İslâm coğrafyasının çok derin yaralar alıp darmadağın olduğu bir dönemde Selahaddin-i Eyyûbi gibi büyük dava ve hareket önderlerinin hayat hikâyelerine yeniden göz atmak yerinde bir davranış olacaktır. Bir zaman ve mekân karşılaştırması yaparak içinden geçtiğimiz bu zor dönemlerden çıkış reçetelerini düşünmek gerekmektedir.
Selahaddin’i “Selahaddin” yapan asıl şey, üstlenmiş olduğu İslâm davasını daha ileriye götürme noktasındaki kararlılığıdır. Bu kararlılık, ona sürekli bir aktivasyon kazandırmıştır. Sürekli hareket, sürekli tekâmül ve devamlı olarak davaya hizmet eden etkili projeler…
İyi bir eğitim almış olması, Kürtçenin yanında Türkçe, Arapça ve Farsçayı anadili gibi çok ileri derecede bilmesi, hafızlık eğitimi almış olması ve sürekli o dönemde ümmetin içine düştüğü krizden çıkış yollarını tefekkür etmesi, Selahaddin’i başarılı kılan ve bir o kadar da ön plana çıkaran etkenlerdir.
Konjonktürü, çevreyi, havayı iyi koklamak; toplumlara etkili bir şekilde insanca dokunmak, onları anlamaya çalışmak ve de kavimlerin temel problemlerini doğru tespit etmek, “etkili liderlik” müessesinin işleyişini kolaylaştırmaktadır. İşte Selahaddin, bu manada önemli bir liderlik örneği sergilemiştir.
Öncelikli olarak Fatımî fitnesinin önüne geçmiş ve kısa bir sürede Mısır’ı ele geçirerek Fatımîlere son vermiştir. Ardından çok derin ilmî faaliyetlere başlamış, kurumsallaşmış ilim mekânları/medreseleri kurmuştur: Dâru’l-kurrâ, Dâru’l-hadîs, Dâru’l-hendese gibi medreseleri açmış olması; Fatımîlerle, Batınî hareketlerle ve diğer önemli toplumsal sorunlarla mücadele ederken Selahaddin’in ilme verdiği önemi göstermektedir.
Kudüs fatihi (Conqueror of Quds) lakabı verilmiş olan Selahaddin’in en önemli özelliklerinden biri de Kudüs sevdasıdır. Kudüs, her Müslümanın hayallerini/rüyalarını süsleyen önemli bir şehirdir. Lâkin Haçlıların elindedir. Ele geçirilmesi, Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilen kutsal fethin yeniden ümmete hediye edilmesi gerekmektedir.
Selahaddin, Kudüs’ü fethetme hususunda kararını vermiştir. Çünkü artık kendi devletinin iç birliğini sağlamıştır. Abbasî halifesinin ve İslâm dünyasının desteğini önemli ölçüde almıştır. Bununla beraber Haçlılar boş durmamaktadır. Ordu birlikleri yollara dizilmiştir. Anadolu’dan Kudüs’e doğru ilerlemektedirler. Küfrün bu sömürgeci-emperyalist orduları, Anadolu’dan geçerken etrafa zulüm saçmaktadır.
Belki de Müslümanların bir kurtarıcı beklediği bir dönemdir. Selahaddin, Hittin Savaşında (1187) Haçlıları bozguna uğratır. Kaçanlar kurtulur. Kaçmayanlar kılıçtan geçirilir ya da esir alınır.
Kudüs zor bir şehirdir. Şehrin etrafı surlarla ve hendeklerle çevrilmiştir. Bunların kısa sürede aşılması gerekmektedir. Hendekler aşılır. Zorlukların üstesinden gelinir. Savaşçılar, görevlerini hakkıyla yerine getirmiştir. Selahaddin’e uyku yasaktır. Muhasara uzadıkça uzamaktadır. Kudüs kolay bir şehir değildir. Ve Kudüs, Selahaddin’i özlemle beklemektedir, bu yüzden uyanıktır. Çünkü İslâm bayrağının surlarda dalgalanmasına az kalmıştır.
Sene 1187. Bir Cuma günü. Kudüs teslim alınır. İlk hutbe ve Cuma namazı kılınır. Artık fetih gerçekleşmiştir.
Neden bu detayları yazıyoruz? Bizim için bunların bir önemi var mıdır?
Elbette ki, bunlar önemli detaylardır. Selahaddin’in yaptığı en önemli şey, hedef göstermiş olmasıdır. Paramparça olmuş, yaralanmış olan bir ümmetin ortak bir hedefinin olması gerekmektedir. Selahaddin, Kudüs’ü geri alacağına kendini inandırmıştır ve bu hedefe koskoca bir ümmeti de kilitlemiştir. Sadece hedef birlikteliği yaşayan bir ümmetin başarılara imza atabileceğine inanmaktadır.
Kavimlerin hedef birlikteliğini tarihte çok az lider başarabiliştir. En önemli başarı da şüphesiz her şeyin allak bullak olduğu bir dönemde bunu gerçekleştirebilmektir. Bunun için ümmetin yetimlerinin, bu toprakların çocuklarının, Arapların, Türklerin, Kürtlerin, Zazaların, Farsların ve diğer kavimlerin Selahaddin’in de önemsediği aşağıda sıralanmış ilkelere uyması gerekmektedir:
1. İslâm davasına inanacağız ve hedefe kilitleneceğiz. Bilinmelidir ki, bizleri izzetli ve şerefli yapan İslâm’dır. Bu dava bizim için su-hava gibidir. Bu olmadan bizler yaşayamayız, ayakta duramayız. Davaya inandıktan sonra da davanın bizlere aşıladığı hedeflere kilitlenebilmeliyiz. Bu hedef “kardeşlik ve barış” olmalıdır. Bu hedef Kudüs olmalıdır. Bu hedef, ümmetin tüm kavimlerinin kendi kültür, onur, haysiyet ve şereflerini en güzel şekilde tezahür ettirebileceği ümmetin birlikteliği olmalıdır.
2. Tevazudan asla ödün verilmemelidir. En büyük liderlerin hayatları tevazu örnekleriyle doludur.
Selahaddin de tevazu konusunda önemli bir örnektir. Askerleri onun yanındayken kendilerini asla bir sultanın yanında hissetmemişlerdir.
3. Münakaşadan uzak durulmalıdır. Bugün birçok İslâmî yapılanmanın merkezlerinde çok gereksiz tartışmalar yapılmaktadır. Oysaki bu tür tartışmaların hemen hemen hepsi daha önceki asırlarda yapılmıştır. Bunlar yeni tartışmalar değildir. Ve tartışmalar hususunda da sünnete katiyetle ittiba etmek gerekmektedir. Tartışmalarda/münakaşalarda hayır yoktur. İlmî olmayan tartışmaların ümmete faydası yoktur. Bunlardan berî olmak gerekir.
4. Adaletten asla vazgeçmemek gerekir. Unutmamak gerekir ki, düşmanlarımızın da adalete ihtiyaçları vardır. Bir sistem küfür düzeni olabilir, ama -gerçekleşmesi zor olsa dahi- sadece adaletle yönetilebilir. Unutulmamalıdır ki, sistemler esasında adalete riayet etmedikleri için sosyal buhranlar ortaya çıkmaktadır.
5. Basit hataları görüp büyütmek, görülmemesi gerekeni görmek, işitilmemesi gerekeni işitmek de bireyleri/toplumları küçük düşüren, onları zayıflatan hususiyetlerdendir. Selahaddin, bu çerçevede kendi insanının, tabir yerindeyse, kendi kumaşının farkındaydı ve küçük hatalara asla takılmamıştı. Selahaddin, aslında devrinin büyük fotoğrafını görüyordu. Bu durum, onun büyük fotoğrafın detaylarını görmediği anlamına da gelmemelidir. Ama şu bir gerçektir ki, Selahaddin’in gördüklerini devrin birçok önde geleni de görmemekteydi.
6. Selahaddin; büyük-küçük, zengin-fakir, Müslüman-gayrimüslim herkesin gönlünü fethetmenin peşindeydi. Halklarla olan münasebetleri bunu açık bir şekilde göstermektedir. Böyle yaptığı için de farklılaşmaktadır. Umut vadeden önder/lider seviyesine çıkmaktadır.
7. Cömertliği önemsemek gerekmektedir. Savaşlarda birçok ganimet ele geçirilir. Ele geçirilen bu ganimetler, çoğu zaman asıl sahiplerine/halka/muhtaçlara dağıtılmıştır. Selahaddin’in yaptığı budur. Ganimetleri kendine de saklayabilir, malını mülkünü çoğaltabilirdi. O, bu anlamda İbni Haldun(1332-1406)’un fikirlerinin kristalleşmesi için önemli bir örneklem olarak kabul edilebilir. Selahaddin, kazancını halka dağıtır. Halka yardım eder. Fakirleri gözetir. Onların hayır dualarını kazanır. Böylece devletinin ömrünü uzatır. Sonuçta adalet tesis edilir. Savaşlarla boğuşan kavimler/halklar derin bir nefes alır.
Selahaddin’i Örneklem Olarak Seçen Müslümanlar, Türkiye’deki Kürt Sorununun Çözümü Sürecinde Neler Söyleyebilir?
Türkiye’de bir süreç başlamıştır. Bu sürecin ana aktörleri Müslümanlar ve Siyasal Sosyalist Kürt Hareketi (HDP-PKK-KCK vs.) yöneticileridir. Müslümanlar, pozisyonları gereği bugün devlet adına masanın aslında her iki tarafında da kendilerini düşünmek zorundadır. Bugün Türkiye Devleti Cumhurbaşkanını, Başbakanını ve de bu süreci yürütenleri sadece devlet yöneticileri olarak düşünmek doğru değildir. Çünkü bu kişiler, ayrıca yıllarca şimdilik yumuşatılmış/insanîleştirilmiş gibi görünen mevcut rejim tarafından uzun bir süre boyunca dışlanmış, cezalandırılmış ve ötekileştirilmişlerdir. Dolayısıyla bu şahsiyetler, bu kapsamda “hikâyesi olan” birçok Müslümanın da ortak aklını temsil etmektedir.
Selahaddin, tarafların rahatlıkla lider olarak kabul ettiği ve “kendilerinden biri” olarak gördüğü bir Kürt Sultanıdır. Onun problemler için ürettiği çözüm önerileri, teklifleri, icraatları mevcut demokratikleşme sürecinin olumlu olarak sonlandırılması açısından dikkate alınmalıdır. Bu teklifler şu şekilde özetlenebilir:
“Kardeşlik ve Barış” ortak hedef/kaygı/gaye olarak ilan edilmelidir. “Çatışmasızlık” ilkesi ne olursa olsun önemsenmelidir. Taraflar tevazuyu elden bırakmamalıdır. Bu yapılmadığında tarafların elindeki aygıtların ölüm kusma konusunda acımasızca davrandığı tecrübelerle sabittir. Kısır tartışmalar, hedefe bizleri ulaştırmaz. Aksine bizi hedeflerimizden uzaklaştırır. Dolayısıyla bu tür tartışmalardan uzak durmak gerekir. İnsanî/fıtrî tüm hakları gözeten bir “adalet” anlayışı; ne pahasına olursa olsun hemen tesis edilmelidir. Kürdistan bölgesindeki adi suçlardan/meselelerden tutun büyük siyasî davalara kadar birçok dava “adil” bir şekilde taraflar, maslahat, çıkar ilişkileri gözetilmeden sonuçlandırılmalıdır. Taraflar bu konuda birbirlerine yardımcı olmalıdır ve sürekli “iyi niyetlerini” deklare etmelidir.
Bu tür projeler sürekli birileri tarafından bilerek ya da bilmeyerek sekteye uğratılmaya çalışılabilir. Bu konuda “kararlı bir iradeyi” taraflar korkusuzca sergilemelidir. Taraflar birbirlerine “güvenmek” zorundadır. Ve sürekli “güven” telkin edilmelidir. Çatışmalardan etkilenen, 80’li yıllardan sonra köyünden, memleketinden ayrılan, ayrılmak zorunda kalan ya da bu sorun kapsamında zarar gören herkese taraflar, aşırı derecede ırk, dil, din, mezhep farkı gözetmeksizin Selahaddin gibi “cömert” davranmalıdır. Siyasî temsiliyetin önündeki engeller kaldırılmalı, anayasanın bu çerçevedeki maddeleri orta vadede değiştirilmelidir. Milletin meclisinde makul çoğunluğu olduğu halde temsil edilmeyen hiçbir görüş kalmamalıdır. Bize göre makul çoğunluk (%1) yüzde birdir.
İntihâ: Selahaddin, Müslümanlar arasında birliği sağlamak zorundaydı. Çünkü Haçlılar, Avrupa’dan kalkıp her tarafı yakıp yıkarak yollara düşmüş, asırlar süren yürüyüşlerini gerçekleştiriyorlardı. Yoksa bugün de durum böyle değil midir?

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?