Uçsuz bucaksız bir deniz… Rotası Gazze, yükü insanlık olan bir gemi… Bunların ardında ise kanlı bir plan kuran kan emici caniler… Bekliyorlar…
Günlerden 27 Mayıs 2010… Yola koyuluyor 560 yardım gönüllüsüyle beraber, içi sadece ve sadece yardım malzemeleriyle dolu insani bir gemi… Hedef; insanlık dışı olayların yaşandığı, türlü türlü işkence ve katliamlara maruz kalan, mazlum ve kimsesiz Gazze halkına yardım eli uzatmak… Tam o sırada kaynağı Gazze toprakları olan, buram buram kokan muhteşem bir koku belirdi Mavi Marmara’yı saran… Sanki cennetin kokusuydu bu… Gazze’ye yaklaştıkça artıyordu bu koku… Bunu hisseden bazı şehadet âşıkları ise gülümsüyorlardı semalara bakan yaşlı gözlerle… Gülümsüyorlardı şehadeti arzulayan cesaretli yüreklerle… Bu gülücükler haklı çıkaracaktı onları… Yaklaşıyorlardı şehadete adım adım… Kimisi yıllar önce şehadeti istemişti Rabbinden, mukaddes topraklarda kendilerini bekleyen… Kimi aniden karşılaşmıştı Allah’tan gelen apaçık bir lütufla… Kimisi ise kapısından dönmüştü şehadetin… Ağlıyorlardı…
İşte o esnada, silahsız ve masum insanları hedefleyen, kahpe düşmanın simsiyah maskesi göründü Mavi Marmara’nın semalarında… Birden bire bir sessizlik kapladı Mavi Marmara’yı dört bir yandan… Ağlatan bir sessizlik… Ardından korku saçan adımlarla ilerleyen bir düşman, ama habersiz… Yüreği binlerce insana bedel, şehadet aşkıyla yanıp tutuşan kalplerden habersiz bir şekilde, yürüyordu… Tek silahları yüreklerindeki iman olan masum insanlara, art arda kurşunlar yağdırıyordu canice ve acımasızca… İşte o an, cennete doğru uçan şanlı ruhlarının ardından tebessümlü yüzlerle bakarak, şehadet şerbetini içiyordu 9 Hamza… O gün, şehitlerin damla damla akan kanlarıyla şerefleniyor, gazilerin ise akan gözyaşlarıyla hüzünleniyordu Akdeniz… O gün, içinde insanlığa meydan okuyan, vahşi bir katliamın gerçekleştirilmesinden dolayı ağlıyordu Akdeniz… Ağlıyordu dünya… Yine o gün bazılarının ‘‘ İsrail’den izin alınmalıydı’’ sözleriyle gerçek yüzleri ortaya çıkıyordu… Bütün bunlara rağmen o günden bu yana bazıları ise bir şüphe içinde
“Ey şehadet aşkıyla yanıp tutuşan kalpler…”, “Ey bu dava uğrunda canını göze alan erler…” “Ey Allahtan gelen bir lütufla şehadet şerefine nail olmuş Mavi Marmara yiğitleri…”
Sizler zalimleri tir tir titreten birer kılıçsınız… Sizler mazlumların kalbinde yeşeren birer ümit çiçeğisiniz… Sizler Allah’ın şu ayetinin birer tecellisisiniz‘‘ Müminlerden öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları sözde durdular. Kimileri şehit oldu, kimileri de şehadeti beklemektedirler.’’
Ve son olarak dünyadaki tüm zalimlere ve yandaşlarına sesleniyorum; bu dava uğrunda akıtılan şu üç damla olduğu sürece, sizler hiçbir zaman hakiki zaferi elde edemeyeceksiniz…
1. Gündüzleri, hiç durmadan insanların hidayeti için çalışıp çaba gösteren müminlerin akıttığı ter damlaları…
2. Geceleri, Allah korkusundan akıtılan gözyaşı damlaları…
3. Savaş meydanlarındaki mücahitlerin, zalime karşı mazlumla beraber yürüyen yiğitlerin ve Allah adını tüm cihanda yüceltmek için çarpışan cengâverlerin kan damlaları…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?