Anlatmaya gerek var; çünkü görmüyorsunuz, çünkü görmüyoruz, çünkü görmüyorsun ey nefsim! Çünkü kalbini uyandıramayanların zillet yüklü kervanlarının çölünden, gaflet uykusundan âzâde olanların gülistanına tebdil-i mekân eyleyemedin. Çünkü gaflet uykusuna yatanlar için sabah yoktur, bunu bilemedin. Çünkü zordur Yusuf’u sevmek; Yakup olsan gözlerin, Züleyha olsan güzelliğin gider. Birçok şey, kazananlara çok daha iyisi geri verilmek üzere ödünç alınmıştır, bunu düşünemedin. Kat kat fazlasıyla ödüllendirileceğin ebedî bir âleme yolculuk yaparken, iyi amellerinin küçük bir bavulu doldurmasına bile müsaade etmedin. Ey gaflet uykusundan harap olmuş nefisler! Fakire sadaka verirken cüzdanınızdaki en bozuk parayı arıyorsunuz. Ellerinizi göğe açarken ise cennetteki en iyi köşkü istiyorsunuz!
Her sorana yolu tarif edip de o yolda kaybolmuş kimseleriz biz. Yahudisi, Hristiyanı, küfredeni, münâfığı, günahkarı, fâsığı, yol bilmeyeni; bu dünyanın meşgalesi ile, oyuncakları ile, günah ve haramları ile hemhal oluyor, İslam’a ve İslam’ın tüm güzelliklerine saldırıyorlar da sana ne oluyor ey Müslüman? Neden onlar gibi yaşıyorsun? Neden onlar gibi bir hayat sürüyorsun? Hatta bazen onların bile yapmadığı şeyleri yapmaktan utanmıyor musun? Müslümanım diyorsun; ama en azılı mücadeleyi yine Müslümanlara karşı veriyorsun. Kurtlar bir köye saldırır. Fırıncının, kasabın ve camcının köpeği canla başla köyü savunur. Ancak içlerinden en fazla mücadele eden, camcının köpeğidir. Kurtlar zor da olsa kendilerini mevzilerine atarlar ve başlarlar genel istişare toplantısına: ‘Fena hırpalandık.’ der biri. Diğer bir kurt: ‘Adamlar müthiş savunma yaptılar.’ diye ekler. Üçüncü kurt ise sorar: ‘Arkadaşlar, ben kasabın ve fırıncının köpeğini anladım. Biri ekmekleri, diğeri de etleri koruyordu. Peki, bu camcının köpeğine ne oluyor? O neyi koruyordu da bu kadar düşmanlık etti bize?’
Muhyiddin-i Arabi: ‘Akıllı insan, kalbine gelen düşüncelerin hangisinin Allah’tan, hangisinin nefsinden veya melek yahut şeytan gürûhundan geldiğini ayırt edebilen kişidir.’ der. Feraset sahibi her Müslümanın, içinde bulunduğu çağın tuzaklarına karşı mevzi alması gerekir. Birçok şey birçok defa göründüğü gibi olmadı. Zaten her şey göründüğü gibi olsaydı eline aldığın deniz suyu bile mavi olurdu. Evet, insanların zahirini biliriz; batınını bilmek bizim işimiz değildir. Fakat bize kurulan tuzaklara düşmemek için de önlem almalıyız. Müslüman kimliğimizi sessize almadan, Meşhuriyet Çağının oyuncakları ile oyalanmadan, cehalet denizinin fırtınalarında boğulmadan, gam ırmağında yüzmeyi öğrenerek, tecrübe kuyusundan içip ilim deryasına yelken açarak ve gerekirse ölümü ayakta karşılayarak dünya seferimizi tamamlamalıyız. ‘Gölgede duranların değil, güneşe çıkanların gölgeleri olur.’ derler.
‘Sadece kendi sesini duymaya ergenlik, sesini duyurmaya gençlik, başkalarının sesini duymaya olgunluk, sessizliğin bile sesini duymaya yaşlılık denir.’ der bir yazar. Artık kardeşlerimizin sesini de duyacak bir olgunluğa ne zaman erişeceğiz? Bu gaflet uykusundan uyanmak için evimizde bir yangının çıkması gerekecekse -evet biliniz ki – o yangın evin tamamını sardı. Öyle ki yastık bile alev aldı. İslam Ümmetinin tüm coğrafyaları cayır cayır yanıyor. Yeryüzünde Müslümanların mübarek kanından daha ucuz bir sıvı kalmadı. Mazlum Müslümanların şeref ve haysiyetleri ayaklar altına alınıyor ve birçoğumuzun zerre umurunda olmuyor. Allah’a iman edenlere başlarını sokacak bir ev bile bırakmadılar. Katliamlardan kaçarak sığındıkları çadırları bile onlara lüks olarak gördüler. Bırakın yardım etmeyi, yardım edenleri bile rahat bırakmadılar. Kendi başlarına gelmediği müddetçe yaşanan olayların hiçbiri umurlarında olmadı. Hâlbuki Müslümanlık böyle bir şey değildir. Her anımız kayıt altına alınıyor ve biliniz ki her şeyin hesabını Rabbimize vereceğiz. Whatsapp’ı silerek verilerimizi kurtarabiliriz. Peki kendi amellerimizdeki verileri nasıl sileceğiz?
‘Şunu iyi bilin ki: Üzerinizde bekçiler (Hâfizin), değerli yazıcılar (Kirâmen Kâtibin) vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.’ (İnfitar, 10-12)
Nasıl bir dönemdeyiz biz? Hayret etmemek mümkün değil! “Ahir Zaman” denilen çağ bu olsa gerek. Eskiden masum kadınlara iftira atarlardı. Şimdi erkekler iftiraya uğruyor. Camilerde bir buçuk metre mesafe var ama yine de dolmuyor. Yediklerimize dikkat edelim derken kastettiğimiz helal ve haram değil, kalori oluyor. Kişinin bilmediğini bile bilmediği bir zamandan geçiyoruz. Gönlü yârda olanın gözü yerde olur; ama ne gönlümüz yârda, ne de gözümüz yerde!‘Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.’ derler. Dermansız bir derde yakalandık. Çünkü dert etmediğimiz için derman da bulamıyoruz. Düşen bir uçak gibiyiz; fakat uçuyor gibi görünüyoruz. Biz artık; Müslümanım diyenlerin, İslam’a hakareti fikir özgürlüğü olarak gördüğü bir çağda yaşıyoruz. Biz artık; koyunlara, rehberlerinin eşek olduğunu anlatmanın zorluğuyla sınanıyoruz. Biz artık; yalanın en kötüsü olan, doğruya en yakın yalanlarla imtihan oluyoruz. Biz artık; bildikleri güzelliklerle amel etmeden, bilmedikleri çirkinlikleri öğrenmeye çalışan bir nesle şahitlik ediyoruz. Yaşlı bir amcamız bir gün şöyle dedi: ‘Evladım, bu öyle bir zaman ki ölmeyen ölene imreniyor.’ İstediğin kadar taşlardan kork veya onlardan nefret et, en sonunda başında bir mezar taşı olacak. Zaten mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir.
Artık uyanma vakti de geçmek üzeredir. Bismillah deyip tüm gaflet uykularından uyanmanın vakti geldi de geçiyor. Bismillah ne güzel bir başlangıçtır. Siz hiç hırsızlık yapan veya adam öldüren birinin Bismillah ile başlayıp bu çirkin işleri yaptıklarını duydunuz mu? İşte bu yüzdendir ki Bismillah ile başlanan bir işte günah olmaz. Bu gerçekten büyük bir nimettir. Daha önce işlediğimiz günahlarımıza öyle bir tövbe edelim ki ömrümüzün geri kalan kısmının tamamında Bismillah ile başlamadığımız bir işimiz olmasın. Kalplerimiz Bismillah lafzının hararetiyle yansın. Ruhumuz Kur’ân-ı Mübin’in hakîkatleri ile uyansın. Yazımızı İbn-i Arabi’nin duasıyla bitirelim;
‘Hakîkatleri, kelimelerin kalbine indiren Allah’a hamdolsun!’

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?