Bir Müslüman fert düşünün! İki, üç, dört ya da beş yıl Kur’ân’dan, sünnetten, fıkıhtan, siyerden, akaidden, İslami davetin esas ve ilkelerinden çok malumat elde ediyor ve onun nasıl aktarılacağına dair metodu öğreniyor. Bu ferdin bir müddet sonra yapacağı şey, öğrendiklerini başka insanlara aktarmak değil midir?
Yıllarca İslami davete dair elde ettiği bilgileri bu sefer başka insanların da istifadesine sunması, onları İslam’ın eşsiz hakikatleriyle buluşturması, insanların iman, zikir, takva ve ihlas ekseninde yetişip İslami bir hayat yaşaması için çaba sarf etmesi bir Müslüman davetçi için en büyük mesele olmalıdır. Yıllarca her hafta birkaç defa olmak üzere gerek sohbet halkalarında gerekse genel haftalık derslerinde elde ettiği birikimi, kendi şahsi çabalarını seferber ederek insanlara götürmesi onun boynunda ciddi bir borç olarak yerini alır. Bu borcu eda etmediği zaman davetinin gereğini yerine getirmiş sayılmaz.
Bir İslam davetçisi öğrendiklerini başkalarına aktarma yolunda bizzat çaba ve gayret içine girmelidir. Bir başka davetçinin “Haydi ne duruyorsun? Neden yürü müyorsun?” demesini beklemez. Kendi bütün çaba ve gayretini sarf ederek insanlara ulaşmaya çalışır ve bildiği hakikatleri paylaşma yoluna gider. Örneğin bir beldeye tayin edilen bir davetçi etrafına, “İslam davasına hizmeti kimlerle yapabilirim?” düşüncesiyle bakar, tanıştığı her ferd üzerinde bu düşüncenin izini bırakmaya çalışır. İnsanlar onunla tanışırken zihninde kalan şey, “Bu insan din-i mübin-i İslam’a hizmet etmeyi kendine vazife edinmiş” olmalıdır. İslam davetçisi tıpkı tacir gibidir. “Sahip olduğum bu paha biçilmez değeri kimlere verebilirim?” diye düşünür. “İnsanların bunu alması için ne yapmalıyım?” diye düşünür ve bu yolda plan, proje, taktik ve stratejiler geliştirir. İnsanları ziyaret eder. Onlarla irtibat halinde olmaya çalışır. Çevresinde bulunan bütün herkesin İslam’ı öğrenmesi için hararetle çalışır, didinir, zamanını bu minvalde programlar.
O, bulunduğu her yeri davet alanı olarak değerlendirir. İnsanlarla ilişkisinde İslami davetini en önde tutar ve davetine zarar gelebilecek hususlarda dikkatli davranır, İslam’ın ve Müslümanların izzetini muhafaza etmede hassas olur.
Her Müslüman davetçi ferdin, kendi ferdi teşebbüsleriyle yapacağı davet neticesinde İslami davet geniş kesimlere ulaşacaktır. Şayet bir davetçi, yanına bir ya da iki davetçi olmak üzere dava arkadaşlarını yanına alabilmişse bu yolda daha da güçlü çalışacak, kısa zamanda daha çok başarılar elde edecektir. Resûlullah (s.a.v)’in sahabeden Musab b. Ümeyr’i Medine’de nasıl görevlendirdiğini göz önüne getirerek, aynı başarıyı elde etmesi için Rabbine yalvarır, hem kendisinin hem de sair arkadaşlarının muvaffakiyeti için dua eder. Musab’ın başarısının tek bir fertle başladığını ve zamanla yüzlerce davetçi ferdin onun çabasıyla meydana geldiğini unutmaz. Aynı metod ve usulle bu daveti omuzladığı şuuruyla hareket eder ve Allah’tan kendisini başarılı kılması niyazında bulunur.
Davetçi, yaptığı ferdi davetin önemimi çok iyi kavramıştır. Kendisinin bulunmadığı yerde tahrif edilmiş İslami bir anlayıştan İslam düşmanlarının hücumlarına kadar her yerde bir bozgunun, bir bozulmanın ve geri gidişin meydana geleceğini bilir. Ferdi teşebbüsüyle kendini İslam’ın bir müdafisi, Kur’ân ve sünnetin toplumda yayılması için bir gönüllü fert olarak bilir. Bu bilinçle hareket ettiği zaman birkaç yıl içerisinde etrafında onlarca gencin onun davasının gönüldaşı olduğunu görür ve buna sevinir. İslami çağrısının, etrafında kümelenmiş insanlar vasıtasıyla daha başka yerlere taşınacağını bilir, bunun usul ve metodunu onlara vermeye çalışır. O, namaz kılan müminlerin kendi davasının tabii üyeleri olduğunu bilir ve onlara davetçi sıfatını kazandırmak için buluşmalar, ziyaretler gerçekleştirir, sosyal etkinlikler vasıtasıyla bir hareketlilik meydana getirmeye çalışır. Onların bu mukaddes yolda asrın Musab’ları olması için fedakarca didinir. Gecelerini bu işin yol ve yordamını planlamak için sarf eder ve bunu bir ibadet bilinciyle eda eder. Çünkü İslami bilinci elde edememiş bir müslümanın İslam düşmanlarının tuzaklarına bir vesileyle düşebileceğini, her zaman ve mekanda onlarca tuzağın gizli bulunduğunu unutmaz. Kişinin en başta nefsin tuzaklarına düşeceğini bildiğinden planlamasında nefis tezkiyesinden ihlasa, uhuvvetten ibadete, her sahada kendi dava arkadaşlarını ferdi teşebbüsüyle yetiştirmeye çalışır, kendisini bu hususta vazifedar bilir. Yaptığı görevin bütün peygamberlerin ve sahabe-i kiramın canları pahasına ortaya koydukları bir görev olduğunu asla unutmaz. Bütün peygamber ve ümmetleri içinde bu işe gönül vermiş erlerin bu vazifeye tef fert olarak başladıklarını bildiğinden kendisinin bir mıntıkada tek başına olmasını sorun etmez, Allah’ın muhakkak surette yardım edeceğine kesinkes inanır. İslam’a davet vazifesinin ilahi bir emir olduğunu ve en kıymeti zamanını bu işe tahsil etmesi gerektiğini kulak ardı etmez. Kendisi gibi yüzlerce, binlerce ferdin bu vazifeyi eda etmeleri yolunda, yakın ve uzak coğrafyalara hicret meselesinde konuşmayı ve onları harekete geçirmeyi de ayrıca önemli bir görev olarak bilir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?