“Önce dindar olmak mı, ahlaklı olmak mı gerekir?”
“Bana insanlığın lazım, dindarlığın değil.”
“Müslüman olmadan önce insan ol.”
“İnsan değilsen Müslüman olman neye yarar?”
“İstediğin kadar dindar ol, ahlaklı değilsen boş.”
“Ahlaksız dindarlık…”
Son yıllarda, yukarıda geçen ifadelere benzer birçok ifadeyle, çokça karşılaşır olduk. İslam ve Müslümanlar için kullanılan bu ifadelere bakıldığında çoğunun gerçeği yansıtmadığı görülecektir. Özellikle bu ifadelerin kaynaklarına bakıldığında, bir kısmının İslam’ı yeterince bilmeyenlerce söylenen sözler, büyük bir kısmının ise, kasıtlı olarak söylenen sözler olduğu anlaşılacaktır.
İnsani ve ahlaki değerler ile din ve dindarlığı karşı karşıya getiren, çatıştıran hiçbir söylem kabul edilemez. Bu söylemlerin büyük çoğunluğu dini, bazı ritüel ve şekillerden ibaret sanmaktan kaynaklanmaktadır. Bu söylemlerde bulunanların zihninde dindarlık, sadece namaz, oruç gibi ibadetler ile sakal, takke gibi şekilsel birtakım uygulamalardan ibarettir.
Çoğu zaman öne sürülen toplumda dindar bilinen kişi veya grupların siyasi imkânlarla elde ettikleri yolsuzluk, torpil, adam kayırma, yalan, adaletsizlik gibi gayri ahlaki davranışları göstermektedirler. Düne kadar başörtüsü yasağı gibi sebeplerle mağdur ve muhalif olan dindarların iktidara geldiklerinde kendi muhaliflerini mağdur ettikleri, dindarların ahlak açısından bir gerilim ve çelişki meydana getirdiği belirtilmektedir. Ayrıca ülkemizde seksen yıldır uygulanan laik eğitimin dini çeşitli ibadetlere indirgemesi bu yanlış anlayışın en önemli sebeplerindendir. Dindarlık sadece camiye ve ibadetlere hapsedilince dinin gerektirdiği ahlak cami dışına çıkamamıştır. Üstelik kamusal alandan dışlanmıştır. Bu sebeple dindarlar açısından, örneğin faizli parayla hacca gitmek gibi çelişkiler sıradan bir hal almıştır. Dinin ahlakı tamamlayan emirleri laik düzenin izin verdiği ölçüde tezahür etmiştir. Laik eğitimin etkisiyle bölmeli, parçacı kafa yapısıyla inanç, ibadet, ahlak ve amel bütünlüğü bozulmuştur.
Bu söylemlerin ideolojik ve siyasi rekabet boyutuna da dikkat çekmek gerekmektedir. Michel Foucault, “söylem” haline gelen bir düşüncenin, ideolojik bir güce kavuşacağını belirtir. Günlük hayatta söylem gücüne kavuşan düşünceler insanları etkiler. Bu açıdan dindarlık ve insanlığı ya da dindarlık ve ahlakı karşı karşıya getiren söylemler, insanların dine karşı seküler ideolojiler yönünde bir eğilime girmelerine ve dinden soğumalarına sebep olmaktadır. Bu açıdan ahlak ve dindarlığı çatıştıran söylemlerin bir kısmı insanların dine önyargılı olmasını amaçlayan bir art niyete sahiptir. Bu sebeple bu tür tartışmalar köpürtülmekte, ahlaksızlığı yapan kişinin dini bir yönü ya da dini bir kurumla ilişkisi varsa o olay tabiri caizse toplumun gözüne sokulmaktadır.
İdeolojik tutumların, ön yargı ve ötekileştirmeyi beraberinde getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu söylemler, kendisi üzerinde ideolojik bir etki oluşturduğu insanların dindarlara karşı ahlakçı, üstten bir dil kullanmalarına ve üstten bir bakış açısına sahip olmalarına neden olmuştur. Bunu en çok dini liderler ve gruplar söz konusu olduğunda taciz, tecavüz, rant gibi ön yargılarla itham etme çabasında görülür. Bu gibi ön yargılı tiplerin kendilerinin dini ve siyasi görüşlerine yakın kişi ve grupların, bahsi geçen ahlaksızlıklardan azadeymiş gibi davrandıklarını görülür. Tam bu noktada bu yaklaşımların ideolojik boyutu ortaya çıkmaktadır. Çünkü ahlak, hiçbir dini ve ateist inancın ya da ideolojinin tekelinde değildir. Bu çelişkinin sebepleri daha geniş şekilde irdelenebilir. Yazının konu bütünlüğünden uzaklaşmamak için dindarlık ve ahlak çelişkisini oluşturan sebeplerden önemli birkaçını böylelikle belirtmek yeterli olacaktır.
Dindar olmak, İslam dininin hükümlerine göre yaşamak, Allah’ın emirlerine uyma çabası ve Allah’ın yasaklarından kaçınma hassasiyeti olarak tanımlanabilir. İnsan olmak, İnsanca yaşamak ise, insan hakları ve hukuku şeklinde evrensel anlamda herkesin kabul edebileceği insani değerlerle yaşamak kastedilmektedir. Bu tür söylemlerde dindarlık ile insanlık iki ayrı değer olarak lanse edilmektedir. Daha doğrusu bu söylemlerle, dindar olmak ile insan olmanın birbiriyle çelişebileceği ya da birbirinden ayrı düşebileceği anlamı dolaylı yoldan savunulmaktadır. Hâlbuki İslam dininin yaptığı dindarlık tanımına uymamaktadır bu tür yaklaşımlar. İslam dini insana bazı tekliflerde bulunmakta, bazı sorumluluklar yüklemektedir. Bu açıdan inanç, ibadet, ahlak ve amel bir bütün olarak dinin istediği dindarlık/mükellefiyet durumudur. İslam’ın istediği bu mükellefiyetleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bir Müslüman, namaz kılıyor ancak yalan söylüyorsa ya da oruç tutuyor ancak kul hakkı yiyorsa o kişiye dindar demek güç olur. Çünkü İslam, sadece kalplere hapsedilmiş meyvesiz, amelsiz bir inancı yeterli görmediği gibi, ibadeti ve toplumsal hayatı da ahlaktan yoksun mümkün görmemektedir. Aslında iyi tetkik edildiğinde, İslami olan ile insani olanın farklı şeyler olmadığı, aslında aynı şeyler olduğu anlaşılacaktır.
Kur’an-ı Kerim insani/ahlaki değerlerin dindar olmak için şart olduğunu birçok ayetinde dile getirilmektedir. Kur’an-ı Kerim, dindarların, İnsanlar arasında adaletle hükmedenler olduğunu,1 anne ve babalarına “öf” bile demeyecek derecede saygılı,2 asla yalan söylemeyen,3 yetimin hakkını asla yemeyen,4 haksız yere bir cana kıymayan, ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapan5 yeminlerini hiçbir zaman bozmayan,6 kınayıcıların kınamasından korkmayan,7 eşleriyle iyi geçinen,8 İsraftan kaçınan,9 birbirlerini ötekileştirmeyen, aşağılamayan, karalamayan, kötü isimlerle çağırmayan, birbirlerinin arkasından konuşmayan, kusurlarını araştırmayan10 güzel ahlak sahibi kimseler olduğunu dile getirmektedir.11
Kur’an-ı Kerim, insanın ulaşmak istediği, gerçek iyiliğin mihverinin aslında iman ve ahlak olduğunu şöyle açıklamaktadır: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!” (Bakara, 177)
İslam dininin ahlaka verdiği önemi, burada sadece komşu haklarına vurgu yapan iki hadisle belirtmeye çalışalım. Bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber (sav): “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez.12 buyurmuştur. Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edilen diğer bir hadis-i şeriflerinde de: Sahabilerden biri: “Ya Resûlallah! Falan kadının nâfile olarak çok namaz kıldığından, çok nafile oruç tuttuğundan ve çok sadaka verdiğinden bahsediliyor, şu kadar var ki diliyle komşularını incitiyor” dedi. Peygamber Efendimiz: “O kadın cehennemliktir.” buyurdu. Sahâbî: “Ya Resûlallah, falan kadının da nâfile olarak az namaz kıldığından, az nâfile oruç tuttuğundan ve az sadaka verdiğinden bahsediliyor, şu kadar var ki diliyle komşularını incitmiyor.” dedi. Peygamber Efendimiz (sav): “O, cennettedir.”13 buyurdu.
Görüldüğü gibi ahlaki açıdan Müslüman olmanın gerektirdikleri ile İnsan olmanın gerektirdikleri tamamen aynı şeylerdir. İkisi de aynı derecede önemlidir. İkisi birbiriyle çelişmez. Şayet çelişir gibi görünüyorsa orada ya dini sanılan ya da insani sanılan durum sanıldığı gibi değildir. Çünkü din insan içindir, yaşadığı sürece insanı mutlu etmek içindir. Dinin insanı merkeze alan beş temel amacı vardır. Dini hükümlerin tamamı bu insani değerleri/hakları korumak için vardır. Bütün dini yorumlar ve mezhepler bu beş ilkede ittifak etmişlerdir. Onlar şunlardır: Canın korunması, malın korunması, aklın korunması, neslin ve dinin korunması. İslam dininin nihai amacı ise hem iyiliğe hem de kötülüğe meyilli olarak yaratılan insanın tabiatını/fıtratını iyilik yönünde korumaktır. Bu sebeple İslam’da iyilik ve güzellik, iyilik ve takva, iyilik ve sevap birbirinden ayrılmazlar. Her türlü iyilik ve ahlaki davranış ibadettir.

Kaynakça
1) En’âm, 151 2) İsrâ, 23 3) Mü’minûn, 8 4) Nisâ, 2 5) En’âm, 151-152 6) Nahl, 91 7) Mâide, 54 8) Nisâ, 19 9) En’âm, 141 10) Hucurât, 11-12 11) Kalem, 4 12) Müslim, İman, 73 13) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 440

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?