Hak ile batılın mücadelesi küresel düzlemde devam ediyor. Tıpkı bundan bir asır önce olduğu gibi Mark Sykes, Georges Picot ve Lawrenceleriyle geldiler. Kirli emellerini gerçekleştirmek için vahşi medeniyetleri ve hain düşünceleri ile ellerinde cetvellerle geldiler. Irkçılık ve milliyetçilik zehriyle renklerimizin, dillerimizin, düşüncelerimizin arasına kalın duvarlar ördüler. Önce içimizden Hüseyin Şerifleri seçtiler. Ardından Bağdat’ın, Halep’in, Kahire’nin, Payitaht’ın şah damarlarını kestiler.

Biz bir vücudun azaları iken cerrahi operasyonlarla organlarımızı morfinlediler. Yekvücut olan bedenimiz; kol, ayak ve gözlerimizi hissetmedi. Kalbimiz artık başka atıyordu, ne Kudüs ne Mekke ne de Medine için. Damarlarımızdaki kan farklıydı, zehir saçıyordu bedenimize. Tek tek kalelerimiz düştü en acımasız yırtıcıları yuva yaptı mabetlerimizde.

Müşrik Ebu Cehil’in, yahudi Huyey b. Ahtab’ın ve Gatafan’nın “Ahzap” orduları yine kapımızda… Bu defa isimleri Trump, Putin, Netanyahu, Macron… En ihtişamlı ordularıyla, fosfor bombalarıyla, kimyasal silahlarıyla, en ölümcül uçaklarıyla, füzeleriyle, denenmemiş silahlarıyla kapımızdalar. Adları bizim gibi olan, ama bizden olmayan piyonları Sisileriyle, Halife Hafterleriyle, Muhammed bin Selmanlarıyla, IŞİD’leriyle, Haşdi Şa’bîleriyle içimizdeler. Tıpkı Hendek’te olduğu gibi tüm çocuklarımızı, kadınlarımızı, erkeklerimizi yok edecek güçte ve sayıdalar.

Evet, “Ahzap” orduları yine kapımızda! Paylaşılmayan toprakları paylaşmak için şehirlerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi hatta evlerimizin en kılcal damarlarını işgal etmek için kapımızdalar.

Allah adına, Peygamber adına, İslâm adına ve mukaddesat adına hiçbir şey kalmasın diye. Ümmetin yer altı yer üstü zenginliklerini, petrol-gaz yataklarını, servetimizi işgal etmek, zenginliklerine zenginlik katmak, zulüm üzerine inşa edilmiş saltanatlarını sürdürmek için kapımızdalar. Medeniyetimizi, tarihimizi, birikimimizi talan etmek için, kardeşi kardeşe kırdırmak ve Arap-Kürt-Türk savaşını çıkarmak için, kızlarımızın, erkeklerimizin İslâm mizacını bozmak, namusumuzu ve haremimizi çiğnemek için çeşit çeşit entrikalarıyla yine kapımızdalar.

İçimizdeki münafıklar çoktan bu savaşı bırakıp evlerine geri döndüler. Peki ya biz, beyaz bayrağı çekip her şeyimizle düşmana teslim mi olacağız. Peygamber efendimiz korkudan gözlerin yuvasından çıktığı o “Ahzap” gününde Şam’ın, Kisra’nın ve San’a saraylarının müjdesini veriyordu. Zulüm ve zillet yağdıran bu çağda tüm mazlumlar için umut meşalesini yakıp zifiri karanlıkları İslâm nuru ile aydınlatmalıyız. Daha ölmedik, ârâftayız deyip yeniden sarsılmayan bir iman, yeni bir ruh, taze bir heyecanla yola çıkmalıyız. Uyuyanlar kalkmalı, oturanlar yürümeli, yürüyenler ise koşmalıdır bu mübarek yolda.

Kardeşlik ruhunu pekiştirerek kalplerimizi, düşüncelerimizi, acılarımızı birleştirmeli “biz birlikte varız” sloganıyla yola çıkmalıyız. Karnımıza taşlar bağlayarak kutsal davanın mücadelesini vermeli, yeryüzündeki sebepler tükendikten sonra gökteki sebeplere sarılarak Rabbimizden “Ahzap” ordularını yok edecek Ebabiller dilemeliyiz.

Elbette yeryüzünde herkesin bir hesabı vardır. Ancak Allah’ın hesabı tüm hesapların üstündedir. Rabbimizin hesabı içinde değerli bir sayı olmak dileğiyle…

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?