Acının bütün renkleri bizi söylüyordu. Açlık, susuzluk, ölüm ve keder… Ağıtlar matemin özgün sesi… Bir değil bin anne aynı anda koro halinde yükseltiyordu yüreklerinden kopup gelen feryadı. “Yavrum!..Yavrum!…” diyordu.” Nasıl kıydılar sana?”
Memleket kan ağlarken, gök kızıllığından utanı- yordu. Bana artık gerek yokmuş der gibi… Oyun oynamayı unuttu Kürt çocukları Cizre’de, Sur’da, Silopi’de. Anneler sokak gezmelerinde avunmayı, başka baharlara bıraktı. Genç kızların nakışlarına gözyaşı, saçlarındaki buklelere elemden tokalar düştü. Delikanlılar sevdalarını başka bahara bırakırken bebeklerin ağlaması değişti.
Kurşunlu Camiinde kılınan sabah namazları ne güzeldi. Melik Ahmet’te kıraathanede içilen çayların unutulmaz tadı… Ulu Cami’den dışarı taşan kalabalıkların memleketime kattığı güzelliğe uzanan habis ellerin geride bıraktığı karanlık ortada. Turistlerin peşinden koşup onlara bir iki parça bir şey satmak isteyen Diyarbakırlı çocuklar, dil öğreniyorlardı aynı zamanda. “Howe are you?” “Fine, thanks.” Yükselen ezan seslerinden içimize düşen aydınlığa tahammül edemeyen, İngiliz’in, Alman’ın, Rus’un ve bilmem kim bilir belki daha onlarca ehl-i salibin hayranı uşak tabiatlı insan müsveddelerinin içimi kanattığını söylüyorum. Yangın yeri yüreğim. Sözde Kürt dostlarının Kürtlere kurduğu tuzak, acısı yıllarca unutulmayacak dipsiz bir anafora dönüştü. Göğümde yükselen bulutlar şimdi gözyaşı karışmış yağmur bulutu.
Camileri, çeşmeleri, doğası ve güzel insanları… Hazreti Nuh’un izleri sinmişti her taşına. Mardin medeniyetler yurdu. Silopi muhteşem doğa parçası. Her karış toprağı yekpare, acem mülkünün feda olduğu gizemler şehri. İnsanlığın ikinci atasının mekânlarında dokunan medeniyet hazinesi, peşkeş çekilmek isteniyordu yıllarca Filistinlilere kan kusturanlara. Gazze’de minik çocuklara iş- kence ederek beslenen ne idüğü belirsiz mahlûklar şimdi kirli ellerini sözde yurtsever eldiveniyle benim memleketime uzatarak amaçlarına ulaş- mak istiyorlardı. Dağlarına İsrail bayrağı dikilmek ve Cudi’nin tepelerinden arz-ı mevud marşları çınlatılmak istenirken “Kürdistan” toprakları olarak tarihteki yerini alan coğrafya önce ateistlerin avuçlarına, oradan da Yahudilere vatan edilmek isteniyor. Benim masum kardeşim ise suskun ve kendi hakları savunuluyor sanmakta.
Göz kamaştıran cilalı ve büyülü sözlerin etkisinin kaybolduğunu, hedefin ise sadece Kürtlere dinlerini unutturarak ve onları yeni bir dine yöneltmek olduğunu herkes anladı. Kürtleri geri bırakan şeyin İslam olduğunu her platformda söylemelerine rağmen kimse uyanmadı. Çünkü o söylemin önüne koydukları ideal, arka planın görünmesine engel oluyordu. “Takke düştü kel göründü” hesabı, amaç da ideal de şimdi ortada. PKK ve türevlerinin “başı dumanlı sevdası”nın bizi düşünmediği, hatta yok edip tarihin çöplüğüne atmak istediği besbelli. Selahattin-i Eyyubi’nin Yahudilere verdiği dersi onlar henüz unutmadı. Acısı onları öyle bir zehirledi ki, Kürtleri zillet ve fakru zaruret içine sürükleyerek bunun hesabını sormak istemekteler.
Ateş her yeri sardı. Yüreğime sadece bir yerden düşmedi ateş. Hangi sayfayı aralasam sayfa aralarına sıkışmış çığlıkları duyuyorum. Kimi hür, kimi bastırılmış çığlıklar. Her sayfaya silinmez çizgilerle çizilmiş köklü kıyımların geride bıraktığı mazlûmiyetin resmi var. Mazlumların kitap kapağında “Ölümsüz Mücadele” yazarken, kitabın sayfaları arasından dışarıya doğru gözyaşıyla karışmış kan damlaları sızmakta.
Dünyayı ebedi yurt edinenler, kendi konforlarını pekâlâ düşünen ve bunun için yaşayanlar bile bu standartlarını korumak için savaş arenalarında boy göstermişlerdir. Kendi avanelerini sürmüşlerdir alana. Lakin hiçbir zaman doya doya lezzet alamamışlardır saltanatlarından. Her an elimizden gider korkusu onları öyle bir kuşatmıştır ki, yarım kalır endişesiyle kimi zaman intiharın eşiğine gelmişlerdir.
Ölümsüz mücadelenin kahramanları, kendi ölümsüzlüklerinden değil, davalarının ölümsüzlüğünden söz etmektedirler. Allah’ın insanlık için ortaya koyduğu onurlandırıcı bu davanın ve medeniyet ikliminde yetişecek neslin akan kan ve gözyaşını durduracak çözümü vardır. Asırlardır insanlığı bu sönmez meşaleden uzak tutmak isteyenler, çözümsüzlük içinde çözüm arattılar bilerek… Gözleri ve gönülleri kör eden dünya sevgisi, milliyet sevgisi ve benzeri ihtiraslar, bu çözüme odaklanmamızı aksattı. Görünen odur ki, artık kitleler İslam’ın Medeniyet ikliminde Allah’ın onlara bahşettiği kitaba sarılmak ister. Ölümsüz Mücadelenin erlerinin mazlumiyeti, kan ve gözyaşları içinde yeşeren düşler, kurtuluşun da müjdesidir aynı zamanda. O gün yakındır.