Kur’ân’ın ilk nesli olan sahabiler, imkân buldukları her ortamda çevrelerinde bulunan insanları Kur’ân’a teşvik etmişlerdir. Onlar, insanların Allah’tan gelen ve hayat bahşeden ilke ve esasları öğrenmeleri için seferber olmuşlardır. İlk Kur’ân nesli, kendileri ilahi emir ve yasakları hayatlarında uyguladıkları gibi insanların da onlardan istifade etmesi için büyük çaba saf ettiler. Çünkü onlar, “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir” hakikatini çok iyi biliyorlardı ve bu hayırdan geri kalmamak için gerektiğinde vatanlarını terk ediyorlardı.
Mekke’de akide cihetinde Kur’ân’la yoğrulmuş bir hayat, ardında da Medine’de hayatın her sahasına dair inen ayetler, onların yaşantısında en bariz şekilde kendini göstermiştir. Medine’ye giden Musab b. Umeyr okuduğu ayetlerle insanları İslam’a davet etti. Kur’ân sayesinde büyük bir tesir icra etti. Kim dinlediyse o kutlu sözleri, nihayette teslim oldu.
Resûlullah (sav), Kur’ân’a dair bilgileri fazla olan sahabilerden istifade etmeleri için insanları teşvik etmiştir. Abdullah b. Mes’ud, Muâz b. Cebel, Ubey b. Ka’b ve Ebû Hüzeyfe’nin mevlâsı Salim, Resûlullah (sav)’in Kur’ân’ı kendilerinden alınması için işaret ettiği isimlerdi. Hz. Peygamber zamanında Kur’ân, tüm Arap Yarımadasında sahabilerin gayreti sonucunda yayılma imkânı buldu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra daha farklı bölgelere Kur’ân’ı götürmek ve İslam’la yeni tanışmış Müslümanların ondan istifade etmesi için harekete geçildi. O dönemde bu işin öncüleri yine sahabiler idi.
Hz. Ömer’in Komutanı Kur’ân Öğretecek Öğretmenler Talep Ediyor
İslam’ın birinci kaynağı olan Kur’ân’ın Arap Yarımadasının dışındaki insanlara öğretilmesi için nice sahabi hayatını bu uğurda seferber etti. Onlar İslâm’ın temel esaslarını teşkil eden Kur’ân ve sünnetin topluma ulaştırılmasında dayanak oldular. Onların ders halkalarında on binlerce insan ders gördü. Ayrıca bu hususta halkla en üst seviyede bir diyalog içerisine girdiler.
İslâm’ın Arap Yarımadası dışında öğretilmesi konusunda tespit edebildiğimiz kadarıyla kaynaklarda zikredilen ilk teşebbüs Halife Hz. Ömer’in Suriye’deki komutanlarından olan Yezid b. Ebi Süfyan’dan geldi. Hz. Ömer’e yazdığı mektupta Sûriye’de insanların çoğaldığını, kendilerine dini ve Kur’ân’ı öğretecek elemanlara ihtiyaç duyduklarını bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, gönderdiği bir emirle Sûriye’de cihad maksadıyla bulunan ve Hz. Peygamber’in ileri gelen ashâbından olan üç ismi bu önemli işi yerine getirmekle görevlendirdi. Bu üçü, Hz. Peygamber’in övgüsüne mahzar olan Ebu’d-Derdâ, Muâz b. Cebel ve Ubâde b. Sâmit idi. Her üç isim de Sûriye’de Kur’ân’ın öğretilmesi yolunda seferber oldular. Bölgedeki ilmî hareketin ilk temsilcileri oldular. Sûriye topraklarında onlardan geriye kalan hatıra ya bir ayetin yorumu ya Hz. Peygamber’den öğrendikleri bir hadis ya İslâm’a muhalif gördükleri bir davranışı ikaz, ya bir va’z veya nasihat yahut da güzel bir sözdü. Şimdi bu hususta sahabe içinde ön plana çıkmış üç isimden sadece biri üzerinde durmak istiyoruz. O da İslam’a girdikten sonra bütün ömrünü İslam’a davetle geçiren Ebu’d-Derda’dır.
Ebu’d-Derdâ Uveymir b. Zeyd b. Kays, Hazrec kabilesindendir. İslâm’a en son giren ensârî olduğu zikredilir.1 İslâm’a girdiği esnada ticaretle meşguldü, ancak ticaret ve ibadeti bir arada götüremeyeceğini anlayınca tercihini ibadetten yana kullandı.2 Hz. Peygamber’in Bedir’den sonraki gazvelerinin çoğuna katılmıştır. Hz. Peygamber onun için: “Uveymir ne güzel süvaridir.” buyurmuştur.3 Hz. Peygamber daha hayatta iken Kur’ân’ı ezberleyen Ebu’d-Derdâ 179 hadis rivayet etmiştir.4
Hz. Ebû Bekir zamanında Sûriye fetihlerine katılan Ebu’d-Derdâ, fetihlerden sonra Hıms’a yerleşmişti.5 Bu sırada Yezid b. Ebi Süfyan’ın teşebbüsü neticesinde Hz. Ömer tarafından Kur’ân öğretmek ve kâdılık yapmak için Dımaşk’a tayin edildi.6 Kaynaklarımızın Ebu’d-Derdâ hakkında verdikleri bilgiler onun insanlara va’z ve nasihat etmekle dolu bir hayat yaşadığını göstermektedir. Bu bilgilerde o, gözümüzde ya bir namazın sonunda selam verdikten sonra va’z ederken ya Dımaşk mescidinin merdivenlerinde insanlara nasihat ederken ya da evinin kapısında bir şeyler anlatırken yahut da bir gezi dönüşünde gördüklerini ibretle aktarırken canlanmaktadır. Fâkih, âlim ve âbid biri olarak tanınmıştır.
Sûriye’deki hayatı, bildiği hakikatleri anlatmakla geçmiştir. Hz. Ömer’in, onu kâdılık ve İslâm’ı öğretme işine tayin etmesi Sûriye için büyük bir kazanç olarak görülmüştür.7 Nitekim onun Hz. Peygamber zamanında fetva verenler arasında olduğu bilinmektedir.8 Bu bölgedeki faaliyeti, topluma, İslâm’ın öğretilmesi açısından fevkalade önemli sonuçlar doğurmuştur. Burada bulunduğu süre içerisinde binlerce insanın Kur’ân’ı öğrenmesine vesile olmuştur. O mükemmel bir İslâm davetçisi olarak hareket etmiş ve seçildiği görevi en güzel şekilde ifa eden bir nefer olmuştur.
Onun, İslâm ordularıyla beraber bu topraklara geldiği tarih olan 13 (634) ve vefat tarihi olan 31 (651) veya 32 (652) yılını9 göz önünde bulundurduğumuzda Sûriye’de yaklaşık yirmi yıl kaldığını söyleyebiliriz. Bu süre zarfında bütün zamanını İslâm’a hizmetle geçirmiştir. Medine’ye gittiği bir sırada Hz. Ömer’in onu Medine’de tutmak ve zekât âmili olarak çalıştırmak istediği rivayet edilmiştir. Bunu kabul etmeyen Ebu’d-Derdâ Sûriye’ye geri dönmüştür. Bunun sebebini açıklarken, Sûriye’de insanlara Hz. Peygamber’in sünnetini öğretmek ve onlara namaz kıldırmak istediğini belirtmişti. Bunun üzerine Hz. Ömer onu Medine’de tutmaktan vaz geçmişti.10
O, insanları Kur’ân’a teşvikte oldukça gayretliydi. Bazen karşılaştığı kimselere Kur’ân’la aralarının nasıl olduğunu sorardı. İnsanların Ebu’d-Derdâ’nın eşi Ümmü’d-Derdâ’nın evinde toplandıkları ve tabiînden Huleyd b. Sa’d’ın güzel sesiyle onlara Kur’ân okuduğu rivayet edilmiştir. Yine böyle bir toplantıda ilk tabiîn kuşağı arasında yer alan ve Dımaşk halkının zâhidlerinden olduğu bilinen Ebû Üseyd’in,11 Ümmü’d-Derdâ’nın evinde Kur’ân dinlerken çok etkilendiği belirtilmiştir. Ümmü’d-Derdâ’nın, Huleyd’e: “Ebû Üseyd geldiğinde ona (manen) ağır gelebilecek ayetleri okuma!” dediği, bu tür ayetlerin Ebû Üseyd’i etkilediği ve baygınlık geçirmesine yol açtığı, hatta Ümmü’d-Derdâ’nın bazen onu teselli etmeye çalıştığı rivayet edilmiştir.12
Ebu’d-Derdâ, Dımaşk ve çevresinde on binlerce Müslümana Kur’ân-ı Kerim ve dinin emirlerini öğretmiştir. Onun rahle-i tedrisinde on binlerce talebe yetişmiştir. Onun ders halkaları kalabalık oluyordu. Bir defasında tabiînden Müslim b. Mişkem’e, dersinde hazır bulunan öğrencileri saymasını söylemiş ve bu şahıs o sırada bin altı yüz küsur öğrenci saymıştı.13 Ebu’d-Derdâ kalabalık öğrenci grubunun ortasına oturur, talebelerini onar kişilik guruplara ayırır ve her birinin başına iyi bilen birini tayin ederdi. Bazen kalkar talebelerin arasında dolaşır, onları kontrol ederdi. Bir talebe kıraâtını ilerlettiği vakit Ebu’d-Derdâ ona bizzat kendisi ders verirdi.
Bu dönemde mescitlerde verilen derslerin sabah namazının ardından başladığı bilinmektedir. 14 Bu da günün en kıymetli vaktinin Allah’ın kitabını öğrenmeye tahsis anlamına geliyordu.
Ebu’d-Derdâ, Kur’ân öğrettiği öğrencilerine uzun zaman sonra kendileriyle karşılaştığında, kontrol maksadıyla olmalı ki Kur’ân’la aralarının nasıl olduğunu sorardı. Dımaşk’ta bir gün Kur’ân öğretmiş olduğu Mi’dân b. Ebu Talha el-Ya’merî adındaki bir öğrencisiyle karşılaştığı bir esnada Kur’ân’la arasının nasıl olduğunu sorunca Mi’dân iyi olduğunu söylemişti.15
Bütün bir hayatını Kur’ân’ın öğretilmesi ve anlaşılması için harcayan muallim bir sahabi olan Ebu’d-Derdâ’nın hayatında güzel dersler vardır. O, Kur’ân’ın öğretilmesiyle yetinmemiş, Kur’ân’la alakanın sürekli olması gerektiğine işaret etmiştir. Kur’ân öğrettiği talebeyi unutmamış, bir manada sarf ettiği çabanın devam etmesi için öğrencisini takip etmiştir. Diğer bir husus da onun Kur’ân öğretiminde hararetli olmasıdır. Bu yüzdendir ki çevresinde bulunan insanları hep buna teşvik etmiş, onların Kur’ân hakikatlerinden beslenmesi için kendini bu işe vakfetmiştir.
Kaynaklar
1.Ebû Zur’a, Tarih, s. 60.
2.İbn Hacer, Tehzibu’t-tehzib, VIII, 151.
3.Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 440; Zehebî, A’lamü’n-nübelâ, II, 335; İbn Asâkir, XLVII, 188.
4.İbn Asâkir, Tarih, XLVII, 104, 110; İbn Hazm, Cevâmi’, 258; Mahmud Samî, s. 267.
5.Zehebî, A’lamü’n-nübelâ, II, 335; İbn Asâkir, XLVII, 93, 110, 138; Süyûtî, s. 173.
6.Bk. Aydınlı, “Ebu’d-Derdâ”, DİA, X, 310.
7.İbnü’l-Cevzî, Sıfâtu’s-safve, I, 262.
8.Hayreddin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul: Nesil Yayınları 1989, s. 106.
9.İbnü’l-Cevzî, Sıfâtu’s-safve, I, 643.
10.İbn Asâkir, XLVII, 135.
11.İbn Asâkir, LXVI, 12.
12.İbn Asâkir, XVII, 68.
13.Zehebî, A’lâmü’n-nübelâ, II, 346.
14.Zehebî, Ma’rifetü’l-kurrâi’l-kibar ala’t-tabakâti ve’l-a’sar, Beyrut, Müessesetü Risâle 1984, I, 41-2.
15.İbn Asâkir, LIX, 126.

Mehmet Akbaş

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?