Cemil Meriç’in Doğu-Batı, sağ-sol çatışması gibi konulara değindiği kitabı… Cemil Meriç kitabında Türkiye’deki edebiyat ve siyaset dünyasını, Doğu’nun fikir âlemini ve önemli düşünce insanlarını ele almaktadır. Meriç kitabı için şunları söylemiştir: “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülâkata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği…”
Tefekkür bir arayıştır, içtimaî bir arayış… Bu kitap, bir davetten ibaret, birlikte aramaya davet. Yazarın tek düşmanı vardır: Bağnazlık. Düşüncenin bütün huysuzluklarına, bütün hoyratlıklarına, bütün çılgınlıklarına selâm…
Cemil Meriç gibi bir üstadın ifadelerinin bizim ifadelerimizle ne kadar hacimli bir metinler dizisine dönüşeceği müphemdir. Bir sanat galerisinde bulunan resim eserlerini, başka bir mekânda bulunan birisine metinlerle izaha çalışmak tadını bilmeyene balı anlatmak gibidir. Bizim de üstadın Bu Ülke sini anlatmamız, bir üstadın fırçalarından çıkmış resmi kelimelerle anlatmak gibi olacaktır.
Okurken “Ne güzel kitap!” diye tanımladığınız bir kitap hakkında “Bunu daha önce hiç düşünmemiştim, ama galiba doğru” veya “Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.” şeklinde önce okuyucunun teslimiyetinin gerekliliğini bildiriyor yazar. Sonra anlamak ve sonra hüküm…
Yazarın gerçekten değeri varsa düşüncesini bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini birden söylemez yazar. Söylemek de istemez. Cemil Meriç’in yazılarını okurken de yazarın belirttiği şekilde siz onun söylemek istediklerini, sislerin arkasında şekillenmekte olan siluetin heyûlâ gibi mi olacağını ya da masal ülkesinin büyüleyici güzelliklerinin mi ortaya çıkacağını okudukça anlarsınız. Sislerin arkasında cisimlerin ortaya çıktığını görürsünüz, fakat bu cisimler kâh cam gibi net, kâh fludur. Fotoğrafçının kimyayı kullanarak sanat yaptığı gibi… Aynı zamanda bu sis aralanırken cesursunuz ve meraklısınızdır. Altın bulmaya ümitli simyacı gibi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz.
Yazar, entelektüel hayatı üzerinde etki yapan kitaplardan söz ederken; Rıza Tevfik’in Kâmûs-u Felsefî’si, Selim Sırrı’nın Terbiye-i Bedeniyye Nazariyyâtı, İbrahim Ethem’in Terbiye-i İrâde’sini hayatına yön veren kitaplar olarak tanıtıyor. Suç ve Ceza baştan sona okumuş olduğu ve çevirdiği ilk yabancı kitap. Bu kitabı anlarken Şemseddîn Sâmî’nin Kâmûs’unu karanlıkta fener olarak kullandığını da belirtiyor.
Cemil Meriç’in yazılarında önce karşınıza yalnız ve tedirgin bir adam ortaya çıkar. 1940’lara kadar yazılarını ukalaca bulur. Çıraklık dönemim dediği 50 yaşına kadar düşünceyi Batı düşüncesi olarak bilir. Öğretmenlik yaparken Batı düşüncesini tanıtmak için çırpınıyor. Ya Batılı olacağız ya da Batı kültürünün azat kabul etmez sömürgesi… Marks’ı tanımaya çalıştığı dönemlerde, Marksist olarak köşeye sıkıştırıldığını anladığında ruhî buhranlarından bir sığınak, bir kaçış, bir yaşama gerekçesi gördüğü Marksizm’e sarıldığını görüp Marksist sanabilirdiniz onu…
Ve sonra Sosyalizm… Fakat O, 1968’lere kadar insanlığın düşünce tarihini tavaf eden bir şakirt olarak görüyordu kendini… Siz onu neci olarak nitelerseniz fark etmez. O başkalarının neler düşündüğünü öğrenmeye çalışıyordu çıraklık döneminde… Yazar o dönemin problemlerine kimsenin kafa yormadığından yakınıyor. Sağı inzivaya çekilmiş mazlum ve muzdarip, solu da manasını anlamadığı bir reçeteyi kekelerken buluyor. Düşmanlık ve iletişimsizliğin kırılamayan fasit daire olduğunu belirtiyor.
Yazara göre düşünce tezatlarıyla bir bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmektir. Yazar, herhangi bir tarikatın sözcüsü olmadığını, reçete yazacak bir formülünün olmadığını da belirtiyor. Darağacına da gitse tekrarlayacağı tek hakikatin her düşünceye saygı olduğunu ifade ediyor.
Yazar bu ülkede düşüncenin değil ideolojinin ön planda olmasından duyduğu yakınmaları sık sık dile getiriyor. Dört yıl Hindistan’ın Ganj kıyılarında vecitle dolaşıp sağcı olarak nitelenmesine, 20. yüzyılın onunla başlamasına rağmen iki yıl Saint-Simon’la uğraşmasına da solcu etiketi yapıştırılmasına da şaşıyor. Hâlbuki yazar araştırmalarını etiket için değil ideal uğruna yapıyordu. Hint’i yazarken amacı Asya’nın büyüklüğünü haykırmak, kuruntuları ve iftiraları yok etmek idi. Fakat her iki kitap peşin hükümlerin rahatını kaçırdı. Ne sol memnun oldu ne sağın hoşuna gitti.
Yazar o dönemin rüzgârına neden kapılmadığına şöyle sebep gösteriyor: Sağ okumuyor, bağırmak gereksiz çünkü ortada. Sol diyalogdan kaçıyor, küskün… Sol, sağın gösterdiği dostluğu göstermiyor. Sebep ise kime olduğu belirsiz ihanet… Düşünce birliği rüzgârda yanan kandil misâli… Yazara göre birlik; düşünen insanlar arasında olmaktadır, kaleminin kuvveti mümkün olduğu kadar tarafsız oluşundan kaynaklanmaktadır. Onun hükümlerini tayin eden ihtirasları değil… Tek kurtuluş imkânı da izahların dünyasına yolculuk ve fetih.
Yazarın İstanbul’da çıkan ilk yazıları tercüme bürosunun kepazeliklerini ortaya çıkarmıştır. O edebiyata sürünerek değil, prens olarak girmiştir. Dolayısıyla Cemil Meriç’ten ilk yazılarıyla son yazıları arasında büyük bir fark beklenmez. Üslupta ilk üstad gördüğü Sinan Paşa’dır, sonra Süleyman Nazif, Cenap ve Ahmed Haşim…
Cemil Meriç’in amacı okuyucuyla yazarı ayıran engellerin hepsini yok etmektir. Yazara göre gerçek entelektüel sesini sadece hiziplere haykırmakla kalmamalı, ülkesinin haklarını da düşman dünyaya haykırmalıdır. O ya da bu sınıfın ideolog veya demagogu olmak değil, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmek önemlidir. Tabi böyle bir düşünce şairane bir ütopya kalabilir “Bu Ülke”de…
İnsan kucağında yaşadığı toplumdan kopamaz, kopsa da okunmaz veya anlaşılmaz. Bu ütopyadan öteye gidebilmek için en mükemmel silah kalemdir. O silahla karanlıkları devirip aydınlık çağlara ulaşmak mümkündür. Tarihe mal olacak, ebediyete yol açacak fetihler, kalemle yapılanlardır. Yazarın ilginç bir yönünü de tespit ediyoruz yazılarında… Hakikatte kendilerini konuşturduğu düşünce adamları, bir yönüyle yazarın tercümanlarıdır. Yazar, bir Balzac’ın bir İbni Haldun’un bir Machiavelli’nin arkasına gizlenmekte ve kendini onlarda bulmaktadır. Onları seçme nedeni kendini sahneye çıkarmak istememesi, bir şöhretin arkasına gizlenme ihtiyatından bazen de onlarla boy ölçüşebileceğini kanıtlamak gibi bencillikten gelmektedir kendince…
Cemil Meriç’e göre bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da gerek yoktur. Fakat bu eksikliği telafi edecek ölçüde dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri, hakkında ansiklopedi yazacak kadar tanısın. Asillerini adi’lerinden ayırsın. Hiçbir düşünce taşımayan, kimse tarafından anlaşılmayan karanlık kelimeler vardır. Her dilden lügatler elinizde bulunmalı ki, okuduğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmasın.
Avrupa’nın tahlilci zekâsı bilgiyi; dinî ve dünyevî diye ikiye böler. O’na göre dinî kültürle dinî olmayan kültür farklı kavramlardır. Dünyevî diyerek kültürü toprağa zincirleyen anlayış da bir ideoloji yani bir aldatmaca değil midir? Batının dünyevî dediği kültür, yazara göre Batı’nın hâkimiyetini sağlamlaştırmak için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideolojidir. Haçlı seferlerinden beri saldırının amacı tektir. Kılıçla kazanılmayan zaferi yalanla kazanmak… Tahrip edeceklerinin yerine sahtelerini yerleştirmek için kullandıkları araçlar ise ideolojilerdir.
Cemil Meriç’e göre Avrupa’nın Tanzimat’tan beri emeli de Osmanlı aydınındaki mukaddesi öldürmek, onun yerine kendi mukaddesini aşılamak olmuştur. Avrupa’nın bir mukaddesi zaten yoktu, amacı düşmanını istediği kalıba sokacağı şuursuz ve iradesiz “etnik” bir toz yığını haline getirmekti.
Cemil Meriç’in, Bu Ülkede ilerlerken edebiyat ve fikir dünyasının karanlık dehlizlerini aydınlattığını, bizim göremediğimiz hayret verici yanlarına şahit olduk. Kendini ve bakışlarını iç dünyasına çevirip şuurun mağarasında kendi gölgesiyle karşılaşmasını anlattı bize… Entelektüel bir yazarın nasıl derece derece yoğrulduğunu gösterdi bize… Sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiçbir zaman tasvip etmediğini, özellikle sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı-solcu gibi anlamsız tasnifler yapıldığını keşfettik yazılarında… Yazılarına da aksettiği gibi yazarın hayatına iki kelime hâkim olmuştur:
Öğrenmek ve öğretmek.
Gördüklerini çağdaşlarıyla görüşmek ve tattığı zevki onlara da tattırmak, onun tek emeli olmuştur her zaman…

Kaynakça
MERİÇ, Cemil, 2004, Bu Ülke, İst.,İletişim Yay.
ALATLI, Alev, 1987, Cemil Meriç’i Anlayabilmek, Türk Edebiyatı S., 166, s., 21-24.
ÇETİN, Göksal, 2007, Sağ ve Sol Karşısında Cemil Meriç, İst., Artus Yay.
MERİÇ, Mahmut Ali, 2008, Entelektüel Bir Otobiyografi, “ Bu Ülke “ , İst., İletişim Yay., 30. Baskı.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?