15 Temmuz 2016’da Türkiye’de yeni bir vesayet sistemi askeri darbe ile hayata geçirilmek istenmişti. Hedef Türkiye görünse de asıl mesele sadece Türkiye hükümeti ya da reisicumhuru değildi. Çünkü Türkiye hükümeti ve reisi, ümmeti kucaklamaya çalıştığı için asıl mesele ümmetti. Bu açıdan 15 Temmuz gecesi olanlar tarihi bir öneme sahiptir. Bu yüzden mutlaka 15 Temmuz darbesinin bütün Müslümanları kapsayacak şekilde tarihsel süreci ile sosyolojik, psikolojik, siyasi ve İslami açıdan birçok yönünün ayrı ayrı ele alınması gerekir. Ancak ben burada sadece 15 Temmuz şehitleri Köprüsünde yaşadıklarımızla ilgili olanları anlatmakla konuyu sınırlı tutmaya çalışacağım. 15 Temmuz akşamı İstanbul’a gitmek için Sabiha Gökçen Havalimanına bilet almış ve gecikmeli bir uçuşla saat 23.15 gibi hava alanına inmiştim. Uçaktan iner inmez hava alanına bir ölüm sessizliğinin hakim olduğunu gördük. Normalde İstanbul hava alanları o kadar kalabalık olur ki, her an hareket halinde olan insanlar ve araçlar olması gerekirken bizim gibi uçaklardan inenler dışında kimse yoktu. Bu sırada ha bire telefonlara Türkiye’nin gerçek cemaatlerinden, cemiyetlerinden, vakıf ve İslami sivil toplum kuruluşlarından ‘Türkiye’de darbe oluyor, herkes meydanlara çıksın.’ mesajları gelmeye başladı. İşte o zaman herkes neler olup bittiğine bir anlam vermeye çalıştı. Ancak insanlar yine de inanamıyor ve şaşkınlığını gizleyemiyordu. Ta ki havalanına giren on bir tankı görünceye kadar. Orada da insanlar bir ara can havliyle tankların önünde toplanmıştı. Ancak darbecilerden bir karşılık gelmemişti. Daha sonra haberlerden öğrendiğimize göre meğer tankın içerisindeki asker, darbeci komutanından gelen ‘halka ateş et.’ emrini uygulamayarak ‘Ben bu halka ateş edeceğime kendi kafama
sıkarım.’ deyip kendini feda etmiş, komutanın diğer emirleri uygulanamaz olmuş ve milletin de tankların üzerine çıkmasıyla tanklar yolu kapatmaktan başka bir işe yaramaz olmuşlardı. Bu sırada beni hava alanından almaya gelen arkadaşım yakın bir yerde beklediğini söyleyince yanına gittim. Oradaki televizyondan milletin Boğaz içi (15 Temmuz Şehitleri) köprüsünde toplanmaya başladığını görünce biz de hemen hızlı bir şekilde oraya hareket ederek köprüyü işgal eden terörist darbeciler karşısında yerimizi aldık. Millet, köprüyü tanklar ve zırhlı araçlarla kapatan darbecilerin üzerine tekbirlerle yürümeye başladı. Bu sırada tankların önündeki infaz timleri ip gibi dizilmiş ve milletin üzerine ateş ediyorlardı. Bu şekilde gözlerimizin önünde birçok kişinin şehit olmasına ve yaralanmasına tanık olduk. Her vurulanı, insanlar başlarını eğip, yerlerde sürünerek tek tek hızlı bir şekilde ateş alanından çekip kurtarmaya çalışıyordu. Ancak bazen onlar da kurşunların hedefi oluyordu. Bazen bir motosiklet ile bazen bir transit ile hızlıca cesetler ve yaralılar alınmaya çalışılıyordu. Darbeciler gece yarısı ve sabaha karşı tanklardan da iki kez ateş ederek insanları şehit etmeye devam ettiler. Sabah namazından sonra darbecilere karşı, yolu kapatan polisin Toma aracına açılan tank ateşinden seken top mermisi bir taksiciyi yaralamış taksinin önünde park halinde duran motosikleti havaya uçurmuş ve bir baba ile oğul oracıkta şehit olmuşlardı. Büyük bir patlama sesi ile oradaki insanlar irkilmiş ve kan gölüne dönen köprüye şahit olmuşlardı. Darbeciler, uçaklar ve helikopterlerle köprüdeki insanların üzerinden alçak uçuşlar yaparak çıkarılan patlama seviyesine varan seslerle insanları korkutmaya ve dağıtmaya çalışmışlardı. Ortalık bu şekilde büyük bir savaş alanına dönmüştü. Ancak insanların içerisindeki iman nuru, direnişin ruhu ve Allah’a olan teslimiyetleri açığa çıkmıştı ve artık geri dönmek kimsenin aklının ucunda bile geçmiyordu. İnsanlar şehit oldukça yaralandıkça, geride kalanların direnci artıyordu. Bütün bu yaşananlara rağmen sabah namazı vakti girince bir grup ile birlikte teyemmüm abdesti alıp toprakta cemaatle namazı kıldırmak ve kunut duasını okumak nasip oldu. Bunun tadı başka hiçbir yerdekine benzemiyordu.
Mavi Marmara’da bulunan biri olarak o geceden aldığım lezzeti belki de en iyi şöyle ifade edebilirim. ‘Sanki Mavi Marmara’da İsrail askerlerine karşı duruşumuzdaki gibi bir tat ve hissiyat kalbime dolmuştu.’ Daha sonra birbirimizden habersiz birçok Mavi Marmara gazisinin de aynı hissiyatı taşıdığını duyduğumda bu hissiyatın adeta sahihlik derecesi ortaya çıkmış gibiydi. Bizler böyle bir inanç içerisinde darbecilerin karşısına dikilmişken darbecilerin ümitleri yıkılıyor, güçleri kırılıyor ve sabahın 06.00’sında teslim olmak zorunda kalıyorlardı. İman gücünün karşısında kimler ne kadar dayanabilirdi ki? Darbeciler silah bıraktıktan sonra insanlar hem onları teslim almak hem de hınçlarını almak için üzerlerine saldırdılar. Millet, darbecilerin hepsini köprünün ortasına kadar kovalamış, kaçamayacaklarını anlayınca bir kum tepeciği gibi birbirlerinin üstlerine yığılmışlardı. İnsanların gecenin hıncını onlardan almak için üzerlerine çullanmış, yumruklarla, tekmelerle ve kemerleri ile onlara adeta meydan dayağı çekmişti. Her ne kadar sonradan haberlerde yok askerlerin köprüde kafaları kesildi haberleri gelse de çok kısa sürede bunların yalan olduğu ortaya çıkmıştı. İnsanların kimileri de tankların üzerinde sevinç çığlıkları atıyordu. Daha sonra polisler havaya ateş ederek insanları uzaklaştırıp darbecileri teslim aldılar. Bu arada İstanbul Çengelköy’de ve kara harp okulunda darbecilerin işgali, Ankara’da ise uçakların, meclisi ve cumhurbaşkanlığı külliyesini bombalamaları devam ediyordu. Eğer başkent Ankara’daki ve başşehir İstanbul’daki darbe başarılı olsa idi Türkiye’nin birçok ilinde de harekete geçeceklerdi. Bu şekilde Türkiye’nin İslam coğrafyasındaki; Suriye’deki mazlumlara, mücahitlere, Mısır’daki cezaevine tıkılan Müslümanlara, Filistin’de Gazze’deki sıkıştırılmaya çalışılan Müslümanlara ve Afrika’da kardeşlerimize yapılan her türlü yardım bitirilecekti. Türkiye’nin verdiği desteğe set çekerek İslam dünyasını belki de bir yüz yıl daha geriye
götüreceklerdi. Türkiye’yi merkeze oturtan bu darbenin şuurunda olan ümmeti Muhammed, o gece uyumayarak bizleri yakından takip etmiş ve duaları ile Allah’ın yardımının bizlerle olmasını dilemişlerdi. Allah o gece insanların üzerine sekinetini indirmiş, korkuyu almış ve Müslümanların dualarını kabul buyurmuş olarak millete zaferi nasip etmiştir. Bu zaferin sonunda bu millet 62’si polis, 6’sı asker, 181 sivil olmak üzere 249 şehit ve 2196 kişiyi de gazi vermiştir. Allah (cc) şehitlerimizin şehadetini kabul buyursun, kanlarını ümmetin kurtuluşuna vesile eylesin, yakınlarına sabır versin. Gazilerin de bizlerin de ayaklarını hak üzere sabit kılsın. Ümmet olma yolunda, hak ile mazlumlarla birlikte olmayı, birer bayrak olmayı nasip etsin. Allah’ın yolundan gidecek neferler yetiştirmeyi bizlere nasip etsin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?