Bir yanımız gurbet… Bir yanımız ötelere sevdalı. Yitik cennetin çocukları dünyalı olalı beri, ötelere sevdalıyız. Bir türlü bu dünyalı olamadık. Olamayız da. Âdem’in çocuklarıyız. Annemiz Havva’nın cennetten soluklandığını, bunun özlemiyle dolu olarak dünya hayatını yaşadıklarını biliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, annemizin zihnini bulandıran şeytan, aramızdadır. Türlü desiselerle bizimle de uğraşmaktadır. Dünyayı bize sevdirmek, gurbette olmadığımızı, dünyanın bizim için ebedi yurt olduğunu, bundan başka dünya olmadığını içimize fısıldayıp durmaktadır. “ Yaşamak istiyorsak eğer, bu dünyanın tadını çıkarmalı. Aksi halde ölümden sonra başka dünya yok.” Düşüncesini sokar kalbimize ve beynimize…
Dünya… Tatlı ve yeşildir der peygamberimiz. Ona meylettirmemek için neler söylemez ki… Ümmetim helak olmasın diye çırpınır durur yaşadığı dönemde. Hatta sesini kıyamete eriştirir. Dünyanın sonuna kadar gelecek her kim varsa duysun diye, öyle yüksek sesle konuşur ki, şeytan kulaklarını tıkar. Çıldırır. Bu seda, iblisin ancak öfkesini arttırır. O yine de uslanmaz. Hiddeti dinmez. Tuzakları hiç bitmez.
Bu dünyada bir gölgelikte serinleyen yolcu gibi olmalı insan. Bir istasyonda aracı her an hareket edecek bir yolcu… Sırtına ne var, ne yok yüklememeli. Kafasında dünyasına ait fazla bir endişe taşımamalı. Bir yaprak gibi görmeli bedenini. Şu an burada lakin bir esinti onu başka bir yere savurabilir düşüncesi ile yaprak hafifliğinde olmalı. Vuslata dair umutları, onu firakın bitimsizliği düşüncesinden koparmalı. Rabbinin cömertçe onu ağırlayacağı, esas vatanına kavuşacağı günün özlemi, yüreğinde ummana dönüşmeli.
Bir yanımız hasret… Kopup geldiğimiz âlemi hatırlayalım bir kere. Ebediyet duygusu bize nereden geldi acaba? Kaçımız bu duygunun temelini gurbetçi olduğumuz düşüncesine dayandırdı? Vatanımıza kavuşmadan nereye böyle? Vatanı hak edebilmek… Kopup geldiğimiz cennete yeniden layık olabilmek de var. Öyle ucuz bir sevda değil bu. Uğruna niceleri ne bedeller ödedi.
Şeytana az bile olsa meyletti diye Âdem ve Havva, ne gözyaşları döktü, bilir misiniz? Gözyaşlarının oluşturduğu nehirler suladı, cennet rengi taşıyan fidanları. Taşlarda oluklar açıldı gözyaşlarının şiddetinden. Rablerinin imdatlarına yetişen affı, semanın pamuksu yumuşaklığıyla sardı bedenlerini. Öyle kucakladı ki onları, umudun tükenme noktasına geldiği bir süreçte, rahmetin bahçesinde soluklandı o iki aziz insan.
Dünyalı değil insan. Dünya insan ile tanışalı, dünya delisi oldu insan. Dünyada lisan, anahtar hükmündedir. Cennetin anahtarı nedir diye sorulacak olursa, dünyadır denebilir. Dünya, ahretin tarlasıdır der Hazreti Muhammet. Aslında bu, Rabbimizden ihsan… Bilirsek ve anlarsak, dünya saatini ahirete kurarsak, imtihanın sırrına ermiş oluruz.
Bir yanımız dirilmektir. Her ölümden sonra yeniden dirilmek… Bir yanımız şehadettir. Bir yanımız asra edilen yemini gerçekleştirmek için, ziyana düşen olmamak adına, Salih amellere tutunarak uçuruma yuvarlanmaktan kurtulma mücadelesidir. Şeytana direnmektir. Allaha dayanmak ve doğru yoldan sapmamak için Kurana sarılmaktır bir yanımız…
Ağlamaktır öbür yanımız. Yüreğimizde kir adına her ne varsa, içindeki zehrini akıtıp arınana dek, için için ağlamak… Gurbette geçen günler boyunca bu aciz kul sadakatten ayrıldı ve günahlara bulaştıysa, yaratıcısının rızasına tekrar ulaşması gayesiyle sızım sızım sızlanmak, hıçkırıklar içinde kendinden geçene dek ağlamak… Bir yanımız yaslanmaktır. Kaleden sağlam, dağlardan yüce, okyanuslardan derin olan dini mübine, Rabbin engin merhametine…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?