Koşar adımlarla evine doğru yol almış, ağır ağır ilerleyen tankın önüne geçmek için acele edi-yordu. Elinde sıkıca tuttuğu taş minik parmaklarını acıtmasına rağmen, gözünü tanktan ayırmıyordu. Küçük, yaralı yüreğinin acısı, gözlerini zorluyor; lakin akıtmıyordu gözyaş- larını kâfi re inat sanki. İşte tanka yetişmişti.

Elinde sıkıca tuttuğu taşı fırlatıp, “Allah’u Ekber!” diye haykırmıştı titrek sesiyle. Ve sanki küçücük bedenini evine siper edercesine kaya gibi durdu tankın önünde Filistinli çocuk. O daha on yaşındaydı. Ama her yaşıtları gibi değildi. bedeni küçük ama yüreği büyük bir çocuktu.

Tank, bir an durmuş; içindeki adam,gereksiz kelime çocuğun fırlattığı taşa, bir de “Allah’u Ekber!” deyişindeki heybete şaşırıp kalmıştı. Yanındaki arkadaşı, çocuğu öldürmek için onu kışkırtmaya başladı.

“Hadi ne duruyorsun, çiğneyip geçsene onu!” Ama çocuğa bakakalan adam tankı durdurmuş, süremiyordu bir türlü.

İçindeki ses de girdi devreye: “Bir çocuk mu seni etkileyecek? Hadi durma, öldür onu!” “Öldürmem” dedi donuk sesiyle…

Arkadaşı:“Ne dediğinin farkında mı- sın sen? Şu ana kadar onlarca çocuk öldürdük seninle. Bunu mu öldüremeyeceksin?”

Filistinli çocuk ise her an tekrar hareketlenip üstüne yürüyebilecek olan düşmanının karşısında bir set gibi durmuştu. İçinde neler olup bittiğini, tankın niçin durduğunu, daha önce onlarca çocuğu öldürdükleri gibi onu da neden öldürmediklerini düşünmeden haykırdı küçük yüre ğiyle…

“Allah’u Ekber! Ben Filistinli çocuk ey İsrail! Sesimi sana duyuramam mı zan- nettin? İşte karşındayım, hadi öldür beni! Sen, öldürdüm gereksiz kelime zannederken, Bir Filistinli çocuğa karşı, bin direnişçi doğuyor Ben Filistinli çocuk!

Küçücük yüreğime bir Filistin sevdası sığdırırken; sen, Ürkek yüreğine bir damla merha- met bile sığdıramadın.

Hadi! Öldür beni!

Öldür ki, bir Filistinli çocuğun ölümü, binlerce Müslüman’a direniş çağrısı olsun! Küçük bir çocuğun, büyük bir yürek dilinden dökülüyordu bu sözler. Onun bu sözlerini sonuna kadar dinlemişti iki arkadaş.

Çocuğun ölmesini isteyen arkadaşı, diğerine: “Yeter bu kadar oyalandığımız! Bu da diğerleri gibi işte. Sabrımı taşırma, öldür onu hadi!”

Derin düşüncelerinden sıyrılıp kendine gelen diğeri, arkadaşına dönüp cevap verdi: “Bu çocuğu öldürmekten vazgeçelim. Nasıl olsa biz bıraksak da diğer arkadaşlarımız öldürür”

“Hayır!” diye kükredi arkadaşı. ”Kesinlikle bu çocuğu sağ bırakmamamız gerekiyor. Dediklerini duymadın mı? Tam bir direnişçi gibi konuşuyor. Bugün yarın büyürse başımıza bela olur diğerleri gibi. Sözünü bitirdiği gibi telsizden haber aldılar.

Birkaç mahalle ötede direnişçiler arkadaşlarına pusu kurmuş, onlardan yardım istiyorlardı. Haberi aldığı gibi arkadaşına döndü. “Hemen gitmemiz lazım. Bu çocuğu bir gün ben, kendi ellerim- le öldüreceğim. Hadi tankı sür, geri dönüyoruz”

Filistinli çocukla karşılaştığının üzerinden tam bir hafta geçmişti. O süre zarfında hiç kimseyi öl- dürmemiş, daha doğrusu öldürememişti. O çocukla karşılaştığından beri, suskun, düşünceli ve içine kapanık bir asker olmuştu. Nedense bu Filistinli çocuktan çok etkilenmiş, çocuğun buğulu gözleri, aklından gitmek bilmiyordu.

“Ben Filistinli çocuk! Küçücük yüreğime bir Filistin sevdası sığdırırken, sen ürkek yüreğine bir dam- la merhamet bile sığdıramadın!”… sözleri, günlerce kulaklarında çınladı durdu. Yüreğini dinledi ve şikâyet dolu vicdanının sesini…

Niçin şimdiye kadar onlarca, belki de yüzlerce Filistinli genç, yaşlı, çocuk, kadın demeden öldürmüştü? Davası neydi? Bilmiyordu. Kendisini bildi bileli eline silah tutuşturulmuş, çocukluğunda gözlerinin önünde yüzlerce Filistinliyi katletmişlerdi. Ona, öldürme eğitimi vermişlerdi sadece. O da beyninde yankılanan sesle yaşayıp durmuştu.

“Büyüyünce ben de öldüreceğim!” Büyümüştü… Ve o da büyükleri gibi öldürüyordu artık. İyi de, niçin öldürüyordu? İşte onu hiç düşünmemişti. Hep başkalarının “ÖL- DÜR“ emriyle sürüp gitmişti hayatı. Bir an kendi kendine kızdı.

“Benim kendi düşüncem yok mu? Bu kadar ölüm neden? Peki, bu kadar zulüm neden? Bir Filistinli çocuğun haykırışına ve kendi sorularına cevap veremeye- cek kadar aciz düşmüştü. “Merha- met” kelimesi yuvarlandı titrek sesin- den. Yoksa merhametsiz miydi? Her şey bir yana gereksiz kelime mer- hamet neydi?, onu bile unutmuştu.

Hayal meyal hatırlıyordu. Altı yedi yaşlarındayken dedesi onu kucağına alır sever, okşardı. Bir de anne- sinden öğrenmişti galiba. Babası onlarca genç Filistinliyi ellerinden bağlayıp gözünün önünde kurşuna dizerken, büyük bir korkuya kapılmış, o da annesinin kucağına koşarak, yüzünü gizlemişti. Annesi de ona şefkatli(!) kollarını açıp bağrına basmıştı. O an annesinin kucağı, ona her şeyden güvenli gelmişti. Annesinin şefkatinden merhameti öğrenmişti(!) Ya bu çocukların anneleri nere- deydi?

Onları koruyacak, şefkat gösterecek, bağrına basacak anneleri neredeydi! “Öldürdüm” diye mırıl- dandı bitkin sesiyle.

“ben öldürdüm onları. Onları şefkatin değil, korkunun kucağına ben attım! Şu ana kadar yüzlerce masumu öldürdüm. O Filistinli çocuğun ölümü arzuladığı kadar olamadım. Onlar ölümleriyle direnişçiler yaşatıyor, ben ise yaşamımla, hem vicdanımı hem de binlerce insan öldürüyorum. Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun!

Kendisiyle hesaplaşmak için geldiği ormanın derinliklerinde, hıçkırıkları duyuluyordu artık. Yıllardır susturduğu vicdanı bağırıp çağırıyordu şimdi gereksiz Doğduğu güne lanet etti. Niçin yaşadığını bile bilmeyip, körü körüne öldürmüş, öl- dürmüş ve öldürmüştü.

Bir an, içine büyük bir korku düştü. Şu ana kadar öldürdüğü bütün Filistinlilerin, karşısına geçip, kendi- sinden hesap sorduğunu düşündü. Gerçekten öyle olsaydı ne olurdu acaba hali? Ne yaparlardı gereksiz ona? Onu da onun yaptığı gibi öldürürler miydi?

Filistinli çocuğun sesi tekrar çınladı kulaklarında: ”Hadi! Öldür beni! Öldür ki, bir Filistinli ço- cuğun ölümü binlerce Müslüman’a direniş çağrısı olsun!”

Belindeki silahı alıp, şakağına dayadı. Gözlerinden süzülen yaşlar, acıyla gerilmiş yüzüne düşerken, vicdanı son olarak şu sözleri haykırdı gereksiz:

“Hadi! Bas tetiğe! Sen bas ki, bir İsraillinin intiharı, tüm İsraillilere uyanış çağrısı olsun!”

Ve ardından patlayan silah sesi, ormanın derinliklerinde, onun bastığı son tetiğinin sesiydi…

Feride KARADAŞ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?