubuna, Müslümanların müsamaha ve lütuflarını temsil eden şu ince belagatle cevabı vermiştir:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun, salat ve selam Resullerin Efendisi olan Nebisi üzerine olsun. İngiltere, İskoçya ve İskandinavya Kralına. Giriştiğiniz teşebbüse muttali oldum ve devlet erkânıyla yaptığım istişareden sonra teklifinizi kabul ettim. Krallığınıza karşı muhabbetimizi tekit için de göndereceğiniz heyetin geçimini, Müslümanların beytü’l malinden karşılayacağız. Hediyenize gelince, onu memnuniyetle kabul ettim. Bilmukabele size Endülüs’ün kıymetli halılarından gönderiyorum. Bunlar evlatlarımızın emekleridir. Zat-ı alinize hediyedir. Bu hediyede muhabbet ve ittifakımızın delillerini gösteren yeterli maksat mevcuttur. Selam.
Endülüs Diyarından Allah Resul’ünün Halifesi 3.Hişam”
Bu tarihi örnek kısaca bize göstermektedir ki, Avrupa’ya medeniyet, eğitim, ilim ve bilim Müslümanların eliyle gitmiştir. Fakat bugünkü durumda ise; yüzyıl önce Avrupalılar, Müslümanlara karşı savaşlarda galip geldiklerinden medeniyeti, keşif ve icatları bizden gasp ederek aldılar. Aynı zamanda bu yüzyılda bunun üzerine eklentiler yaparak, kendilerininmiş gibi bizlere yutturmaya çalıştılar. Bir yandan Müslümanların topraklarını işgal edip- birliklerini parçalarken, öbür yandan kendi ittifaklarını güçlendirdiler. Bir yandan Müslümanların topraklarını sömürürken, öbür yandan kendi ekonomilerini canlandırdılar. Bir yandan Müslümanların yer altı ve yer üstü zenginliklerini çalarken, öbür yandan ortak pazarlarını kurdular. Bir diğer yandan Müslümanların ilmi, tarihi ve kültürel birikimlerini silerken öbür yandan kendilerine uyduruk medeni tarihler oluşturmaya çalıştılar.
Ancak bugün gasp ettikleriyle, kendi bütün güç ve birlikleriyle, bunların üzerine ekledikleri teknik ve devasa silahları ile en fazla yüz yıl ayakta durabildiler. İnşallah bu yüzyılda en gür seda İslam’ın sedası olacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?