Umre, umudun başkenti demektir. Umre demek yüreğin sahibi demektir. Çünkü orda Beytullah, Resûlullah (sav), Sahâbe-i Kirâm var. Attığın her adımda ilâhî aşkı hissediyorsun. Meleklerle, Peygamber efendimiz (sav) ile, Hz. İbrahim (a.s) ve ailesi ile, diğer Peygamberler ve tüm sahabeler ile vakit geçiyormuş gibi, beraber umre yapıyormuş gibi kalbini hisler bürüyor. Elhamdülillah mübarek topraklara gitmeye niyet etmiştim ve nasip oldu. Vuslat… Bu huzurumu, sevincimi ve heyecanımı anlatacak ne dil var ne de kalp…

Mübarek topraklara daha gitmeden heyecanım başlamıştı. Bu heyecan daha gitmeden başladıysa oradayken ki heyecanımı siz düşünün. Ve varmıştık Beytullah’ın bulunduğu şehre, Mekke’ye… Hepimizde Beytullah’ı görme sevinci vardı.

Gözbebeklerimin Kâbe’nin karasıyla buluştuğu an dedim ki “Bu gözler bu kara sevdadan hiç mahrum kalmasın.” Bu gözler Kâbe’yi gördü, bu eller Kâbe’ye dokundu, bu ayaklar Kâbe’yi tavaf etti. Nasıl ki gözlerim, ellerim, ayaklarım en güzel şeylere şahit olduysa Rabbim harama şahit olmayı nasip etmesin. Bu topraklar öyle topraklar ki, sanki oralar ile dünya ikiye ayrılmış da her biri başka bir dünyaymış gibi… Sanki Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevî başka bir dünya imiş gibi…

Oralarda senin önceliğin ibadet etmek, ardından diğer ihtiyaçlarını karşılamaya koyuluyorsun. Ve idrak ettim ki biz hep önceliklerimizi (ibadetlerimizi) sonraya bırakıyoruz. Lakin biz önceliklerimizi umrede yaptığımız gibi ilk önce yapıp ardından dünyalık işlerimizi yaparsak, her şey kusursuz ve bir düzen içinde olacak. Çünkü önceliğimiz Yüce Rabbimiz oluyor, Sübhanallah, hayatımız nasıl bir düzen içinde olmasın.

Tavaf, kardeşliğin bir arada olduğu andır. Dilinin, renginin ne olduğunun pek bir önemi olmayan, tüm insanlığın tek bir varlıkmışçasına birleşmesidir. Sıradan bir dönüş değil, bir yakarıştır. Özellikle ilk tavafta kalbinin nasıl bir ilahi aşkla çarptığını hissediyorsun. Attığın adımlar, döktüğün gözyaşları, ettiğin şükürler… Gerçek anlamda yaşadığını hissediyorsun.

Sa’y demek sadece Hacer anamızın o merhametli ana yüreğiyle oğlu İsmail’e su arayışı içinde koşuşturması değildir. Sa’y nasıl ki Hacer anamız için bir arayış ise bizler içinde bir arayıştır, bir mücadeledir. Yüce Yaradan’ın rızası için mücadele etmektir. Zemzem mübarek toprakların süsüdür. Kâbe’ye dönüp kana kana içmek, tavaf eden insanların yakarışlarına şahit olmaktır.

Mekke’den ayrılışımızda Efendimiz (sav) aklıma geldi ve Efendimiz Mekke’den ayrılırken nasıl o mübarek şehri gözlerinden kaybedene kadar baktıysa bende baktım Mekke’ye. Ne zor bir ayrılıkmış. Rabbim bizi tekrar kavuştursun.

Ve Resûlullah’a (sav) kavuşma sevinci…

Ey Medine!

Sen ne huzurlu, sessiz bir şehirsin.

Ravza-ı Mutahhara da namaz kılmak; cennette namaz kılmak demektir. Sanki ilerde Resûlullah (sav) namaz kıldıracak ve ardından vaaz verecekmiş gibi koşuyorsun. Her an bir şeyi kaçıracakmışsın gibi koşuyorsun. Ey Medine! Tam alıştım derken ayrıldık. Son gecemde Peygamber efendimizin (sav) karşısına mahcup bir şekilde gittim. Nedendir bilmiyorum bir akşam ve yatsı arası vakti hiç bu kadar çabuk geçmemişti. Hiç bitmesin istedim lakin ayrılık vaktiydi. O gece gökte hilal vardı ve dedim ki ” Ey hilal, şahit ol, Efendimiz’in (sav) huzurundayım. Sözlerime şahit ol! Rabbim, bu son olmasın.” Bu yolculuk boyunca hayatında yaşamış olduğun tüm olumsuzlukları unutuyorsun. Yeniden doğmuş oluyorsun, çünkü bu yolculuk bir umut yolculuğu oluyor.

Ya Mekke! Ya Medine! Ya Beytallah! Ya Resûlallah (sav)!

Size elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere inşaallah.

Bu mübarek topraklara gitmek isteyenlere tek sözüm; yemeyin, içmeyin, uykusuz kalın, teheccüde kalkın, oralara gitmeyi yürekten isteyin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?