Kişinin kendisine verilen nimeti iyi bilmesi, tanıması ve kaybından dolayı üzülmesi gerekir. Buna bir anlamda farkındalık da denir. Yüce Allah’ın müminlere gönderdiği nimetlerin en önemlisi Kur’an nimetidir. Çünkü Kur’an, hidayetin kaynağı olan bir Nur’dur..! Hastalıkların tedavisi için bir Şifa’dır..! Bitmek tükenmek bilmeyen bir mucizedir..! Resulullah’tan önce gelen bütün Nebi ve Resullerin mucizeleri kendi dönemleriyle sınırlı kaldı. Ancak Kur’an, ümmetin elinde büyük bir mucize olarak varlığını hala korumaktadır. Kur’an’ın devam eden mucizesi ise kendisiyle tanışan ve kendisine yönelen gönülleri fethetmesi, şaşkınları ikna etmesi, hidayete muhtaç insanları tamamen değiştirmesidir. Bu Allah’ın kelamının tesiridir elbette…
“Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsran 82)
Kuran rehberimiz, düsturumuz, hayat kaynağımız ve imanımızı güçlendiren Rabbimizden sağlam bir kulptur…
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal 2)
Kur’an hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, müminlere hüda ve rahmettir. (Üstad Said Nursi-Mesnevi Nuriye)
Bizden önceki müminleri Kur’an işledi, nefislerini Kur’an yapılandırdı ve onları istikamet üzerine güçlendirdi. Onlar da Kuran’ı gönüllerinin baharı, bilmedikleri hususlarda başlarının tacı, Rableriyle iletişim içerisinde oldukları bir ünsiyet kaynağı yaptılar.
Yüce Allah Kur’an’ı muhkem bir kitap, dinî ve dünyevî meseleleri tanzim eden evrensel bir kanun olarak indirdi. “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” (Fussilet 42)
İmam Hasan el-Benna’nın ifade ettiği gibi; bizim Kur’an’a karşı üç görevimiz vardır:
1. Kur’an’ı çokça okumak, O’nu okuyarak ibadet etmek, O’nu okumak suretiyle Allah’a yaklaşmaya çalışmak.
2. Kur’an’ı dini hükümlerin temeli haline getirmek, şer’i hükümleri ondan almak ve dini Kur’an’dan öğrenmek.
3. Kur’an’ı dünyevi hükümlerin esası olarak kabul etmek ve dünyevi hükümleri ondan almak.
Önceki Müslümanlar, Kur’an’ın indiriliş gayesini çok iyi bir şekilde kavradılar ve bu gayeyi hayatlarında uygulamaya çalıştılar. Onlardan bazıları Kur’an’ı okumaktan bir an geri kalsa, hemen Kur’an’ın bazı âyetlerini çabucak okur ve şöyle derdi: “Böyle yapıyorum ki Kur’an’ı ihmal edenlerden olmayayım.”
“(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad suresi 29)
Daha sonra durum değişti ve insanların zihinlerinde Kur’an hakkındaki yaklaşımları zamanla zayıfladı. Dillerine ve akıllarına yabancılık ruhu hâkim oldu. Bunun sonucunda Müslümanlar bir tarafta, Kur’an başka bir tarafta kaldı. Müslümanlarla Kur’an arasındaki mesafe doğu ile batı arasındaki mesafe kadar açıldı.
Kur’an’ın her an ve her yerde okunması gerekir diyoruz; ancak çok azımız Kur’an’ı bu şekilde okur ve hayata tatbik eder. Bazılarımız yaptıkları ibadetlerle veya şeyhlerinin kendilerine yapmalarını tavsiye ettiği zikir, tesbih, vird, kaside gibi şeylerle ilgilenirler. Allah’ın kitabını bırakarak onları ezberlerler ve bunlarla ibadet etmeye çalışırlar.. Müslümanlar her şeyden önce Kur’an’ı okumaları gerekir, gönülleriyle Kur’an’a bağlı kalmaları, ruhlarını onun feyiz ve nuruna bağlamaları gerekmektedir.
Günümüzde Müslümanlar, kendileriyle Allah’ın kitabı arasında kalın perdeler ve engeller çekmişlerdir. İrili ufaklı bazı kitaplar ve kitapçıklarla dinlerini öğrenmekle yetiniyorlar. Oysa bizim dinimiz, ahiretimiz ve manevi ihtiyaçlarımız için baş tacı yapmamız gereken eser hiç şüphesiz Allah’ın kitabı Kur’an olmalıdır. “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara 121)
“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (Araf 204)
Üstad Hasan el-Benna, Kur’an’ın değeri adlı makalesinde şöyle der: “Kur’an, geçmişte namazların süsü iken günümüzde eğlencelerin süsü haline gelmiştir. Önceden mahkemelerde adalet ölçüsü iken günümüzde düğün yerlerinin eğlence vesilesi haline gelmiştir. Önceden vaaz ve hutbelerde ilk sıradayken, günümüzde büyücü ve muskacıların baş tacı haline gelmiştir. Günümüz Müslümanlarının, Kur’an’a yaklaşımlarının ‘olsa da olur, olmasa da’ şeklinde olduğunu söylerken haklı değil miyim? Kur’an’a karşı garip bir tenakuz içerisindeyiz. Onu yücelttiğimiz, koruduğumuz ve onunla Allah’a yaklaşmaya çalıştığımız konusunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat ey insanlar! Sizler, Kur’an’ı yüceltme konusunda yolu şaşırdınız, onu doğru bir şekilde korumaktan saptınız ve Allah’a yaklaşmak konusunda hatalarınız oldu. Eskiden Kur’an hafızlarının askerlik görevinden muaf tutulması amacıyla kurulmuş olan merkezlerde, bugün hiç kimsenin bulunmaması, Kur’an’ın kaybedildiğinin en büyük göstergesi değil midir? Gerçek şu ki, bizler, Allah’ın kitabını hayatımızdan çıkarmışız. Elimizde sanki fayda vermeyen ve hükmü icra edilmeyen tarihî bir eser varmış gibi davranıyoruz. Gerçekte ise başımıza gelen bütün bela ve musibetlerin kaynağı da bu anlayıştır.”
Sonuç olarak Kur’an’a karşı görevlerimizi sıralamak ve hakkıyla okumak adına bir yol haritası belirlememiz gerekmektedir. İlk hitabı oku olan bu ümmet kendi kitabına dönmeli, kitabını sımsıkı tutmalı, materyalist felsefelerden yüz çevirerek Kur’an’a dönüş yapmalıdır.
a. Ramazan ayını fırsat bilerek, Kur’an’a dönüş projesini başlatmalıyız. Gecesi Kur’an, gündüzü Kur’an olan örnek bir ay yaşamalıyız… Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Oruç ve Kur’an kula şefaat edecektir. Oruç (kıyamette) der ki: Ey Rabbim ben onu (oruç tutan kulunu) gündüzleri yemeden içmeden alıkoydum. Beni onun hakkında şefaatçi kıl. Kur’an da derki: Allah’ım! Ben onun geceleri uyumasına engel olmuştum. Beni onun hakkında şefaatçi kıl!” Hz. Peygamber sonra şöyle buyurdu: “Oruç ve Kur’an kul hakkında şefaatçi olurlar.”
b. Kur’an’ı Allah’la konuşuyormuş edasıyla ve etkilenmek için okumak gerekir. Kur’an’la özel bir virdimiz, özel bir anımız olmalı ve o anımızda kendimizi Kur’an programına teslim etmeli ve kendimizi yapılandırmalıyız. “Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra suresi 9)
c. Kur’an fitnelerden emin olacağımız sağlam kalemizdir. Odaklanmamız gereken ve tamamen tecerrüd mantığıyla kendimizi sağlam bir zeminde tutmamız gereken Allah’tan sağlam bir iptir.
El-Hâris el-A’ver radiyallahu anh’dan:
“Mescide uğradım, insanların boş konuşmalara daldıklarını gördüm. Hz. Ali’ye gelip haber verdim. Şöyle dedi: ‘Hakikaten bunu yaptılar mı?’
‘Evet’ dedim.
Şöyle dedi: ‘Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:
‘İlerde fitne olacaktır’ ‘Peki ondan kurtuluş nasıl olur, ey Allah’ın Resulü?’ diye sordum. Şöyle buyurdu:
‘Allah’ın Kitâb’ına sarılmakla. Çünkü sizden öncekilerin haberleri ile sizden sonrakilerin haberleri onun içindedir. Aranızda vereceğiniz hükümler de onun içindedir. O (Kur’an) önemli bilgileri ihtiva eder, içinde lüzumsuz ve maksatsız hiç bir söz yoktur. Kim onu akılsızlığından dolayı terk ederse Allah onun belini kırar. Kim hidayeti ondan başkasında ararsa Allah onu saptırır. O, Allah’ın sapasağlam bir ipidir. O, hikmetli olan zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O kendisiyle arzuların sapmadığı, dillerin yalan şeyler söylemediği, alimlerin doymadığı, çok okumakla eskimeyen, harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır. O cinlerin işitip de şöyle dedikleri bir kitaptır: ‘Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur’an dinledik de ona imân ettik.’ (Cin, 1)
Kim ondan bir haber getirirse, doğru söylemiş olur. Kim onunla amel ederse ecir alır. Kim onunla hükmederse adil olur. Kim insanları ona davet ederse, doğru yola iletmiş olur. Ey (Haris el-) A’ver (bu öğütleri) dinle, kulağına küpe olsun!” (Tirmizî)
Kur’an’ı sımsıkı tutarsak o da bizi sımsıkı tutacaktır.
Onu hakkıyla okursak o da bizi hakikat ve sırlarıyla düzeltecektir.
Ona gecelerimizi verirsek o da bize iman güçlüğünü verecektir.
Ona beden ve aklımızı teslim edersek onun vesilesiyle düzelecek ve kurtulacağız. “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.” (Enam 122)

Recep Songül

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?