Resûlullah (s.a.v) İslam davasının neşvü nema bulması için bir merkez arayışına girince ilk önce Taif’e yöneldi. Şirk ve zulme batmış olanlar, bu güzel beldenin İslam’ın cihad ve davet merkezi olmasına mani oldular. Allah, bu şerefi , Resûlullah (s.a.v)’in dayılarının yurdu olan Medine’ye bağışladı. Akabe biatlerinden sonra hicret emri geldi. Sahabiler birer birer hicret etmeye başladılar. Medine son dinin bütün fertlerinin eğitileceği, İslam’ın ilk eğitim merkezi olan Mescid-i Nebevinin inşa edileceği, uhuvvetin tesis edileceği, cihad kavramının belleklere kazınacağı, İslam’ın prensip ve ilkelerinin tedris edileceği bir merkez haline geldi.

Müslümanlar bu ilk merkezi en güzel şekilde değerlendirdiler. Gazve ve seriyyeler buradan hareket ediyor, davanın plan ve projesi burada çiziliyor, stratejik kararlar burada alınıyordu. Bir müddet sonra her yönüyle güçlü bir İslam toplumu zuhur etti. Medine İslam toplumu her cihetiyle bir mükemmellik arz ediyordu. Fertleri birbirine kenetlenmiş, ibadeti seven bir nesil zuhur etmiş, cihadı İslam’ın zirvesi kabul etmiş, Allah yoluna şehadeti bir gaye haline getirmiş bir toplum ortaya çıkmıştı. Peki bu toplum ne yaptı? Medine İslam toplumu büyük başarılar gerçekletirdi. Resûlullah (s.a.v) Medine davet ve cihad merkezini tesis ettikten sonra hareket başladı.

Medine’nin dört bir yanına seferler düzenlendi. Bunların bazılarına Resûlullah (s.a.v) bizzat ken- disi iştirak etti. Bazıları için de ashabını görevlendirdi. Medine’de dikkati celb eden en önemli husus, buranın cihad merkezi haline gelmiş olmasıydı. Medine dönemi boyunca İslam’ın günlük yaşama dair esasları ebetteki dikkat çekicidir, fakat hiç biri cihad kadar ön sırada yer almamıştır. O halde Müslümanların mülteci durumuna düştüğü şu asırda, bulunduğumuz her merkezde kendi Medine- mizi tesis etmek en büyük önceliğimiz olmalıdır. Asrımızın Medineleri nereler olacaktır?

▶ Evlerimiz: Fertleri birbiriyle kenetlenmiş, İslam’ın bü- tün ilke ve esaslarıyla yaşandığı, namazların müşterek eda edildiği, sünnetlerin teşvik edildiği evlerimiz birinci derecedeki Medinemiz olacaktır.

▶ Medinemizdeki Mescidler: Fertlerin buluştuğu, Kur’ân’ı tedris ettikleri, önemli stratejik kararlar aldıkları, plan, proje ve düşüncelerini tartıştıkları, Allah yolunda çalışmaya birbirlerini teşvik ettikleri yerler ki, bunlar modern asırda vakıf ve dernek merkezleridir. Bunların her biri birer Medine mesabesindedir. Medinelerimizi Korumak Medineler kurmak kadar önemli bir husus da onları muhafaza edebilmektir. Çünkü düşman, davetin kal- bini teşkil eden bu merkezi yok etmek için sürekli fırsat kollayacaktır. Bu konuda Hz. Ömer’in siretinde önemli bir safha vardır.

Günümüz Medinelerini tesis etmiş olan davetçiler için Hz. Ömer’in yaşamış olduğu hadisede önemli ibretler yer almaktadır. Bu vesileyle onun büyük bir ehemmiyet arz eden uygulamasını burada detaylarıyla vermek istiyoruz. İkinci Raşit halife Hz. Ömer’in, İslam’ın başkenti ve Müslümanların gözbebeği olan Medine’yi muhafaza adına önemli bir uygulaması olmuştu. Hz. Ömer, fethedilmiş bölgelerden getirilen savaş esirlerinin Medine’de ikamet etmelerine izin vermiyordu. Burası İslâm devleti- nin başkentiydi, Irak ve İran Mecûsîlerinin, Şam ve Mısır Hristiyanlarının burada ikamet etmesi tehlikeliydi. Ancak Müslüman oldukları takdirde girebilirlerdi. Bu durum onun hikmetli anlayışına ve ufkunun genişliğine işaret etmektedir. İranlı Mecusiler ve Hristiyan Rumlar mağlup olmuş ve hezimete uğramış olup İslâm’a karşı içleri nefretle dolu milletlere mensup kimselerdi. Bu milletlerin mensupları İslâm’a karşı buğz ve Müslümanlara karşı hile ve tuzak hazırlığı içindeydiler. Halife, idaresindeki saf ve temiz toplumun bo- zulmasından endişe ediyor, yabancı milletlerin dalga dalga İslâm’a girmeleriyle kozmopolit ve dolayısıyla kontrolü mümkün olmayan bir toplumun ortaya çık- masından korkuyordu. Fetihlerin akabinde İs- lâm toplumunun birer vatandaşı olan Mecusilerin ve Rumların İs- lam’ın varlığını tehdit eden davranışlara girişmelerinden çekiniyordu. Bu unsurlar teh- like arz edebilirlerdi. İşte Hz. Ömer, Müslümanlardan şerri savmak için bunların Medine’de ikametine izin vermedi. Fakat bazı sahâbîlerin bu Mecûsî ve Hristiyanlardan oluşan köleleri vardı. Bu yüzden gelip Hz. Ömer’den, mağlup milletler- den savaş sonunda elde edilmiş kölelerinin Medine’de kalması için izin isterlerdi. İşleri hususunda bunlardan istifade etmek istediklerini söylerlerdi. Hz. Ömer istemediği hal- de bazılarına bu konuda izin verdi. Fakat ne yazık ki hadiseler Hz. Ömer’in düşündüğü şekilde gerçekleşti. Korktuğu şey çok geçmeden meydana geldi.

Kûfe valisi Muğire b. Şu’be’nin Ebû Lü’lü’ adında bir kölesi vardı. Sasânîlerle Bizans arasında vuku bulan bir savaş sonrasında Bizans’a esir düşmüş ve köle ol­muştu. Ebû Lü’lü’ daha sonra Sasânîlerle Müslümanlar arasında vuku bulan Nihavend savaşı sonrasında köle olarak Müslümanların eline geçmişti. Hicrî 21(642) yılın­da Medine’ye getirilmişti. Bu köle el sanatlarında meş­hur olup İran asıllı bir ateşperest idi. Muğire, ondan çok faydalanıyordu. Çünkü o, nakkâşlık, marangozluk ve demircilik gibi işleri çok iyi biliyordu. Sürekli el değirmeni yapıyordu. Muğire ondan bu iş için hergün dört dirhem para alıyordu. Muğire, kölesinin Medine’de kalması için halifeden izin isteyince gerekli izin verildi. Ebû Lü’lü’ bu dönemde perişan haldeydi. Durmadan ağlar ve han­gi çocuğu görürse başını okşar ve “Ömer ciğerimi yerdi” derdi. Böyle demesinin sebebi şuydu: Ebû Lü’lü’ bir gün Hz. Ömer’e geldi ve “Muğire beni çok ağır işlerde çalış­tırıyor, bu bakımdan ona söyleyin de benden az para alsın” dedi. Hz. Ömer ona “Sen hangi işleri güzel beceri­yorsun?” diye sorunca yaptığı işleri sıraladı. Bunun üzeri­ne Hz. Ömer “İşine bakınca bu para fazla değil. Allah’tan kork, git efendine edeplice hizmet et!” dedi. EbûLü’lü’ bu sözlere çok öfkelenmişti. Hz. Ömer’e karşı gün geçtikçe kötü duygular besleyen Ebû Lü’lü’ onu öldürme plan­ları yaptı ve bunun için iki tarafı keskin bir hançer ha­zırladı. Hançeri günlerce zehire buladı. Bir gün eski İran komutanlarından Hürmüzan’ın yanına giderek “Bu han­çer nasıldır?” diye sordu. Hürmüz, “Sen bunu kime saplarsan o sağ kurtul­maz” cevabını verdi. Bu Mecûsînin hazırladığı komplosunda hem şahsi intikam hem de milli öfke ve kinin rolü vardı.”

Hz. Ömer hicri 23 (644) yılında Zilhicce ayının 26’sında sabah namazı­nı kıldırmak için Mescid’e gittiğinde Ebû Lü’lü’ sal­dırıya geçti ve onu çeşit­li yerlerinden yaraladı. Bununla da kalmayarak kiminle karşılaştıysa elin­deki hançeriyle saldırdı ve bu şekilde on üç kişiyi

yaraladı. Hz. Ömer kendi­sine saldıran kişinin Müs­lümanlardan olmamasına sevindi.

Muasır tarihçilerden Mu­hammed Ali Sallâbi, onun bir Mecusi tarafından öl­dürülmesinin küfür ehlinin Müslüman liderlere karşı içlerinde nasıl hisler besledi­ğinin açık göstergesi oldu­ğunu söylemiştir. Mahmud Şakir ise şunları söylemiştir: “Mecusiler dış görünüş itiba­riyle Müslüman ama içten de samimiyetle eski dinleri olan Mecusiliğe bağlıydılar. Bunlar İslam büyüklerini ortadan kaldırmayı en büyük hedef haline getirmişlerdi. Tarihi gerçekler öyle göste­riyor ki Hristiyanlar da zaman zaman bu şer güçleriyle işbirliği yapmışlardır.” Nedvi, Hz. Ömer’in şehid edilme­sinde hem Yahûdîlerin hem de İranlıların ortak olduğu­nu, bu işin bir plan dahilinde yapıldığını belirtmiştir.

Ülkeleri fethedilmiş, Müs­lümanlar karşısında mağlup düşmüş milletler intikam ve kin duygusuyla, galip dev­letin liderine saldırı planları yapması dünya tarihinde bilinen hadiselerdendir. İşte bu açıdan İslâm devletinin başkenti tehlike altındaydı. Belki de bundan dolayı Me­dine’yi daha ciddi önlemlerle güven altına almak icap edi­yordu. Böyle bir düşünceyle Hz. Ömer her ne kadar bazı önlemeler almışsa da

bunlar yeterli olmamıştır. Neticede Hz. Ömer Müslü­manların başkentinde öldürülmüştür. Hz. Ömer’in öldü­rülmesi büyük bir kayıp ve İslâm için de büyük bir facia olmuştur.

Görüldüğü üzere Hz. Ömer, Müslümanların güvenliği için sıkı tedbirler almış, onlar için tehlike oluşturabile­cek esirlerin, Medine’de oturmalarına sıcak bakmamış ve bunlardan gelebilecek tehlikeyi önceden sezmiştir. Onun başkent Medine’de böyle biri tarafından şehid edilmesi güvenlik hususunda onu doğrular nitelikte bir hadisedir.

O halde, ey modern çağın Müslümanları, evlerimiz bi­rer Medine’dir, koruyalım,

Dernek ve vakıf merkezlerimiz birer Medine’dir, en ciddi şekilde muhafaza edelim,

Güvenli bir liman olarak adlandıran ve Suriyeli, Mısırlı, Filistinli, Iraklı Müslümanların ilticagahı olan, İslam âle­minin kalbi durumuna gelmiş şu ülke bir Medine me­sabesindedir, sahip çıkalım. Unutmayalım ki davet sat­hında Medinelerin düşüşü, kalbin ani bir krizle bedeni işlevsiz bırakması gibidir.

KAYNAKLAR

  1. Mahmud Şakir, Adem’den Bugüne İslam Tarihi, trc. Ferit Aydın, İstanbul: Kahraman Yayınları, III, 83.
  2. Muhammed Ali Sallâbî, Ömer, s. 507.
  3. Hürmüzân, Sasânî toprakları fethedildiği sırada Tüster’in valisi olarak Müslümanlar tarafından esir alınmış, Medine’ye getirilmiş ve daha sonra Müslüman olmuştur. Hz. Ömer’in öl­dürülmesi üzerine Ubeydullah b. Ömer (Hz. Ömer’in oğludur), Ebu Lü’lü’e yakınlığından ve bu işe azmettirmesinden dolayı onu öldürmüştür. Bk. Zehebî, Siyerü A’lami’n-Nübela, I, 368; ayrıca bk. Osman Çetin, “Hürmüzân-ı Fârisî”, DİA, XVIII, 498.
  4. Hasan en-Nedvî, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayatı, s. 141.
  5. İbn Sa’d, Tabakat, I, 252.
  6. Muhammed Ali Sallabi, Ömer, s. 690.
  7. Şakir, a.g.e., s. 85.
  8. Hsan en-Nedvî, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayatı, s. 141.
  9. Hasan en-Nedvî, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayatı, s. 143.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?