Buruc suresinin hayatım üzerinde ciddi etkileri olduğunu, bu sureden çıkardığım derslerle ifade edebilirim. Şu ana kadar çok defa bu sure hakkında hem araştırma hem de doğru anlama yoluna girdim. Öyle ki bu zamanın zalimleri de bu surede bahsedilen zalimlere benzemektedir. Mazlum ve mağdurları da bu surede bahsedilen masum insanlara benzemektedir. Ancak bir grup insan ise maalesef kendi hendeklerini elleriyle, ayaklarıyla, gözleriyle, kalbiyle ve eylemleriyle kazmakta, içini ahiret ateşiyle doldurmaktadır. Bütün bunları dikkate alarak, kendimin de işlemiş olduğu günah ve kusurları Allah’ın affına sunarak, nefsimi ve benimle aynı günahları işlemiş kardeşlerimin nefislerinin ıslahı ve yeniden uyanışı adına bu yazıyı kaleme aldım.

Buruc: hendek/ arzda kazılmış derin ve uzun çukurlara, kanallara denir.

Tarihin değişik dönemlerinde, Bağdat, Yemen, Şam, Habeşistan, Mısır, Roma gibi yerlerde, değişik tarihlerde, değişik dönemlerde ve değişik mekanlarda kafirler sırf Allah’a iman ettiler ve imanlarından dönmediler diye içi ateş dolu çukurlar kazarak Müslümanları diri diri acımadan o hendeklere attılar. Orada diri diri öldürdüler Müslümanları… Bu hendeklerin ne zaman, nerede, hangi tarihlerde, kimler tarafından kazıldığının aslında hiçbir önemi yok. Burada geçmişten günümüze kadar hala kafirlerin Müslümanlara karşı düşmanlıklarının devam ettiğini ve aynı mantık ve yöntemle zulümlerini sürdürdüklerini görüyoruz.

Diğer taraftan bizlerin acınası hali de ortada… Zira geçmişte insanlar, bahsettiğimiz hendeklere Allah’ı Rab kabul ettikleri için ateş dolu hendeklere atılırken bugün Müslümanlar isteyerek hatta koşarak ateş hendeklerine atıyorlar kendilerini…  Bizim hendeklerimiz o inançlarıyla bütünleşmiş insanların hendeklerinden daha farklı… Bizim hendeklerimizin içini; zevklerimiz, mallarımız, şeytani ve nefsani arzularımız, haram sevdalarımız, diplomalarımız, modaya düşkünlüğümüz vs. doldurmaktadır.

İspanya’nın Devlet Başkanı Francisco Franco’ya sormuşlar:

-Yahu sen bu koskoca ülkeyi nasıl idare ediyorsun?

-Bundan kolay ne var ki, aldım yanıma avanelerimi, benimle birlik olanları her şehre yüz binlik beşikler yaptırdım, insanları orada uyuttum. Ve böylece bende kendi işime baktım.

Herhalde cuma günü gibi Müslümanlar için değeri Allah ve Resul’ü tarafından onaylanmış bu özel günün akşamına bilmem ne dizisini koyan adamların niyeti de aynen böyle olsa gerek… Ve tabiî ki iş bununla da kalmayacak; eğer biz bir an evvel bu gaflet uykusundan uyanmazsak, kendimizi, ailemizi ve toplumumuzu bu günahlardan alıkoymazsak bunun dahası da hep olacaktır. Her akşama yemek programlarından ardından, içinde şeytanın çekiciliği olan diziler takip edecektir. Ve biz Müslümanlar her akşam televizyona kulluk etmeye davet edileceğiz ve hatta bu davete zevkle icabet edeceğiz ve içinde dünya ve ahiret ateşlerinin olduğu hendeklere aklımızı başımızdan alan türlü türlü zevklerimiz yüzünden içine düştüğümüzü anlayamayacağız bile…

Ve böylece İslam dünyasında Müslümanların bugün içine atıldıkları hendeklere karşı bizi uyutmaya, uyuşturup duyarsızlaştırmaya devam edecekler. Bugün bizler ölüm, zulüm haberlerini yemek yerken çok rahat izleyebiliyoruz artık. Sanki izlediğimiz şey bir facia değilmiş gibi… Duygularımızı körelttiler de bizim haberimiz yok.

Bütün bunlardan güdülen amaç aynen şudur:

Yani bizim bütün günlerimiz, zamanlarımız, anlarımız dolu olsun da biz Allah’ı hiç hatırlamayalım.

Ölümü tefekkür etmeyelim; ahireti, hesabı, kitabı hiç hatırımıza getirmeyelim. Ve böylece bizlere haydi bakalım bugünün hendeklerine de siz düşüverin diyorlar. Ve biz Müslümanlar da binlerle, yüz binlerle itiraz etmeden gömüldük ve gömülüyoruz bu hendeklere…

Ancak işin acı tarafı bu çukurlara bu hendeklere gömülen insanlar dünya ateşiyle yanmadıklarından ahiret ateşiyle yanacaklarının farkında bile değiller. Dünün ‘ben en çok Allah’ı, sonra Peygamberimi seviyorum’ diyen dimağı tertemiz çocuklar, bugün akidevi açıdan düzgün bir eğitimden geçemedikleri için beş, altı, yedi yaşlarında iken hendeklere düşüveriyorlar. Çocuk; ‘sınıfımdaki Ayşe’ye âşık oldum’ diyor, anne babası sırtını sıvazlayıp ‘vay… oğlum bu yaşta âşık olmuş’ deyip yanlışı süslü göstererek ta o yaştaki çocuklarını içi ateş dolu hendeklere kendi elleriyle itiyorlar maalesef…

Zina yapan kadınlara zina yapabilir vesikası tanıyarak, koruma altına alan kanunlar çıkartarak, insanları içi ateş dolu kanunları benimsemeye davet ettiler. İnsanlara da cazip geldi, hemen tabi oldular. Hakeza faiz, içki ve benzeri haramlar da Müslümanlara cazip geliyor. İşin acı tarafı, bu durumu Müslümanlar itirazsız kabul ediyor, rıza gösteriyorlar. Aslında Ashab-ı Uhdud kıssasında biz Müslümanlar için ibret olacak çok ciddi mesajlar var.  Kafirler için de ibretler vardır. Dün Ashab-ı Uhdud ahalisini sırf Allah’a iman ettiler ve imanlarından dönmediler diye ateş dolu hendeklere atanlar nasıl ki Allah tarafından can yakıcı azaba uğrayacaklarsa, Peygamber Aleyhisselam döneminde de Mekke Müşrikleri, İslam’a teslim olan ve İslam’ı tebliğ eden Müslümanlara yaptıkları zulümler karşılığında elbette can yakıcı azaba uğrayacaklardır.

Bugün 20. Asırdan bu yana Müslümanlara ateş dolu çukurları hendekleri kazanlar da o azaba uğrayacaklar. Buruc suresinde özetle anlatılmak istenen birinci husus budur. İkincisi ise, o zaman cayır cayır ateşte yanma pahasına da olsa Ashab-ı Uhdud sabretmiş ve dinlerinden dönmemişler, Mekke Müslümanlarını ya da 20. Asrın Müslümanlarını da her türlü bela ve işkenceye rağmen hiçbir işkence, hiçbir bela, hiçbir barikat, hiçbir yasa dinlerinden döndürmemelidir. Müslümanlar bugün de aynı sabrı, aynı metaneti göstermelidirler. İşte surede anlatılmak istenen ikinci hususta budur.

Devamla bu surede anlatılmak istenen üçüncü husus ise, kafirlerin sırf iman ettikleri için Müslümanlardan nefret etmeleridir. Müslüman Allah’a inandığı için kafir, Müslümanı sevmemektedir. Dolayısıyla kafirle Müslüman arasındaki bu kavga kıyamete kadar devam edecektir. Hak ile batıl arasındaki bu kavga kıyamete kadar hiç bitmeyecektir. Hak, batıl karşısında güçsüz olsa bile batılın Hakkın varlığına asla tahammülü olmaz. Misal, ben öğretmen olarak çalışmaya başladığım ilk dönem, Din dersi öğretmeni olmama rağmen çocuklara namaz ibadetini öğretmeye çalışırken, çocukların namaz kılmasını yasaklamaya çalışan öğretmenler gördüm. Örtümüzden dolayı hiç tanımadığımız öğretmenlerin gündeminden düşmüyorduk. Muhatap olmamaya çalıştığımız halde bizimle uğraşmaktan vazgeçmeyen insanlar gördük. Bizim namaz kıldığımız mekâna öğrencileri halay çekmek için gönderenler, ayakkabılarla namaz kıldığımız yere basılmaması gerektiğini hatırlatmıyorlardı bile… Yani hak batıl ile vuruşacak güçte olmasa bile, hak batıl karşısında susmayı tercih etse bile, batılın asla hakka tahammülü yoktur. İşte bu surede Rabbimiz yine bu hususu anlatır bize. 

Dördüncü husus ise; iki grupta (Müslümanlar ve Kafirler) bilmelidir ki Allah, her şeye şahittir. Allah (cc) kafirlerin zulmünü de Müslümanların sabrını da görmektedir. Mekke döneminde Bilal-i Habeşi’yi (ra) sırf Müslüman oldu diye işkencelere maruz bıraktılar, göğsüne kayalar koydular, kızgın güneşin altında kavrulmuş kumlara yatırdılar. Yasir ailesinden ilk İslam şehidi Hz. Sümeyye’yi (ra), müşriklerin azılılarından Ebu Cehil cesedini parçalayarak şehit etmişti. Yine müşrikler, oğlu Ammar’a da demir bir gömlek giydiriyor ve güneşin yeryüzünü bütün sıcaklığıyla kavurduğu sırada dışarı çıkartıyor, demir gömlek içinde işkence ediyorlardı.  Ve onun gibi nice inanmış Müslümanlara o dönemde firavun işkencelerini aratmayacak işkence ve zulümleri Müslümanlara reva görüyorlardı. İşte tam o dönemde Allah bu sureyi inzal etmiştir. Bununla şu mesaj verilmek istenmiş olabilir:

 ‘Ey Müslümanlar hakarete maruz kaldınız diye sakın üzülmeyin. Dün Semud Kavmi de zulmediyordu, Nemrut’ta zulmediyordu ama siz onların akıbetlerinin ne olduğunu gördünüz. Allah onların her birini yerin dibine batırmadı mı? Allah onların hepsini kahretmedi mi? Endişelenmeyin ey 20. Asrın Müslümanları, ey Mekkeli Müslümanlar sizde endişe etmeyin. Sizde aynı metaneti gösterdiğiniz zaman Cenab-ı Hak sizin düşmanlarınızı da yerle bir edecek ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyacak’

Mekke’de zulmün kol gezdiği bir zamanda Allah bu sureyi inzal ederek Mekkeli Müslümanları hem teselli ediyor hem de onları cennetle müjdeliyor, cennetle serinletiyor. Öyleyse genç kardeşlerim! Gelin bizde Rabbimizle bir sözleşme yapalım ve Ashab-ı Uhdud gibi canımız pahasına da olsa bu sözleşmeye sadık kalmaya gayret edelim.  Rabbimizin bizim için belirlediği sınırları koruyalım. Haramına haram, helaline helal diyebilelim. Rabbimizin rızasını kazanmak gayesiyle İslam’ı bir bütün olarak kabul edip hiçbir maddesini dışlamadan bu ulvi dine ve bu ulvi dinin Rabbine iman edip teslim olalım. Böylece hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında selam ve esenlik bizimle olsun. Bizi eşsiz gayemize ulaştıracak sloganlar belirleyelim. Kendimiz için ve hayatımız boyunca o sloganlarımıza sadık kalmaya gayret edelim. Misal;

Hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilmez diyelim

Önümüze ne koyarlarsa koysunlar biz her zaman ve mekân da yalnızca Hakkın hatırını yüceltelim inşaallah. Böylece El-Hak olan Rabbimiz de bizleri batıldan koparıp Hak ile Cennetin en ulvi mekanlarına ulaştırsın. Unutmayalım ki ancak zahmette vardır rahmet… Velhamdulillehi Rabbil alemin …

Şehadet Taş

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?