Ortadoğu’da kısa vadede nelerin olabileceğini öngörmek oldukça zorlaşmış durumda. Bu çetrefilli ve bir o kadar da kaotik olan ortamda ‘’kim, neye hizmet ediyor’’ kafa karışıklığı da oluşturularak Müslüman halklar, ciddi bir karamsarlığa itiliyor. İnce bir mühendislikle ortaya çıkarılan onlarca yanlıştan birine inandırılmaya çalışılan halklar, böylece doğruyu bulup bunda ittifak etmede ciddi sorunlar yaşıyor. Doğru bir perspektiften bakılmayıp yanlış yorumlanan her olay, Ortadoğu’da hesabı olan aktörlerin işini daha da kolaylaştırıyor.
Küresel güçlerin her birinin ayrı bir hesabının olduğu Ortadoğu’da, gelişmelere bütüncül ve doğru bir perspektiften bakma mecburiyetindeyiz. Yanlış bir bakış; yanlış düşünmeyi, yanlış konuşmayı ve sonuçta da yanlış saflarda mücadeleyi doğurur. Uyanık, tedbirli ve temkinli hareket edilmesi hayati elzem taşıyor. Bu minval üzere olaylara bakıldığında; nelerin planlandığı, hangi adımların niçin atıldığı, gelecekte olası gelişmelerin neler olabileceğini daha iyi kestirme imkânımız olur.
Bu açıklamalar ışığında şimdi bazı olayları değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Yıllardır ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyayı dizayn çabasında olan küresel güçler, sınırımıza dayanmış durumda. ‘’Kendi düşmanını kendin üret, kendin yönet’’ stratejisi ile örgütler ortaya çıkarıp ya da doğrudan veya dolaylı yönetip; Müslüman halkların zalimlere karşı olan direnişini çirkin ve desteksiz bırakma çabasının kıvılcımları ülkemize de sıçramış durumda. Esed’in yanında olduğunu açıklayan ve onunla birlikte savaşacak kadar gözü dönmüş İran, özellikle DAEŞ’in ortaya çıkması ile yapmak istediklerini onun eliyle daha rahat bir şekilde yapar oldu, bilmiyorum farkında mısınız? Suriye’de İran, Esed ve ABD’nin vekaletiyle hareket eden DAEŞ, ülkemizde belki savaşmıyordur ama; Müslümanlara yönelik mahalle baskısına kaynaklık etmektedir.
Bu örgüt, özellikle Kobani saldırılarıyla Kürt halkının ve Türkiye’nin gündemine oturdu. Yaşanan olayların ardından bölge halkının duyguları üzerinde toplum mühendisliği yoluyla önemli tahribatlar oluşturuldu ve oluşturuluyor. ‘’DAEŞ, İslam’ı temsil etmiyor’’ cümlesiyle başlayan; ama daha ‘’laf cambazlığı’’ ile İslami STK’ları ve cemaatleri bu zihniyetteymiş gibi gösterme çabaları bir karalama kampanyasına dönüşmüş durumda. İslami camiaları, DAEŞ’tir! diye lanse edip bunun üzerinden İslam’a ve İslami değerlere saldırının, bu örgüt üzerinden ‘’masum bir kılıfa’’ büründürülmeye çalışıldığını görüyoruz.
DAEŞ üzerinden tezgâhlanan diğer bir oyun da: ‘’inanç dizaynı’’ projesi… Ilımlı İslam projesi ile zihinleri karıştırılan Müslümanlar, şimdi de DAEŞ’in katliamları üzerinden ‘’demokratik İslam’’ projesine çekiliyor. Bu projede olduğu gibi; İslam’ın önüne ve sonuna eklenmeye çalışılan kelimelerle İslam’ı özünden uzaklaştırma çabaları hep olmuştur. Çünkü halkı Müslüman olan bu toplumun inançlarına savaş açmaktansa; inançlarını tahrif etmek ve bu inançları batıl yorumlarla ideolojilerine hizmet edecek hale getirmek daha kolay görünüyor.
DAEŞ üzerinden oynanan bir oyun da; Ortadoğu’daki halk kıyamına ruh veren İhvan anlayışının sabote edilmesidir. Çünkü İhvan’ın haklı, şaibesiz ve halkı da arkasına alan, şiddete bulaşmamış fikri, ümmet tarafından hayranlıkla izlenmişti. Müslüman halklar tam da bu fikir etrafında birleşmişken; bir anda gündemin farklı bir yöne kanalize edilmesi, İhvan fikrine duyulan korkudan başka bir şeyle ifade edilebilir mi?
Hemen hemen bütün medya organlarında bu örgütün yaptıkları ön plana çıkartılarak; Suriye’deki direniş ve bu direnişe karşı yapılan katliamların görmezden gelinmeye başlanması da farklı bir oyun. Hatta bu örgüt ile ilgili haberler, biraz da abartılarak yapılanlar karşısında Esed’in yaptıklarının ‘’lafı mı olur!’’ noktasına getirildi iş. Esed’in sıkıştığı her cephede, bir anda ortaya çıkıp kuşatmaları ve direnişi zayıflatması da düşündüren diğer bir nokta.
Dikkat etmemiz gereken bir nokta da şu: Ortadoğu’da şu an iktidarda olan tüm diktatörler ve selefleri, zamanında darbe yoluyla iktidara gelmişlerdi. O gün darbe ile gelen diktatörlere sessiz kalan Batı’nın, bugün bu zalimlerin devrilmesine sıcak bakmaması bu işin; uzun vadeli bir proje olduğunun en açık göstergesidir. Peki, Batı bir projeye göre hareket ediyorsa; o halde ‘’Ortadoğu’da bundan sonraki hedefi ya da hedefleri nelerdir?’’ diye düşünmek gerekmez mi?
Bundan 25 yıl önce Müslümanlar ABD’nin amacının; Ortadoğu’yu parçalamak ve sonra da yutmak olduğunu söylediğinde herkes bunun ‘’aslı olmayan bir hayal’’ olduğunu belirtiyordu. Ama maalesef o gün bir senaryo, bir hayal olduğu düşünülen her şey bir bir oluyor. Tekrar sorumuza dönelim: Batı önümüzdeki yıllarda bölge ülkeleri üzerinde neler planlamaktadır? Gaybı bilemeyiz; ama ‘’perşembenin gelişi çarşambadan bellidir’’ sırrı ile olayları okursak bazı şeyleri tahmin etmemiz çok da zor olmayacaktır. Irak’a Şiilerin desteğiyle girip Irak’ı oluşturan tüm halkları biriyle çatışır hale getiren küresel güçler, küresel güçlerin paydaşları ile küresel güçlerin atıkları ile beslenen figüranlar, şimdi de demografik yapı olarak Irak ile benzerlik gösteren Suriye’de de aynı oyunu oynuyor.
Ortadoğu’da demografik yapıyı oluşturan tüm unsurları, İslami direnişlere karşı örgütleyip besleyen ve sonra da bunları rolleri gereği uygun yerlerde iktidar kılanların; yarın ‘’emir erliği’’ isteyeceği çok açık ve net iken; bunu göremeyecek kadar körlük içinde olanların akıbeti nasıl olur, bekleyip göreceğiz.
Peki, çevremizde oynanan bu oyunlarda Türkiye işin neresinde? Bence Türkiye, bu işin şu an tam da merkezinde… Çünkü istikrar açısından Ortadoğu’da ayakta kalan tek ülke, Türkiye. O halde şu soruyu da cevaplamak gerekir: Ortadoğu’ya -Türkiye de dahil- yeni bir şekil vermek isteyenlerin, istikrar içinde olan bir ülkeyi hazmetmesi düşünülebilir mi? Elbette ki hayır! Zaten Suriye’deki olayların bu kadar uzamasının altında yatan bir neden de; bu durumun Türkiye’ye sosyal, siyasal ve ekonomik bir ceza olarak yansımasını sağlamaktır. Bakalım semeresini verecek mi?

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?