Algının bir müddet sonra olguya dönüştüğü günlerden geçiyoruz ey dünya! Birçok şey anlamını yitiriyor artık. Değersizliğin dibine vurduk! Gerçeği düşünerek değil, üzülerek öğrendiğimiz bir çağdayız. Üzülerek öğrenilnleri de, ön yargı bombalarıyla öldürüyoruz. Ya eksiğimiz fazlalıklarımızsa?

Gırtlağına kadar kendi hayatlarına gömülenlerin kör numarası yaptığı bu dünyada; birçok kişinin sarıldıkları yılanın denizden daha tehlikeli olduğuna inanmamaları, insanı kahreden bir durumdur. Aslında inanmama durumu bile bir inançtır! Öyle olmadığına inanma hali… Okur-yazar olanlar, tahsilliler çoğaldı ama cehalet başka bir renge büründü. Müslümanların çoğu okumuyor, okuyanı bilmiyor, bileni düşünmüyor, düşüneni yapmıyor, yapanı ise öğretmiyor. İç dünyamızın çiçeklerini sulamıyoruz ve kuruyup gidiyor kalbimiz.

Neyi kaybettiklerini unutanlar, niye kaybettiklerini nereden bilecekler? Daha önceleri çocuklarımızın akranları vardı. Şimdi ise ekranları var; TV ekranı, telefon ekranı… Böylece her şeyin fiyatını bilip, hiçbir şeyin değerini bilmeyen bir gençlik çıktı ortaya. ‘‘Ey İslam Ümmeti! Kelimeleriniz işgal altındaysa, topraklarınızı asla kurtaramazsınız.’’ gerçeğini haykıranların sayısı azaldı. Bu yüzdendir ki, jeostratejik İslam memleketleri, jeotrajedi toprakları haline dönüştü. Bebeğini dünyaya getirirken, dünyaya gözlerini yuman annelerle doldu taştı buralar. İslam’ın hiçbir ahlak ölçütünü tanımayan tipler çıktı ortaya. Üstün ahlak ile savaş halinde olan… Kazanırlarsa, kaybedecekler!

Hakikatin üç aşaması vardır; Önce alay edilir, sonra tartışılır ve en son kabul edilir. Peygamberler, bu süreci en yoğun yaşamış ulvi insanlardır. Görünen köyün Full HD olduğu günümüzde bile, hakikate kör gözlerin te’vil zırvalarıyla uğraşıyoruz. Ahlaksızlığın, merhametsizliğin akademik kariyer olarak okutulduğu günümüz dünyasında, fıtrat fakültesinden mezun olanların sayısı çok değil. Okumaya değecek bir şey yazan ya da yazılmaya değecek bir şey yapanların sayısı çok değil. Verdiği onurlu mücadelenin ne zaman biteceğini merak etmek yerine, bu mücadeleyi bir yaşam biçimi olarak kabul edenlerin sayısı çok değil. İşin tuhaf tarafı da, sahip olamadığımız değerlere ait olmamızdır. Gördüğün rüyanın güzelliği, atıldığın kuyunun derinliğiyle ilgilidir.

Cehaletin röntgeni çekilmiyor işte. İsminin önüne at nalı büyüklüğündeki unvanları getirmek için verdiğin mücadele ne işe yarayacak? Çevrendeki diplomalı, A-4 kağıttan, kartondan insanların sözlerine değer vermen seni nereye götürecek? Etrafında nefsi arzularına yenilmiş yığınların söylemleri ne katacak hayatına? Halbuki ‘’Sus!’’ dediğinde konuşacak, ‘’Git!’’ dediğinde kalacak, ittiğinde sarılacak dostlar lazım sana. ‘’Aynı tavanın balığıyız. Bu yüzden farklılıklarımıza yenik düşmeyelim!’’ diyecek arkadaşlar lazım sana. Alçıdaki kalbinin kırıklarına merhem olacak… ‘’Erkek adam da ağlar.’’ diyecek… ‘’Az ağlıyoruz, dünya bu yüzden kirli.’’ diye seslenecek… ‘’Ozon tabakası ne ki, güven tabakası delindi.’’ gerçeğini haykıracak… ‘’Kısa olan hayat değil, uzun olan ölümdür.’’ diye bağıracak kardeşler lazım sana. Üzerimizde taşınabilir utançlarımız olacak, ama biz onları taşımaktan utanmayacağız.

Mensubiyet, mes’uliyeti getirir. Bu yüzden ölümü içimizde taşıyacağız, hayatı ise sırtımızda. Bazen kendimize çarpacağız, başkalarına çarpmamak için! Elbet biz de bir hançer taşıyacağız ve bu hançer belki de sırtımızın ortasında olacak. Ama kötülüğün görünenine düşman, görünmeyenine de hain diyebilmeliyiz. Birbirimizden çok kalmadığının şuuruyla; sahip olduklarını çoğaltmakla değil, ihtiyaç duyduklarını azaltmakla zengin olacağız. Kemalat’ın furuatta gizli olduğunun bilinciyle; nefretin zaten yeterince olduğu bu dünyada, sevgiyi ve muhabbeti yayacağız. Bir sarhoşu iteleyip düşürmek kolaydır. Asıl zor olan, onu düşerken yakalamaktır. Kalp herkeste var ama yürek başka bir şey.

Zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır! Kaybetmeye tahammül edeceğimiz tek bir çocuğumuz yoktur. Cehalet denizinden gençlerimizi kurtarmalıyız. Ve sen ey İslam’ın kadını! ‘’Sonra kapanırım.’’ dan kastın ‘’kefen’’ mi? Edepsizliğin gölgesi üzerine düşmüş olan yığınlardan kurtul ve şöyle haykır: Yalnızca ateşin gölgesi olmaz!

Sevincin gölgesi,

Umuttan harabe…

Hüzünden başkası,

Zarardır bu kalbe!

Ferit YAVUZ

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?