Kışın ortasında ortada kalmış, evi- barkı talan olmuş, sığınacağı çatısı olmayan bir aile düşünün. Acısı yüzünden okunan, çoluk çocuğuyla mahzun, mazlum ve çaresiz… Umut arayan gözlerle yarını kovalayan yaralı ceylanlar misali sefil. Aslında hayal etmeye gerek yok. Her gün ekranlara gelen bu tarz görüntülerden birini gözünüzün önüne getirin. Sonra o aile ben olabilirim deyin kendi kendinize. Buna iyice inandırın kendinizi. Basbayağı bu aile siz de olabilirdiniz. Beklentisi bir eve sahip olmak kadar, bir mangala sahip olup ateşe yakın olmak kadar, bir sofra ekmeğe sahip olup bir öğün doymak kadar küçük bu aile siz olmak istemezsiniz. Bunu kendinize hiç yakıştırmazsınız. Kimse böyle bir şeyi temenni etmez. Lakin bizim dışımızda böyle aileler oldukça fazla. Hayatın olmazsa olmaz görüntüleri arasına girip sıradanlaşan bu örnekler, dünya ölçeğinde hızla artış gösteriyor.
Doyumsuzluk hastalığı ortalığı kasıp kavuruyor. Bir yeterken ikincisi, iki yeterken üçüncüsüne sahip olmak arzusu insanları çok meşgul ediyor. Dünyada var olanlar hepimize yeterken, adaletsiz paylaşım nedeniyle bazımız tokluktan, bazımız yokluktan acı ve ıstırap çekiyoruz. Birilerinin ölmesi birilerine yarıyor. Bu ölümlerden nemalananlar, korkunç gerçekle karşılaşacakları güne yaklaşıyorlar. Bundan habersizler. Kaçınılmaz son onların perişanlığına tüm insanlığı tanık edeceği saati bekliyor; “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminiz üzerine derecelerle yükseltmiştir.” (En’am, 165)
Dünya hepimize yetecek kadar varlıkla dolu. Nimetler, isyan ve küfür olmazsa bereketlenip hepimize enerji olabilecek kadar sonsuz. Rabbimiz eşsiz kudreti sayesinde tahayyülü zor olanları yaşıyoruz her gün. Bitmeyen sular, bitmeyen bitkiler ve etler. Hayvanları hiç düşündünüz mü? Her gün sayısız hayvan kesilir. İstisnasız her gün… Koyunlar, keçiler ve inekler… Diğerleri… Her gün yavrulamıyor bunlar. Bitkiler santim santim büyüyor ama santimlerce yem oluveriyor otçul hayvanlara.
Binlerce yıl önce insanlığa yurt olan dünya gezegeni, belki daha bir o kadar yıl insanlığa hizmet vermeye devam edecek. Milyonlarca insan dünyasını değiştirdi. Darul ukbaya yolculuk var ve her gün bu yolculuğa eklenenler. Başka bir âleme yolcuyuz. Hacılarımız Hac için yazılıyor, sıra bekliyorlar. Sırası gelen bu kervana katılıyor. Öte âleme yolculuk da böyledir. Sırası gelen bir şekilde elveda bu âleme diyerek sefere dâhil oluyor.
Varlık da yokluk da Allahın yarattıklarına taktığı isim. Onları sayısız nimetlerle rızıklandırır ve belli bir süre yaşatır. Vakti gelince yenisini göndermek üzere eskisini bir âleme çekip dinlendirir. Kul dünyada taşıdığı yükler neticesinde, işlediği filler muvacehesinde ödül ya da cezayla karşılaşır; “Senin için kesintisiz bir ödül var.” (Kalem, 3)
“Bu, Allah’ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir.” (Necm, 31)
Dünyada iyi bir eve, iyi bir aşa sahip olup olmadığı asla sorulmaz. Olmadıysa sabrı, olduysa şükrü ve tasadduku hesaba çekilir. Makam ve mevkisi hiç önemli değildir. Makam da mevki de hesaba çekilmek için iyi bir neden. Bununla beraber neden çalışmadığı, neden yerine çakılıp çivilendiği, tebliği neden yapmadığı, hakikati neden anlatmadığı defalarca sorulur. Bildiğiyle amel etmediği, bilmediğini bilmeye çalışmadığı, bilgisine neden biraz daha bilgi katıp eylemi neden çoğaltmadığı da sorulur. O kadar basit değil. Bildiğimle amel edeyim bu bana yeter, eğer daha çok bilirsem daha çok hesaba çekilirim dese ki bir er, asla bunda değildir maharet hüner.
Bölüşümü bilmeyen ve insanları zulme uğratan, sömüren ve birer köle haline getiren, dinlerini unutturup ekmek karşılığında din satan Avrupa ülkelerinin mutluluk tablosunda şimdilerde kara lekeler belirmeye başladı. Yılların tablosunda çatırdamalar var.
Yıllarca kanlarını emerek beslendikleri toplumların ahı mı dersiniz, vahı mı dersiniz, ne derseniz deyin, tükenme noktasına gelen bir birlik var. Bu birliğin yıkılması mazlumların ne işine yarayacak? Hiçbir işine… Çünkü mazlum milletlerde bir dirsek teması yok. Birlik ruhu yok. Bundan dolayı belki bir Avrupa yıkılır, yeni bir Avrupa inşa edilir. Ezilenler, seslerini aynı potada birleştirmedikleri sürece bu böyle devam edip gider. Biz de adil bölüşümün, adil yaşamanın dünyasını hayal eder dururuz. İnsanlığın sicim olmuş gözyaşlarını dindirecek, evsizlerin evini inşa edecek, yurtsuzlara vatan, yüreği sızım sızım sızlayan hakikat ve iman dilencilerine şifa olacak topluluğu arıyor gözlerimiz.
Fert, aile ve toplum inşa edecek bireyler ve aynı zamanda birler olma sevdamız nerede? Nerede günahlardan men etmeye adadığımız bedenlerimizde kaybolan enerji? Nerede korkusuz gözlerimiz? Nerede sedamız ki, duyulduğunda en vahşi kalpler secdeye kapanırdı? Kaybettiğimiz bu öz neredeyse bulmadan insanlık rahat edemeyecek. Sen rahat edemeyeceksin. Kalbindeki sızı seni inim inim inletecek ve sen asla mutlu olamayacaksın. Senin mutluluğun insanlığın saadetinde gizlidir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?