Feride KARADAŞ

Davet etmek Allah’a. En güzel çağrı, en özel sesleniş değil mi insana? Peki ne zaman ve nerde davet? Elbette ki her yerde ve her fırsatta… Davet önce insanın kendisine olur. Nefsini ıslah etmeyen bir insanın bir başkasını ıslah etmesi beklenemez. Allaha davet eden bir davetçinin daveti en başta kendi benliğine olur. O kendisinin elbette ki hatasız olamayacağını bilir. Fakat tövbe ve istiğfar pınarlarından nasibini almış vaziyette yoluna devam eder.

Nefsini tüm şirklerden ve ruhi hastalıklardan arındıran insanın iç âleminde oluşturduğu huzur yüzüne yansır. Yüzündeki huzur diline ilahi bir muhabbet verir de o dışarıdan insana Allah’ı hatırlatır. Hiçbir şey yapmasa bile Allah’ı hatırlatması dahi ona davet olarak kalır. En büyük davet kal’den önce hal ile olur. Artık bu insanın gittiği her yere onu takip edip giden bir davet olur. Çünkü kalbine işlenen ilahi muhabbet ve insanlara acıma duygusu kalbinde derin bir yara oluşturur. Bu da haliyle yüzünde hüzün izleri oluşturur.

Davete kendiyle başlayan kişinin ikinci muhatabı en yakınından başlayarak çevresindeki tüm insanlardır. O, davet tohumunu önce kendi içine ektikten sonra bir bahçeye fidan ekmek gibi koyulur işe. Hiç şüphe yoktur ki her şey sevgiyle başlar. Davet görevini sevgili habibine yükleyen Allah katı ve sert olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi buyuruyor. Demek ki davete de sevgiyle başlamak gerekiyor. Bir şey ancak severek yapılır ve bir zat ancak sevildiği için takip edilir. Davete sevgiyle başlamak gereklidir bu yüzden.

Bir başkasına verdiği nasihat muhatabından önce içine işler davetçinin. Kuran ayetleri, hadisler hep başkasına değil ama kendine söylüyor gibi almalı. Davetçi vasfını hiçbir zaman unutmayıp ona uygun hareket etmeli. Yalnızken de davet etmeli kalabalıkken de. Bilir ki davet son nefesine kadar sürer.

Allah’a davet eden davetçi kalbini Allah’a teslim eder. Amelinden önce niyet, niyetinin içinde ise ihlası gözetmelidir. Peygamber efendimizin (sav) bahsettiği cehennemde bağırsakları değirmenin döndüğü gibi döner kişinin. Tebliğ ettiğini temsil etmediği için alacağı ceza ona korku vermeli. Bir çocuğa bal yememesi gerektiğini söyleyen âlimin önce kendi terk etmesi misali davetinde samimi ve haşyetli olmalıdır davetçi.

“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap nedenidir (1).” ayetini kendine şiar edinmeli.

Davetçi insanları geceye davet ediyorsa gece ona bir kavuşma anı olmalı. Öyle ya gecenin hazzı ve faziletini en başta kendi yakalamalı. Gecenin nuru yüzüne yansıyan davetçinin gecesi de gündüzü de davet olur. O hesap sormak yerine sürekli kendiyle bir muhasebe içinde olur. Davetçi olmak herkesin işi değildir. Öyle bir davetçi olunmalı ki ölümü bile ölüm değil diriliş olmalıdır. Daveti her zerresinde yaşayan Hasan el-Bennâlar, daveti uğruna zindanlarda ömür tüketip yine de daveti terk etmeyen Mustafa Meşhurlar, gönül verdiği Allah’a can da veren darağacı şehidi Seyyid Kutup ve daha niceleri… Onlar daveti önce kendileri yaşayan ve ölümlerinden sonra bile yaşatan öncü ve örnek insanlar oldular. Bu sebeple mesele önce başka insanları değil kendi nefsini davet etmektir. Testinin içinde ne varsa dışına da o sızar misali. Rabbim bizlere hakkıyla davetçiler olma bilinci nasip etsin.

 

Kaynakça

1) Saf Suresi, 2-3.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?