Rabbin senin ahlakının, insani özelliklerinin, kişisel gayretinin de bir eseri olan o güzel yönünün inceliğini ne güzel ifade eder: “Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem Suresi, 4)
Çoğumuz efendimizin Allah tarafından bütün yönleriyle desteklendiğini söyler dururuz; ancak çoğu zaman onun (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi ahlakına kendinden bir katkısının olmadığını zannederiz.
Rabbi tarafından desteklendiği el-hak doğrudur; fakat efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) özellikle kendi gayretinin ürünüdür de. Bir mümin olarak inandığı şeye önce kendi gayret ederek uymuştur. O (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez’ (Ra’d Suresi) sözünün apaçık tecellisidir. Allah’ın elçisi bu anlamda bizlere örnek olmasaydı, biz sürekli o bir peygamberdi, biz onun yaptığını yapamayız zannına kapılır giderdik…
Rabbi ona Taif gibi birçok yerde, yardım isteyip istemediğini sormasına rağmen, O (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kul edasıyla özel çabasını ortaya koymuş, kavminin helak olmasını arzulamamış, müslüman olmaları için gecesini gündüzüne katmıştır. O (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘benim geçmiş ve gelecek günahlarım affedilmiştir, dilediğim zaman yardım hemen gelecektir’ beklentisi içerisine girmemiştir. Davette, hicrette, cihatta ve daha nice yerde, her türlü sıkıntıya göğüs germiş, sıkıntıların kaldıramayacak seviyeye geldiğini hissettiği anda Rabbinin yardımını talep etmiştir.
Gelin beraberce elimizdeki şu yetersiz makinayla asr-ı saadetin bir fotoğrafını çekelim! Çekelim de o asrın görüntüsüne ne kadar benzediğimizi anlamaya çalışalım…
İşte o tablodan nadir sayfalar…
‘Ben beşerî bütün gayretimi sarf edeyim, gücümün tükendiği, takatimin kalmadığı yerde Rabbim devreye girecektir’ diyerek imkânsızı başarmayı deniyordu.
Rabbi onu tekrar tekrar sınardı da o hep, ‘Ya Rabbi sana şükreden bir kul olmak istiyorum’ örneğinde, özellikle kendi gayretini ortaya koyuyordu.
‘Ey Rabbim, ben bunu yapabiliyorum, bundan sonra senden gelecek yardıma muhtacım’ diyerek kavminin çıkardığı tüm zorluklara rağmen onları İslam’a çağırıyordu.
Taif’te taşlandığında, adeta kendini sorumlu tutuyor; ‘Allah’ım bunları affet, çünkü onlar bilmiyor’ diyordu. Beddua değil dua ediyor, sabrın o yüksek burçlarında, belki bu azgın insanların neslinden inananlar olur ümidiyle ısrarla Rabbine iltica ediyordu.
Kâbe’de sırtına deve işkembesi bırakılmasına rağmen onlar için yalvarıp yakarıyor, içten bir samimiyetle onların haline acıyordu.
Sürekli olarak kardeşlerine ‘sabredin, vallahi sabrınızla hem kurtulacak hem de insanları kurtaracaksınız’ ihtarında bulunarak, kupkuru bir çölde tam üç yıl ambargoya katlanıyordu.
Müşrik, yahudi ve münafıkların o kadar eziyet ve hakaretlerine rağmen onun hedefi, şartlar ne olursa olsun, onların inanmaları için sabretmekti… Erken kalkıyor, çok çalışıyor, mağdur duruma düşmüş müminlere maddi ve manevi destek veriyor, az uyuyor, teheccütte uzun uzun ibadet ediyordu…
Anam babam sana feda olsun efendim,
Eğer biz de senin gibi, özel bir gayret gösterip sabrederek gece gündüz ibadet ve Kur’an ile sana yönelebilmiş olsaydık, halimiz böyle olmayacaktı. Yahya (aleyhisselam) gibi ‘kitabı’ bir kenarından değil, sımsıkı tutabilmiş olsaydık, böyle sıkıntılı bir hayat yaşamayacaktık.
Anam babam sana feda olsun efendim,
Benim için mi sabrettin o çöllerde. Kuruyan dudağına, alnında boncuk boncuk açan misk terine, ayağının altındaki toza kurbanım efendim.
Hayatın tefsir oldu Kur’an’a… Seni okudukça, Kur’an’ın yürüyen halini seyrediyor, rahmetin vücut bulmuş şeklini izliyor, ümitleniyoruz…
Biz seni bunun için çok sevdik efendim!
Bize örnek olmak için, ümmetini kurtarmak için, Rabbimizin yardımının ancak bizim gayretlerimizin sonucu geleceğini hayatınla gösterdiğin için seni çok sevdik efendim.
Kalbimizi hiç bir beşere değil, sadece Allah’a bağlamamız gerektiğini bize öğrettiğin için seni çok sevdik efendim.
‘Ben de bir kulum, Rabbimin rızasına muhtacım, amelime güvenmiyor ve ona karşı mütevazıyım’ diyorsun. ‘Ben intikam peygamberi değil, rahmet peygamberiyim’ diyerek Mekke’ye öyle bir girişin vardı ki bizi bitirdi efendim; boynunu eğmiş bir kul edasıyla ve sadece Allah’ı hatırlatan o zaferinle senden çok şey öğrendik efendim…
Senden ne öğrenmedik ki efendim!
İmanı hayatın merkezi yapmayı ve hayatı buna göre yaşamayı mı? Sabrımızla terbiye olmayı mı?
Her zaman kapısı çalınması gereken bir ümit ışığı olmamız gerektiğini mi?
Bedenini ve nefsini unutup sadece hakkın hizmeti için koşturmayı mı?
Kendin için kızmamayı, kendine yapılan cahilce davranışı bile gönül kazanmaya fırsat bilmeyi mi?
Kılıçların gölgesi altında bile “acaba kimi imana çağırabilirim” çırpınışını mı?
Sabahlara kadar Rabbine ibadet etmeni ve okuduğun Kur’an ile ıslattığın seccadeni mi?
Fatma! Kızım, babana değil, ameline güven! ikazını mı?
Ah! Günümüz insanlarına özü sözü bir olması gerektiğini mi?
Söz ve bakışların ardında sadakatten başka bir şey olmaması gerektiğini mi?

Hatice’nin goncası
Aişe’nin gülüydün..
Ümmetin göz bebeği
Göklerin Resulüydün..
Elçi geldin, elçiler gönderdin;
Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan;
Medine’ye göçerdin..
Biz,
Bu dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed!
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar;
Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed!
Ebu Cehil; kıt’alar dolaşıyor…
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi ey Nebi!
Adına alışkın dudaklarımız..
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu
Ayaklarımız
Kabene siyahlar
Yakışmamıştır ya Muhammed!
Bugünkü kadar!

(Arif Nihat Asya)
Efendim, yazdığım bu satırlar bana şefaat etmene vesile olur mu bilmem; ama tek isteğim, cennette sana komşu olmaktır.
Sana muasır bir vücut olamadığım için kahrolduğum şu üç günlük dünyada ne adım kalsın ne şanım! Tek dileğim, senden bana öyle bir hatıra kalsın ki; o hediyeyi sana getirmek için mahşerde seni bulayım, ‘işte sana hediyem efendim’ diyebileyim.
Senden dolayı bana karışmasınlar da beni senden ayırmasınlar. Cennetteki Enes’in, Üsame’n, Ebu Bekir’in olayım efendim.
Rabbimden; bana, senin yaşamış olduğun Kur’an ahlakını yaşatması ve senin gayretin gibi bir gayret vermesini temenni ediyorum.
Efendim öyle bir haldeyim ki,
Ömer gibiyim, senden ayrılmaktan dolayı deliler gibi gezen,
Fatma gibiyim, ‘babamın üstüne nasıl toprak serdiniz’ diyen,
Bilal gibiyim, senden sonra sesi soluğu kesilen,
Ümmü Eymen gibiyim, arkadaşlarını görünce seni hatırlayarak çılgına dönen,
Muaz gibiyim, senden sonra acısını davete gömen ve Medine’yi terk eden…
Sevgin Rabbimi hatırlatıyor, sevgin Kuranı sevdiriyor, sevgin müminlere kanat açtırıyor, sevgin beni benden alıyor.
(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez. (Al-i İmran 31, 32)
Sallallahu aleyhi ve sellem

Recep Songül

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?