Yesrib’ten Medine’ye 

Evs ve Hazrec, İslamiyet’ten önce adı ‘Yesrib’ olan Medine şehrinde yaşayan iki akraba kabileydi. Aralarında sık sık savaşlar olurdu… Bu savaşlardan sonuncusu aralıklarla 120 yıl kadar süren ‘Buas’ harbidir. Bu süreçte, Yesrib şehrinde yaşayan Yahudi topluluklarının bir kısmı Evs, bir kısmı da Hazrec kabileleri ile ittifak ederek bu savaşın içinde yer almışlardır.  Evs kabilesi

Yahudilerden Benî Nadîr ve Benî Kureyza kabileleri ile Hazrec ise Benî Kaynuka kabilesi ile ittifak halindeydi. Yahudi topluluğu bu sayede yarayı istediği gibi deşiyor, ekonomisini ve gücünü bu şekilde koruyordu.

Her iki kabilenin de bu savaştan kurtulmak istedikleri, ama bunu bir türlü gerçekleştiremedikleri bilinmektedir. Böyle bir ortamda Peygamberimiz Hz. Muhammed ve insanlığa getirdiği İslam dini, onlar için bir kurtuluş oldu.

Nitekim Hz. Muhammed doğduğu Mekke şehrinde büyük baskı içerisindeyken, Evs ve Hazrec kabilelerinden bazıları, I. ve II. Akabe Biatı ile O’nun peygamberliğini tanımışlar ve kendisini şehirlerine davet etmişlerdi.

Sonuçta 622 yılında Hicret hadisesi gerçekleşti. Böylece Yesrib’te yaşayan Evs ve Hazrec kabileleri aralarındaki savaş tamamen sona erdiği gibi, aynı zamanda her iki kabile Mekke’den Yesrib’e göç eden muhacirlere yardım eden, ‘Ensar’ topluluğu haline geldi.

Bu savaşın sona ermesinde Hz. Muhammed’in liderliği ile İslamiyet’in insanlığa getirdiği barış mesajı etkili olmuştur. Böylece bitmeyecek zannedilen savaş bitmiş, Yesrib şehri ‘Medine’ adını alırken İslâm, birbirlerinin kanına susamış canavarlardan bir çırpıda sevgi ve şefkat timsali salih insanlar inşa etmiş, Evs’den Sa’d b. Muazlar, Hazrec’den Enes b. Malikler, Ebu Eyyub el-Ensarîler çıkarmıştır. Çünkü kardeşlikleri iman ile mayalanmıştı. Ve bu şekilde Allah’ın şu ayetini hatırlıyoruz:

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki, doğru yolu bulasınız.”(Al-i İmran | 103)

 

1789’dan Beri 

 

 1789’da, Fransa’da yapılan ihtilal sonucu milliyetçilik diye bir akım ortaya çıktı. Akımın rüzgarı o zamanki bütün toplumları etkiledi. İhtilal ile birlikte halklar birbirinden kopmaya, kardeşlik zedelenmeye başladı. Herkes bir diğerini kötüledi, onunla alay etti, haset etti ve ayrılığa düştüler. Yani Kur’an’ın sakınmamızı istediği bütün halleri yaşadık. Dünyaya görülmemiş bir medeniyet dersi veren İslam’ın çocukları başkalarının oyuncağı oldu. Osmanlı Devleti’nin içindeki milletler de bu akımdan etkilendi. Önceleri İslam için birlikte savaşan milletler şimdi birbirlerine karşı savaşıyorlardı. Batılı devletler bunu iyi kullanıp Müslümanları birbirinden ayırdılar. Herkesin bir devletçiği olmuştu. Fakat bazılarına da devlet olma yetkisi verilmedi, parçalara bölündü ve istedikleri gibi yönlendirmek için hazırda beklettiler. Tıpkı Kürdistan gibi. Kürtleri dört parçaya böldüler ve bir araya gelmemeleri için bütün çabalarını sarf ettiler.

Ne hikmetse 1789’den beri kavimlerini ön planda tutup İslam’a sırt çevirmiş Müslümanlar hala huzuru bulamadı. Devlet kuruldu ama huzur kayboldu. Saadeti devlet kurmakta gören Müslümanlar büyük bir yanılgıya düşmüştü. Kimileri bunun farkına erken vardı kimileri de hala idrak etmemiş.

Kitaba Dair 

Kitap, Anadolu’daki ve Kürdistan’daki Müslümanları Evs ve Hazrec kabileleri gibi tekrardan birbirine düşman etmeye, onları birbirlerine kırdırmaya çalışanlara karşı büyük bir âlimin mücadelesini İslami bir zeminde sürdürmesini konu edinmekte. Seyda Mele Said derin yapılar tarafından Kürdistan’da zulümlerin had safhaya çıkarıldığı, köylerin yakıldığı, alimlerin meçhul bir şekilde öldürüldüğü ve buna tepki olarak bir kısım gencin dağa çıktığı bir kısmının da silahlanarak dağdakilere karşı savunmayı öngördüğü bir zamanda köy köy, şehir şehir gezerek cesurca İslam’ı anlatmayı şiar edinmiş birisidir. Ayrıca dağa gitmiş oradakilerle konuşmuş, davanın hak ama yöntemin yanlış olduğunu oradakilere söyleyen bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Seyda, iki ismini Şeyh Said ve Bediüzzaman Said-i Kürdi’den almış olup Kürtlerin hak ve hukukunu savunduğu için çokça bedel ödemiştir iki Said gibi. Verdiği Kürtçe bir vaazla görevinden uzaklaşmasıyla başlayan eziyet serüveni şehadetle taçlanmakta ve gönüllerde taht kurmaktadır.

Bir diğer önemli karakter de önceleri mücadelesini dağda sürdürürken  daha sonra Seyda’dan etkilenen ve dağdan inip İslami bir metodla hak aramayı kendine düstur edinen Agit’tir. Yine Agit’in,ders verdiği için dağa kaçırılan, İslami duruşundan etkilendiği, hem davasına hem de kendisine aşık olduğu Zeynep de bu yola gönül veren mücahidelere örnek bir Müslüman Kürt kızı şahsiyetini sunmaktadır.

Kitapta ‘kavga’ kelimesi bilindik anlamın aksine ‘islami bir şekilde hakkını arama mücadelesi’ ne tekabül eder. Seyda’nın, halkın içinde bulunduğu durumlara İslami çözümler araması, halkına “Ey Kürt Halkı! Hürriyetimizi Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle aramalıyız, başka düzenlerin ve sistemlerin ölçüsüz ölçüsüyle değil!” demesinden de anlaşılmaktadır. Yine Kitapta ‘welat’(Kürtçe’de ‘vatan-ülke’ demek)  kavramını “Gidip gencecik askerleri öldürerek değil, Kürtleri bir birlik altında toplayıp sesimizi bir meclisten önce Müslüman kardeşlerimize sonra tüm dünyaya duyurmak esastır. Bu birliği ise ancak Kur’an sancağı sağlar.”  sözünden anlıyoruz ki welat kavgası sadece Kürdistan’ın değil bütün İslam Aleminin welat-vatan kavgasıdır.

Nihai Çıkış Yolu: İSLAM 

Yesrib’in,  Allah Resulü’nün (sav) hicretiyle Medine’leştiği günden itibaren Yahudilerin otoritesine yer kalmamıştı. Artık Evs ve Hazrec Kabileleri üzerinde ne olumlu ne de olumsuz hiçbir etkiye sahip değildi yahudiler.  Peygameberin aralarındaki fitneyi bitirdiği o Müslümanlar dünyaya eşi benzeri görülmemiş bir şekilde medeniyet taşıdılar. Diyar diyar gezip İslam’ı anlattılar ve zulme karşı savaştılar. Afrika’yı Asya’ya, Arabistan’ı Avrupa’ya kardeş yaptılar. Bizler bugün aynı şekilde bu davayı Allah Resulü(sav) gibi yaşamalı ve yaşatmalıyız. Ashab gibi İslam’ı gönüllere ulaştırmalı, hakkımızı İslam ile aramalıyız.

Hülasa, kavgası-davası İslam olanın, kazanacağı çok şey vardır. Kavgası bir milletin veya bir zümrenin davasını gütmek olanın, kaybedeceği çok şey vardır. Asıl kazananlar ashab-ı güzin gibi Kur’an-ı ve Sünnet’i kuşananlar olacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?