Bir olumsuzluk gördüğünde; “Eyvah! Her şey bitti, artık hiçbir şey düzelmez” diyorsun. Bir işin de yoluna girdiğinde, “Beni kimse durduramaz” zannediyorsun. İkisi de senin zannın. Aceleciliğin hayatının bütün karelerine yansımış. Yaratıcın seni anlatırken kitabında, “muhakkak insan çok acelecidir” demiş. Sen de her zaman acele ediyorsun. Birazcık dur, dinle, kulak ver. Sabret. Nimet gelip seni bulduğunda da seni terk ettiğinde de sabret.

Gece olduğunda sabahı, sabah olduğunda geceyi beklersin. Bunu her gün izlediğinden dolayı kalbin rahat… Ömrün yeterse gecenin sonundaki sabaha kavuşacağını biliyorsun. Her şey böyledir aslında. Sadece bir kapı kapandığında yeni bir kapı açılmıyor. Bazen de açık kapılar kapanıyor. Sınanıyorsun. Hayat, acılar ve sevinçler manzumesidir. Hayatta sadece acılar yok. Bunun gibi sadece sevinçler de yok. Acı ve sevinç iki kardeştir. Her şey zıttı ile vardır bu kâinatta.

Çok çabuk hüküm veriyorsun. Bir bulut kümesi gördüğünde gökyüzünde, yağmur yağacak sanıyorsun. Bir rüzgâr estiğinde, fırtına kopacak diyorsun. Karar da verince, o andan sonraki tüm beyinsel işlevlerin bu paralelde ilerliyor. Akışın değişiyor. Oysa kendini kilitlediğinin farkında değilsin. Kendi perspektifinde çizdiğin bir dünyada tüm insanların yürüyeceğini zannediyorsun. Ama sadece zannediyorsun. Oysa kurduğun dünyada yalnızsın. Olaylar sana danışarak gelişmiyor. Olayların bir çizgisi var. Sen de ben de bu çizginin ne sağında ne solundayız. Bir güneş doğduğunda sadece seni aydınlatmıyor. Bir yağmur yağdığında sadece sen ıslanmıyorsun.

Allah, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Geceyi gündüze, gündüzü gece çevirir. Bu onun için çok kolaydır. Hiç olmaz dediğin olur. Umduğunu yitirirsin, ummadığını karşında bulursun. Sonra da ne umduk ne bulduk dersin. Sabırlı ol, bekle ve neticeyi görmeye çalış. Hemen son kararı verme. Olmaz deme. Allah isterse olur de. Ondan iste. Sen de olması için atman gereken adımları at. Yürü. Yürümeden ne yollar aşılır ne hedeflere ulaşılır. Duran her şey paslanır ve çürür.

Yaşadığı olayın arkasını görmeye çalışmaktır ileri görüşlülük ve asla umutsuzluğa düşmeden, elde ettiği iyi neticeyi de heba etmeden uzun ömürlü kılabilmek için yapılması gerekeni yapmaktır.

Lao Tzu’nun zamanında geçen bir hikâyeyi aktarayım sana.

Efendim köyde bir yaşlı adam varmış… Çok fakir… Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.

“Bu at, bir at değil benim için. Bir dost, İnsan dostunu satar mı? dermiş hep.

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.

Köylü ihtiyarın başına toplanmış.

“Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın” demişler.

İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. Sadece “At kayıp” deyin. Çünkü gerçek budur. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç… Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.

Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler…

“Babalık” demişler… “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.”

Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece budur. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç…

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

“Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler…

İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.

“O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz karar… Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.

“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında:

“Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?