İslam’ın temel esaslarını anlatmakla mükellef olduğumuz gibi haramlarla da mücadele etmemiz gerekir. Kendi insanımıza elbetteki namazı, zekatı, orucu ve sair ibadetleri anlatacağız. Bunu yanında haramları da anlatacağız ki insanımız ondan uzak dursun, kaçınsın, bunlarla kirlenmesin. Allah nasip eserse ilerleyen günlerde temennimiz odur ki tıpkı faize savaş açıldığı gibi içki, uyuşturucu, kumar ve fuhuş gibi haramın her türlüsüne savaş açılsın. Bunu bizler fert bazında yapabileceğimiz gibi belediyeleri ve valilikleri de işin içine katarak topyekün bir mücadeleye girmenim yollarını arama yoluna gireceğiz.
Faize neden savaş açtık? Dikkat çekici bir husustur ki İslam’ın muamelata dair ortaya koyduğu ilke ve esaslar, vahyin Medine döneminde yoğun bir şekilde işlenirken faiz meselesi Mekke döneminin dördüncü ya da beşinci yılında gündeme gelmiştir. Mekke’de indiğini bildiğimiz ayet şu şekildedir: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekât veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.”1
Böyle bir harama karşı daha Mekke döneminde karşı çıkılması dikkat çekicidir. Kime karşı olursa olsun iktisadi sömürüye karşı durulması İslam’ın önemsediği bir husustur. Mekke döneminde ayetler daha çok itikadi konuları işlerken bu dönemde faiz de gündeme gelmiş ve faiz gibi haram vasıta kılınarak yapılacak olan sömürü yasaklanmıştır.2
Cahiliye insanı dahi faize karşı temkinli durmuş, bunu kötü bir kazanç yolu olarak görmüştür. Resûlullah’’ın (s.a.s) dayısı olduğu söylenen Ebu Vehb (ya da Velid b. Muğire) Kâbe’nin inşası sırasında insanların helal kazançlarından elde ettiği mallardan yardım etmelerini, fuhuştan ve sair kötü yollardan elde ettikleriyle Kâbe’nin tamirinde destek olmamalarını söylemiştir. Cahiliyedeki insanlar böyle düşünürken acaba İslam’ın daha sonraki dönemde aldığı kararlar acaba ne şekilde olmuştur? Destek olmak bir tarafa İslam daha da ileri bir merhaleye giderek faiz bataklığına karşı savaş açmış, elde edilen bu tür bir geliri kökten ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Hiçbir şekilde ona yanaşmamaya dair emirler indirmiştir.
Resûlullah (s.a.s) Medine’ye hicret ettiğinde Yahudiler buradaki ticareti ellerinde bulunduruyorlardı. Resûlullah, onların kendi pazarlarını kurduğunu görünce Müslümanlara emir verip onların da kendi pazarlarını kurmasını söylemiştir. Bu zaruri bir durumdu. Müslümanlar kendi aralarında ticaret yapacaklar, böyle bir imkân oluşturacaklar, bu vesileyle Müslümanların iktisaden güçlenmelerini temin edeceklerdi.
Yahudiler o dönemde iktisadi gücü ellerinden bulundurduklarından Müslümanlarla alay etme yoluna dahi gitmişlerdir. Hicri ikinci senede Yahudi Finhas, Hz. Ebu Bekir ile tartışırken kendilerinin Allah’a muhtaç olmadıklarını, zengin olduklarını söylemiştir. Dikkat edilirse ona bunu söyleten şey iktisadi cihetten önde olmaları olmuştur.
İslam Medine’de devletleşince ayetler faiz meselesi üzerinde daha ciddi şekilde durmaya başladı. Diğer hususlarda olduğu gibi bu emir de tedrici olarak uygulanmaya başladı. Medine döneminin daha ilk yıllarında faiz haram kılındı. Hicretin üçüncü senesinde, “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” Ayeti nazil oldu.”3 Ayet böyle bir beladan kurtulmayı ahirette bir kurtuluş vesilesi olarak görüyordu. İki yıl sonra inecek olan ayet, Yahudilerin durumuna işaret ediyor, Müslümanların böylesine bir haramdan kaçınmaları gerektiğini söyleyip bir manada Yahudilerin uğradıkları kötü akibeti bir ders olarak hatırlatıyordu. “Yahudilerin yaptıkları zulümden, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, menetmelerinden dolayı kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık. Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”4
Medine döneminde Malikoğullarına mensup bir grup Müslüman Mısır Mukavkısı’nı ziyaretleri sırasında Mukavkıs’ın onlara sorduğu sorular olmuştu. Malikoğullarının verdiği cevaplar arasında içki yasağının yanı sıra faiz yasağını da zikretmesi bu yasağın o dönemde geniş bir şekilde işlediğini göstermiştir.
Yine Taif muhasarasından sonra yaşanan şu durum faiz yasağının gündeme geldiğini bu yasağın titizlikle işletildiğini göstermektedir: Sakif kabilesinden Amroğullarının Müslüman oldukları halde Muğireoğullarından faiz alacaklarını istemeleri üzerine mesele, Mekke valisine havale edilir, o da durumu Resûlullah (s.a.v)’e bildirir. Resûlullah bu duruma Bakara suresindeki ayetlerle cevap verir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”5 Bu ayette verilen emirden hareketle Resûlullah (s.a.v) onların faizden vaz geçmedikleri takdirde kendileriyle savaşılması gerektiğine işaret etmiştir.
Resûlullah (s.a.v) bu sosyal felaketin sadece Müslümanları kapsamadığını bazı icraatlarında göstermiştir. Mesela Necran Hristiyanlarıyla yaptığı bir antlaşma metnine faiz yasağını da yerleştirmiş, bu haramın onlara şamil kılınmasını istemiştir. Onların faizle iştigal etmeleri durumunda kendi zimmetinden çıkacağını belirtmiş, buna riayet etmelerini istemiştir. Görüldüğü üzere sadece Müslümanlar uyarılmamış, topluma zarar verecek haramların gayrimüslimlere de yasaklanmasını istemiştir.
Ramazan iklimini soluduğumuz şu günlerde Müslümanlar zekat ve sadaka cihetinde daha da gayret gösterecekler, mallarını infak ederek Rablerinin rızasını aramaya çalışacaklardır. Çünkü Allah (c.c.) faizle muamelenin malını hasarete uğratacağını, malın faiz vesilesiyle artmayacağını haber verirken bunun tam karşısında yer alan zekatın, sadakanın ve infakın malları artırıp bereketli kılacağını haber vermiştir. Bunu bilen bir Müslüman neden faizle savaşmasın ki?

Kaynakça
Rum 39.
Geniş bilgi için bakınız: Cengiz Kallek, İslam İktisad Düşüncesi Tarihi, Klasik yayınları.
Al-i İmran 130.
Nisa 160-161.
Bakara 278-279.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?