Hz. Âdem’den günümüze kadar iman ve küfür, tevhit ve şirk, hak ve batıl davaları devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bu iki taraf hep var olmuş ve var olmaya da devam edecektir.

İman, tevhit ve hak ehlinin akideleri gereği çalışması, yaşaması ve fedakârlık göstermeleri nasıl normal ise küfür, şirk ve batıl taraftarlarının da çalışması ve gayret göstermeleri de aynı şekilde normaldir. Asıl anormal olan bir inanç, bir dava sahibi olanların çalışmamasıdır. İnandıkları gibi yaşamamaları ve fedakârlık göstermemeleridir.

Mısır’ın gerçek Cumhurbaşkanı Prof. Dr. Muhammed Mursî, gerçek bir dava adamı, davasının davetçisi ve savunucusudur. Bunu dünyaya yaşamıyla, duruşuyla, söylem ve eylemleriyle ve en sonunda da şehadetiyle ispatlamıştır. Şahadeti mübarek olsun.

Muhammed Mursî, üstadı Şehit İmâm Hasan el-Bennâ gibi halkına ve tüm dünya halklarına şöyle haykırmıştı: Gayemiz Allah, Önderimiz Resûlullah, Düsturumuz Kur’ân, Yolumuz cihat, Arzumuz Allah yolunda şehit olmaktır. Evet, böyle haykırdı. Böyle yaşadı ve en sonunda arzusuna ulaştı. Sözünü yerine getirdi.

31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara gemisinde işgal devleti siyonist israil tarafından şehit edilen Şehit Ali Haydar Bengi’ye yazdığım şiiri burada da vermek isterim.

Selam sana ey şehit, mesajın anlaşıldı.

Selam sana ey şehit, şehadet uyandırdı.

Selam sana ey şehit, yolun yolumuzdur.

Selam sana ey şehit, davan borcumuzdur.

 

Şehadet bir çağrıdır, herkese nasip olmaz.

Derdi şehadet olan, inanın mahrum olmaz.

Niyetiniz saf olsun, kalbi kıbleniz Allah.

Gayesi Allah olan, dava eylemsiz olmaz.

 

Sevgili mümin kardeş, bu çağrıya kulak ver.

Şehidine sahip çık, davasına omuz ver.

İyilik hâkim olsun, insanlar huzur bulsun.

Bu konuda örnektir, unutma hep peygamber.

 

Bugün Sisi; Firavun’un, Nemrud’un, şeytanın ve şeytanlaşanların safında yerini almış ve görevini yapmaktadır. Karşısında duran İbrahimlere, Musalara ve Mursîlere hayat hakkı tanımamaktadır. Bunda garipsenecek bir durum yoktur.

Sen ey İslâm’ın taraftarı olduğunu söyleyen Müslüman! Sen ne yapıyorsun? Neredesin? Bugün üzerine düşeni biliyor musun, yapıyor musun? İnancın doğrultusunda hareket ediyor musun? Yoksa yaşadığın gibi mi inanıyorsun? Dünyaya mı kandın? Dünyevileştin mi? Bu gibi sorulara sağlıklı ve isabetli cevaplar bulmaya çalış. Yarın geç olabilir.

Bugün Diyarbakır Ulucami’de kılınan gıyabi cenaze namazı ve basın açıklamasında şunu gördüm: Her kesimden, gruptan, cemaatten Müslümanlar vardı. Ve anladım. Yanımdaki Müslüman kardeşime dedim: “Vallahi, billahi ve tallahi Mursî’nin davası haktır ve bu dava eninde sonunda hâkim olacaktır. Nasıl, nereden biliyorsun, der gibi bana baktı.

Kardeşlerim! Dün peygamber efendimiz Hz.Muhammed (sav) etrafındaki sahabelerine şu mesajları veriyordu:

  1. İslâm insanlar için seçilmiş ve gönderilmiş en iyi hayat nizamıdır.
  2. İslâm’a tabi olanlar yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
  3. Gelecek İslâm’ındır.

Bu hakikatlere inanan ve gereği gibi hareket edenler, tarih bunun canlı şahididir ki, İslâm yeryüzüne hâkim oldu. İslâm’ın tabiileri yeryüzünün en şerefli insanları oldu. İnsanlar bu dinin hâkimiyetinde rahat nefes aldılar.

Bugün bu hakikatlere inanan Muhammed Mursî ve kardeşleri, öncüleri olan ilk Müslümanlar gibi inandılar ve yaşadılar. İlk Müslümanların gördüğü baskı, işkence ve zulümler onların da kapısını çaldı. Onlar da ilkler gibi sabrettiler, şahadete severek koştular, inananlara umut oldular.

Bak her kesimden inananlar bugün burada, eğer biz yani inananlar tekrar iman, amel, sevgi ve kardeşliği kuşanırsak, helalleşip kucaklaşırsak hangi engel önümüzde durabilir ki? Hangi zalim bize zincir vurabilir ki? Bunu zalimler, despotlar, şer güçleri bizden daha iyi anlamış olacaklar ki birleşmememiz için bütün yolları deniyorlar, bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyorlar. Ya biz!

Bugün tekrar gündemimize daveti, ilmi, ameli ve kardeşliği almamız lazımdır.

Davet; Allah’ın emri peygamberlerin sünnetidir.

Davet; yeryüzünün en şerefli ve en kıymetli vazifesidir.

Davet; peygamberlerin gönderiliş gayesidir.

Davet; Müminin en kıymetli hediyesidir.

Yeryüzünün en güzel insanları şüphesiz ki peygamberlerdir. Peygamberlerin gönderiliş sebebi ise davettir. Davetsiz bir hayat dünyadaki varlık sebebinden sapmadır. Vahyin indiriliş amacı, insanları arındırmak ve aydınlatmaktır. Vahyin elçileri arzın en arınmış ve aydın kişileridir. Bu yükü ancak ahlak sahibi olanlar kaldırabilir. Tövbeye, takvaya, tevhide tutunmadan yola çıkmak, tıkanma ve tükenişin sebebidir. Davetçiyi daim ve kaim yapan da tefekkürü, tezekkürü, tilaveti ve teheccüdüdür.

İtikadınız, ihlâsınız, ihsanınız, infakınız, ikramınız, iffetiniz ve izzetiniz yoksa insanları nasıl ikna edeceksiniz? Onlara nasıl örnek, önder ve rehber olacaksınız? İşte peygamberler bunların sahipleriydi. Onlar tek kelime ile Rabbani insanlardı

Davaya davet etmek, müminin asli görevlerindendir. Bu davet mümin için aşktır. Mecnun’un Leyla’sı gibi bizim de Leyla’mızdır. Bir insanın hidayetine vesile olmak bizim için dünya ve içindekilerinden daha hayırlıdır. Bugün insanlar Rabblerini unutmuş, kullara, makama, şana, şöhrete ve diğer şeylere kulluk yapar hale gelmiştir.

Hayat devam ettiği müddetçe davet de devam edecektir. İnsanlar birçok şeye davet ediyor, ediliyor. Dünya ve içindekilerinin tümü davet sebebidir. Bazen davet makama mevkie, bazen şana şöhrete, bazen para ve pula, bazen şehvet ve kadına, bazen yemeğe eğlenceye, bazen dünya ve içindekilerinden birine veya birkaçına edinilebiliyor.

Allah, peygamber ve müminler de davet ediyor. Bu davetin tek bir hedefi vardır: İnsanlara İlahını, Malikini ve Rabbini tanıtmak, tek ve ortaksız Allah’a kul yapmak ve varlıkların ilahlığını geçersiz kılmaktır.

Allah’ın emri, peygamberlerin uygulaması olan davet, Allah ve elçilerinin emrettiği, yaptığı ve istediği gibi yapılmadığından bugün hayat yaşanılamıyor, kulluk yapılamıyor. Muhammed Mursî ve Muhammed Mursî gibiler zindanlarda çürüyor.

Müslüman’ın gayesi Allah’tır. Niyeti, ameli ve daveti Allah’ın rızasıdır. Şu İmtihan dünyasında insanların İslâm ile huzur ve saadet bulması, ahirette de bu imtihanın mükâfatına kavuşması için çalışması gereklidir.

İlim; Allah’ın kemal sıfatıdır. İlim, nefisleri helâk edici ahlaksızlıklardan temizler; insanları aydınlatarak güzel ahlâka kavuşturur ve ahiret yolunun aydınlanmasını öğretir.

İlim olmadan kulluk yaşanmaz, davet yapılamaz; huzur, mutluluk, barış, adalet ve ahlak sağlanamaz. İlim; hayatı ahlak, adalet, barış ve huzur içinde yaşamanın anahtarıdır. Kulluğu zirvede yaşamak ilimle mümkündür. Çünkü ilim azığımızdır. Azıksız yola çıkılmaz.

İlim; nurdur, şifadır. Bilmeden nasıl yaşayacak ve yaşatacağız? Bu mümkün mü? Elbette ki değildir. Bu da ancak okuma ve eğitimle olur. Allah’ın bize ilk emri “Oku!”dur. Okuyacağız başta kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i. Allah’ın mesajlarını anlamaya çalışacağız. Bu mesajlar yoldaki işaretlerimizdir. Onlarsız yürüyemeyeceğimizi bileceğiz.

Siyeri okuyacağız. İlahi mesajları nasıl anladıklarına nasıl yaşadıklarına bakacağız. Biz de öyle yapacağız. İnsanı, hayatı, kâinatı okuyacağız, Allah adına Allah için var olan her şeyi. Yanlışlıklardan ayrılacak yolumuzu bulacağız. Dünya ve ahiret saadetine ulaşacağız. Sorunlarımızı çözüp barışa kavuşacağız. Hem kurtulup hem kurtuluşa vesile olacağız.

Amel; imanın dışa yansımasıdır. İman bir iddiadır. Amel ispatıdır. Muhammed Mursî ve kardeşleri imanlarının gereği gibi salih ameli yaşadıkları için hapishanelere, zindanlara atılıyor, zulüm ve işkencelere tabi tutuluyorlar. Hayatları şehadetle son buluyor.

Amel, Allah’ın emrettiği, peygamberin yaşadığı gibi yaşamaktır. Amel hayatın bütün görüntülerinde imanın gereği gibi hareket etmektir.

Kardeşlik; davet, ilim ve amel için kuvvettir, kaynaktır. Müslümanların İslâm akidesi etrafında bir araya gelmeleri ve onun ışığında temel meselelerini çözmeye çalışmalarıdır.

İslâm kardeşliği, Allah’ın bize nimetidir; istikameti, ihlâsı, İslâm’ı yaşamayı emreder. Anlaşmazlıklarda İslâm’a müracaat etmeyi, İslâm’ı her şeye tercih etmeyi ve İslâm dışı her türlü düşünce ve davayı terk etmeyi gerekli kılmaktadır.

Bu kardeşliğin alt sınırı gönül hoşnutluğudur. Üst sınırı ise yeri ve zamanı geldiğinde çekinmeden terini, malını ve canını verebilmektir. İşte bu kardeşlik hedefe ulaştırır. Daveti kolaylaştırır. İnsanı insanlara örnek yapar. Donanımlı kılar. Bugün Muhammed Mursî ve kardeşleri bunu bize hayatlarıyla öğretmektedir.

Vahiy Hz. Muhammed’e (sav) inmediği dönemlerde yeryüzü karanlıktı; cehalet, küfür ve zulüm her tarafı sarmıştı. İnsanlar eşya gibi alınıp satılıyordu. Ne zaman ki peygamber ve arkadaşları “biz varız” dediler, karanlık ve zulüm bulutları kaybolmaya başladı. Onları gören, duyan insanlar ya karşılarında ya da yanlarında yerlerini aldılar. Son tahlilde kazanan Allah taraftarları oldu.

Son olarak; hayat, iman ve cihattır. Taraflar mücadelelerine devam edeceklerdir. Biz şahidiz ya Rabb! Biz şahidiz ya Rabb! Biz şahidiz ya Rabb!

Muhammed Mursî ve kardeşleri İslâm’ı tebliğ ettiler. İmanları gereği hareket ettiler. Sözlerini yerine getirdiler. Sonunda şehadete yürüdüler. Kabul et Allah’ım. Kabul et Allah’ım. Kabul et Allah’ım! Ya Rab ümmetin uyanışa vesile kıl! Âmin!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?