Kimi batının neon ışıklarından gözleri kamaşan insanlar, hala batı kültürünün gönüllü elçiliğini yapmaya devam ediyorlar. Olur olmaz vesilelerle, bilerek veya bilmeyerek, batının kokuşmuş kültürünün reklamını yapıyorlar. Hâlbuki aklıselim ve insaflı batılıların kendileri de batı kültürünün, başta batı olmak üzere, tüm insanlık için ne denli yıkıcı bir hal aldığının farkındadır. Değişik vesilelerle uyarılarını da yapmaktadır.

Durum böyleyken bizim mahallede hala birilerinin körü körüne batı hayranlığını sürdürmeleri, anlaşılır değil. Kanaatimiz odur ki, aklıselim aydınlar, siyasetçiler ve sözü olanların, bu konuda daha yüksek seslerle uyarılar yapmaları gerekmektedir. İşte biz de avazımızın çıktığı kadarıyla bu konuda uyarılar yapıyoruz ve batı rüyasından uyanmanın vakti geçmektedir diyoruz.

“İbahiye”yi, yani sınırsız ahlaksızlığı, özgürlük olarak gören; sadece imanî değil, insani dengesi de şaşmış olanlara pek anlatabilecek sözümüz yok. Çünkü batının pembe örtüsü onların gözlerini örtmüş durumdadır. Dolayısıyla o pembe atardan, batı kültürünün kapkara gerçeklerini görmeleri mümkün değildir.

Ama üzülerek görüyoruz ki, nice mütedeyyin, muhafazakâr kimselerde de aynı tavrı görmek, gerçekten üzücü… Hele hele bir ayağı batıda olan; bizim mahalleden olan kimi siyasiler ve bürokratların ısrarla aynı tavrı sürdürmelerini hiç mi hiç anlamıyorum. Acaba diyorum, bunlar birileri tarafından yanıltılıyorlar mı? Batı ülkelerine yaptıkları ziyaretlerde misafir oldukları beş yıldızlı otel odalarından ibaret mi görüyorlar. (ki bu çok da mümkün bir ihtimal değildir.) Ya da elleri mahkûm olup başka çıkar yol mu bulamıyorlar? Yani bir asırdır batının siyasi, ekonomik ve kültürel kuşatmaları; onları, yönlerini batıya dönmeye mecbur mu bırakıyor?

Yok, eğer bizim mahalleden olan siyasetçi ve bürokratlar, gerçekten batının bu zavallı ve acınacak halini özümsemişler de kabullenerek savunuyorlarsa, o zaman ruhlarına Fatiha okumanın zamanı geçmiş bile demektir. Ama artık bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır. Özellikle mevcut iktidar ve bizim mahalleli siyasiler, bu konuda somut adımlar atmayıp batıya gözü kapalı teslimiyete devam ederlerse, iktidarlarının sonu uzak değildir. Özellikle ahlakî yozlaşma ve aile politikalarında gayretullaha dokunmaya başlamıştır. Halkın sillesini bilemem ama Hakkın sillesi çok çetin olur.

Doğru ve Faydalı Olan Elbette Alınır Doğu Batı Fark Etmez

Batının teknolojik terakkisi ve üstünlüğü malum. Gerçi, “Batının bilim ve teknolojisi, İslâm’ın ilim sofralarının atıkları üzerine bina edilmiştir.” Bu konuda yakında kaybettiğimiz Fuat Sezgin birazcık incelense, onun eserleri üzerinde göz gezdirilse, bu gerçek net olarak anlaşılır. Bu kabilden insaflı tüm batılı bilim adamlarının hayranı oldukları ve örnek aldıkları İslâm âlimlerinin hayatları incelenebilir. Ebû Bekir Râzî, İbni Sînâ, Bîrûnî, Farâbî, Câbir b. Hayyân, Ömer b. Hayyân vs.

Bilim ve teknolojide batıdan istifade etmeye hiçbir aklıselim Müslüman, itiraz etmemiştir ve etmez de. Kur’ân ve Sünnet bu konuda bize sadece kapıları açık tutmuyor. Aynı zamanda ilmî ve teknolojik gelişmeyi, bir görev olarak omuzlarımıza yüklüyor.

İşte bu konudaki ayet ve hadislerden kısa bazı örnekler:“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) “…Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”(Nahl, 43)

“Hikmet (ilim, bilim ve marifet) müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.” (1) “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (2)

“Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir. Allah’ın (c.c) kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse. Allah’ın (c.c) kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (3)

Şer ve Kötülüğe Hayır

Takdir edersiniz ki, “muasır medeniyet” ifadesini yıllardır ağızlarına sakız yapanların asıl kast ettikleri, batının sınırsız ahlaksızlık diyebileceğimiz, kokuşmuş kültürüdür. Tabi muasır medeniyet diyerek gözü kapalı yüzünü ve yönünü batıya çevirenler, tabi ki, bu konuda açık konuşmuyorlar. Bir muamma şeklinde “muasır medeniyet” dedikleri tılsımlı bir deyim geliştirmiş, bununla bir nevi göz boyama ve hipnoz yapıyorlar.

Çünkü onlar da biliyorlar ki, muasır medeniyetle, kısaca LBGT de diyebileceğimiz, sınırsız ahlaksızlığı kast ettiklerini açıkça ifade etseler, foyaları meydana çıkacak ve emelleri boşa çıkacaktır. Bu sebeple lafı dolandırıp duruyorlar. Açık ve net konuşmuyorlar. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, çağdaşlık vb. tılsımlı sözlerle, karanlık emellerini örtmeye çalışıyorlar.

Böylelikle kendilerince hem kapkara niyetlerini örtmüş oluyorlar, hem de İslâm’ın ilime ve bilime karşı olduğunu iddia ile büyük iftira kampanyalarını organize ediyorlar. Ondan sonra gelsin yaygara ve vaveylalar… “irticaya hayır” “ülkeyi orta çağ karanlığına döndürmeyeceğiz” “Arap İslâm’ı-Acem İslâm’ı” “örümcek kafalı” “çember sakallı” vs.

Özellikle başını birçok feminist örgüt ve “kadem” in çektiği son yıllardaki kadın ve aileyle ilgili düzenlemelerin altına imza atmaları, bu düzenlemelerin yasalaşması sürecindeki tutum ve davranışları, anlaşılır gibi değil. Neredeyse tamamı, tamamıyla batıdan fonlanan bu STK ve örgütlerin başat başarılarından biri de Avrupa uyum yasaları çerçevesinde yapılan “İstanbul anlaşmasıdır.”

İnsan sormadan edemiyor. Bunlar batıda ailenin çoktan yıkıldığını görmüyorlar mı? Ailenin yıkılmasıyla tüm ahlakî ve insani değerlerin alabora olduğunu görmüyorlar mı? Batının işgal ve sömürülerle uzatmaları oynadığını hala görmüyorlar mı? Şu hâlde batı hipnozundan kurtulup kendi değerlerimize dönmeliyiz. Batı insanlığa şer ve ifsattan başka bir şey vermemiştir. Dolayısıyla 1450 yıl önceki cahiliyenin çağdaş versiyonu olan batı kültüründen, başta İslâm ümmeti olmak üzere; batılı, doğulu, kuzeyli güneyli tüm insanlık kurtarılmalıdır. Geç olmadan…

Batının İslâm diyarı ve üçüncü dünya ülkeleri denilen mazlumlardan sömürdüğü biraz maddi gücü vardı, o da suyunu çekmeye başladı. Son yıllardaki krizler, bunun öncü sarsıntılarıdır. Maddeyi, parayı putlaştıran, haz ve şehvet ve hazları ilahlaştıran batı kültürü, yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü zulümle abad olunmaz.

Batının Dürüstlük Hipnozu

Bir başka garip durum da bizim mahalleden olanların; batıyı cilalayan ifadeleridir. “İnsanlık batıda var” “Dürüstlük batıda var” “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” yani batılılar çok sağlam ve dürüstler. Ama Müslümanlar ise sahtekâr, dolandırıcı, çürük, beş para etmez, demeye getiriyorlar. Ama işin farkında olanlar, elbette neyin ne olduğunu görüyor ve biliyorlar.

Bir kere şunu önden tespit edelim ki, biz batı kültürüne ram olduktan sonra bu hale geldik. Biz böyle değildik. Biz ahireti dünyanın çok önünde ve üstünde tutan İslâm medeniyetine mensubuz. Bizim medeniyetimizin temel felsefesi: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Batının temel felsefesiyse: “Her şey benimdir alta kalanın canı çıksın.” Biz tüm yaratılanı severiz yaratandan dolayı. Ya batı kültürü? İslâm hiçbir beşerî ideolojiyle kıyaslanamaz. Kokuşmuş batı kültürüyle ise hiç kıyas kabul etmez.

Neden İslâm ülkeleri geri kaldı diyenlere deriz ki, bunun da asıl sebebi, yine vahşi batıdır. Bakınız biz kendimizi bildik bileli batı, İslâm diyarında işgal, katliam, sömürü ve talanlarına devam ediyor. Yine biz kendimizi bildik bileli, herhangi bir İslâm ülkesinden batıya herhangi bir saldırı ve işgal girişimi olmamıştır. Zaten buna imkânları da yok. Ama batının İslâm ülkelerine, mazlum coğrafyalara vahşi saldırıları hiç durmadı.

Öyle saldırılar ve sebep olduğu öyle yıkım ve dramlar ki, bunların binde biri batı ülkelerinde olsaydı, kıyamet kopardı. Batının sevgi saygı, şefkat merhamet ve fazilet ve erdem soyutlanarak robota dönüştürülmüş insanı, bu yaşananların binde birine tahammül edemez. Tüm mezalimler, artarak devam ediyor…

Yakın ve uzak tarihi incelediğimiz de batasıca batının tarihi hep böyle zifiri ve hep karanlıktır. Batılıların ellerinde hep mazlumların hesapsız kanları var kıpkızıl… Kursaklarında da hep ve her zaman mazlumların emek ve nafakaları vardır…

Tüm bunlara rağmen batılıların; “insan hakları” “adalet” “özgürlük” vb. insani değerlerden bahsetmeleri ne kadar çirkin ve abes. Batının bu hali, fahişenin namustan bahsetmesi gibi bir şey… Ama batılı ne yapıp edip elindeki kitle iletişim organları, mazlum diyarların tüm köşelerine ustaca, sinsice ve sağlam bir şekilde yerleştirdiği her kesimden işbirlikçi hainler vasıtasıyla tüm bu kahpelik ve zulümlerini örtmeyi başarmaya devam ediyor. Örtmek ne ki. Üstüne üstlük kendisini mazlumların hamisi, ebedi özgürlük bekçisi, adaletin mercii olarak tanıtmayı da beceriyor. Tabi yerseniz…

Batının bu iki veya çok çok yüzlü tavrı garip değil. Çünkü batılı emperyalistlerin mayası bozuk bir kere… Ancak ya yıllardır batıyı “muasır medeniyet” diye afra tafra tanıtan kimi siyasilerimiz, sanat erbabımız, elitlerimiz vs. çevrelere ne demeli? Hadi siyasilerin ve batıyla menfaat ilişkisi olan iş erbabının eli mahkûm diyelim…

Ancak daha garibi, bizim buradaki gurbetçilerimiz içinden bir kısmın, hala batı kültürünün reklamını yapıyor olması. Demek illüzyon devam ediyor. Kitle iletişim araçları öylesine yoğun bir şekilde batı kültürüne yıkama yağlama çekiyorlar ki, albenili cilalar tüm pislikleri, kapkara çehreleri örtüveriyor. Hipnoz edilmiş yığınlar, görmek istemese de gerçekler, ilelebet kapalı kalmaz. Öyle ya, gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma huyu vardır.

Tabi tüm bu gerçekleri gören insanların sayısı kesinlikle başını kuma gömenlerden daha fazla. Ama her zamanki gibi gerçekleri görenlerin sesleri ya çok cılız çıkıyor. Ya da çıkan sesleri hipnoz halinde olanların naraları ve kuru gürültüleri içinde kayboluyor. Kitle iletişim organlarının ipi de kendini bilmez ahlaksızların elinde olunca, gerçeklerin sesi hepten kayboluyor. Duyulmuyor.

Buyurun size batıdan çok küçük bir özet: 18 yaşından sonra, hiçbir sınırı olmayan bir gençlik düşünün. Okuma, çalışma, bir aile içinde yaşama, akşam evine gelmek gibi hiçbir bağı olmayan bir nesil. Tamamen kendi isteğine göre yaşama serbestisi olan bir nesil. Kendisi istemediği takdirde hiçbir şeye zorlanamayan hiçbir gücün zapt edemediği bir gençlik düşünün. Kaldı ki, çokları, daha 16’sını doldurmadan yuvadan firar ediyorlar. Yuvaya da yuva denir mi? O da ayrı bir mevzu…

Batı kültüründe meşru bir şekilde evlilik artık ciddi bir sorun sayılıyor. Dolayısıyla yuvalar eğreti… Nikâhsız beraber yaşayan çiftlerin oluşturduğu; günlük, haftalık, birkaç aylık veya işler yaver giderse birkaç yıllık beraberlikle oluşmuş yuvalar… Stüdyo daire veya bekâr evleri… Çocuk zaten yok. Bir aile olma gibi bir hedef, karşılıklı sadakat ve sorumluluk bilinci hak getire… Zaten evlilik yerine beraber yaşamanın en büyük nedeni, ömür boyu bir kişiye mahkûm olmamak. Aksine istediği zaman istediğiyle olmak. Mümkünse ve gerekirse, elbise değiştirir gibi “partner” değiştirmek…

Saygı sevgi, büyük küçük, anne baba, şefkat merhamet, yardımlaşma dayanışma, düşenin elinden tutma falan… Bunlar çoktan modası geçmiş şeyler. Kapitalizmin, “her şey benimdir. Altta kalanın canı çıksın” ilkesiyle büyüyen, sonra zaman içinde buna, “ibahiye” (sınırsız ahlaksızlık) anlayışını ekleyen batı kültürü çökmüştür. Bugün batı toplumu, müzmin ve iflahı mümkün olmayan bir hastadır. Sadece Avrupa değil, batı kültürüne ram olmuş tüm toplumlar, aynı durumdadır maalesef. Şu hâlde doğulusu batılısıyla tüm insanlık, bu kapkara cahiliyeden, bu batı cenderesinden kurtarılmalıdır. Selam… Dua…

 

Kaynakça:

1)Tirmîzî, İlim 19; İbni Mâce, Zühd 17. 2)Müslim, Zikr 39. Buhârî, İlm 10. 3)Buhârî, İlm 15, Müslim, Müsâfirîn 268.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?