Sykes-Picot Anlaşması, I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916’da Kut’ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı Devleti’nin 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra, 16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır. Mavi alan Fransız sömürgesi; A alanı Fransız Mandası Kırmızı alan İngiliz sömürgesi; B alanı İngiliz Mandas

1916’da islam topraklarının taksimi anlamına gelen bu anlaşma, İngilizler ve Fransızların ittifak edip İslam alemini -Batılıların Ortadoğu dedikleri coğrafyayı- kendi aralarında bölüştürme amacıyla yapılmıştı. Bu taksim işini gerçekleştirme için sömürgeci güçler para-kadın-mevki-makam gibi vaatleri devreye sokarak işe giriştiler. Mesela 1890’larda dişi Lawrence diye bilinen ve özel yetiştirilmiş, anadilinin yanı sıra Almanca, Fransızca, İtalyanca, Farsça, Türkçe ve Arapça bilen bir İngiliz bayan görevli, Sykes-Picot anlaşması öncesinde 15 yıl ve sonrasında da 15 yıl olmak üzere bizim bu coğrafyamızda yaklaşık 30 yıl gezip dolaşıyor. Her akşam çalışma masasının başında haritalar çiziyor. Bölgedeki aşiret liderlerini dolaşıyor. Bu liderler Arap kabile şeyhleri başta olmak üzere dini liderler de olabiliyor. Bekar bir kadın Arap kabile şeyhlerinin çadırında onları ziyaret ettiği gibi kendi çadırına da onları davet ediyor, çaylar ve yemekler eşliğinde yapılan sohbetlerde bölgenin sosyal ve kültürel yapısından tutun da Arap kabile liderlerinin Osmanlı idaresi hakkında neler düşündüklerine kadar her şey konuşuluyor. Herkes kendi çadırına çekildikten sonra İngiliz bayan -bu arada adını da zikredelim Getrude Bell- konuşulanları yorum ve değerlendirmeler eşliğinde not ediyor, ertesi sabah Büyük Britanya Sömürge ve Dışişler Bakanlığına rapor ediyor. Bu söylediklerimiz dile
kolay geliyor ama yapılanların otuz yıllık bir sabır ve azimle ortaya konulduğunu söylersek herhalde işin ne derece ciddi tutulduğunu anlamış oluruz. Getrude Hanım şık elbiseleriyle ve yanında iki üç tane yerli bedevi vatandaştan oluşan yol rehberi ve hizmetkarlarıyla ve ayrıca eşyasını taşıyan üç dört devesiyle bu bölgeyi yani Mardin’i, Diyarbakır’ı, Gaziantep’i Karkamış’ı, Şam ve Basra’yı, Arabistan çöllerini, Mısır ve Filistin topraklarını karış karış, adım adım, yılmadan ve vazgeçmeden ve de pes etmeden, hastalıklara –kolera ve tifo gibi –aldırış etmeden İslam aleminin kalbi hükmünde olan bu coğrafyayı didik ediyor. Bu sebepledir ki bu bayanın adı Ortadoğu’da modernizasyon, dağılma ve çöküş döneminde “İslam devletlerinin sınırlarını çizen kimse” olarak 20. yüzyıl tarihine geçiyor. Onun Irak’ın kurucusu ve 1916’da İsyan eden Mekke emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Kral Faysal ile aşk yaşadığı da kayıtlara geçmiştir. Bu bayan kadınlığını kullanarak Faysal’ın bütün mahrem sırlarını, yaşantısını, krallığına dair düşünce ve hayallerini, geleceğe dair plan ve projelerini kayda geçmiş biridir. Bu kadın, bir gezgin ve arkeolojik kazılar peşinde olan biri olarak kendisini tanıtıyor ve eski eserleri bulup kayda girme -muhtemelen bu kadının keşfettiği bazı eserler bugün British müzesindedir- gibi bir vazifeyi de üstlenmiş durumdalar.

Gelelim ikinci hususa: Bu kadının bir diğer görevi de kendisinin de kayıtlarında ifade ettiği gibi Arapların Osmanlılara karşı isyana gidebilecekleri süreci hazırlamak. Bunda da başarılı oluyor. Nasıl mı? Kabile liderlerine başta Mekke emiri Şerif Hüseyin ve oğulları olmak üzere para, silah ve adam yardımı teklifinde bulunuyor. Bunda da başarılı olmak için önce kabile liderlerinin gönlünü kazanmanız lazım. Onların size güvenmesi gerekir ve hal-hareket ve davranışlarınızla kendinizi ispatlamanız lazım. Bu kadında bunların hepsi var ve işini başarıyla tamamlıyor. Hatta Irak’ın kurucu kralı Faysal ile kırıştırdıklarını kendisi ifade ediyor. Bundan dolayıdır ki Kral Faysal bu kadın için “Ümmül-Müminin/ Müminlerin Annesi (Haşa)” ifadesini kullanıyor. Bu kadın hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor. Kral ailesinin minicik çocuklarına piyano öğretmenliği yapma fedakârlığını(!) dahi gösterebiliyor. Bu arada bayanın ateist olduğunu da belirtmiş olalım. Gelinen noktada 1916’da İslam toprakları taksim ediliyor ve bu arada kutsal beldenin emiri Şerif Hüseyin, Osmanlı İslam hilafetine karşı isyan etmiş durumdadır. Koca bir İslam devleti kendi içinden zuhur eden “satılmışların eliyle” tarihe karışıyor. Filistin topraklarına bir Yahudi devleti sözünün yanı sıra biri İngiliz, diğeri de Fransızların güdümünde olmak üzere Irak ve Suriye adında iki devletçik kuruluyor. Koca ve yaşlanmış bir aslan misali Osmanlı İslam devleti tarihe karışıyor.
Sömürgeciler başarılı oldular. Pekiyi bundan çıkaracağımız ders nedir? Amerika başkanı Trump, Suud’u boşuna ziyaret etmedi. II. Sykes-Picot’un arifesinde yapılması gereken önemli işlerin icrası için İslam topraklarına gelmişti. Tarih tekerrür edecekti. Dün sarışın Getrude Bell Hanımefendi Arap kabile liderlerini ziyaret etmişti. Bugün babasının yanı başında Trump’ın kızı Arap liderlerinin devasa süslü saraylarındaydı ve hangi Arap emirinin oğluna göz kırptığını Allah bilir. Dün Şerif Hüseyin’e para ve silah yardımı yapan İngilizlerdi. Bugün aynı işi Amerikalılar yapmakta ve üstelik silahlarını bu sefer yardım şeklinde değil de milyar dolarla satarak vermektedirler. Sömürgeci güçlerin gündeminde yine Irak ve Suriye var. Tarih tekerrür edecek. İkinci Sykes-Picot gündemde. Bu sefer sınırları hangi bayan çizecek bunu yarınki günler gösterecek. İki devletten kaç devletçik neşet edecek bunu 50 yıl süreceği söylenen Suriye savaşının akıbeti belirleyecek! Bu savaşın altı yılı geride kaldı. Bu söylediklerimiz ehl-i şerrin planlarıdır. Elbetteki planların fevkinde plan yapan da vardır. Onlar (İsrailoğulları) bir tuzak kurdular ve buna karşılık Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Ali İmran, 54)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?