Ameliyatların robotik cihazlarla yapıldığı, DNA tahlillerinin ve organ nakillerinin teknolojik araçlarla ve akıllı neşterlerle son noktaya geldiği, nano hücreler ve nano robotlarla ameliyatsız onarıcı tedavilerin yapıldığı, eskiden günlerce sürebilecek ve kas gücü gerektirecek birçok işin makinalar yardımıyla birkaç dakikada halledildiği, ulaşımın GPS araçlarıyla bir oyun haline geldiği, saniyeler içerisinde yüksek bir binanın en üst katına eforsuz çıkıldığı, son model bir telefonun bir ay içerisinde modasının geçtiği dijital bir çağda yaşıyoruz.
Buhar teknolojisi, elektrik teknolojisi, iletişim teknolojisi derken yapay zekanın baş rolde olduğu, hızlı bir değişim ve dönüşüm çağındayız. Tv, telefon, tabletlerle dünyadaki gelişmeleri takip ettiğimiz, akraba ve dostlarımızla haberleşip, hasret giderdiğimiz, istediğimiz her tür malumata bir tık ile ulaşabildiğimiz bir çağ. Hayatımızı kolaylaştıran bu teknolojik gelişmeler, Koronavirüsün de ülkemizde görülmesi ile beraber daha bir değer kazanmış, belki belli bir kesimin ihtiyacını gören dijital ortamlar, artık 7’den 70’e hepimizin vazgeçilmezi haline gelmiştir. 2020 yılı içerisinde bayram ve akraba ziyaretleri online yapıldı, alışverişler online, eğitim online, futbol maçları seyircisiz ve online, haberleşme online, devlet başkanlarının görüşmeleri ve toplantılar online, hatta Finlandiya’da cuma namazının bile online kılındığı bir devre şahit oluyoruz. Peki bu kadar dijital ortama dahil olmak bize olumsuzluklar da getirmez mi? Sanalın gerçekle, gerçeğin sanalla karıştırıldığı siber bir dünya sizce ne kadar sahici? Her nimetin bir külfeti olduğu gibi iletişim araçlarının ve sanal dünyanın sağladığı rahatlık da bazı problemleri beraberinde getirmiştir. Tüketimin hızla artması, bazı meslek dallarının ölmesi, insan sağlığının olumsuz etkilenmesi (psikolojik ve fizyolojik) bu sorunlardan sadece birkaçıdır. Sosyal medya denilen ama pek de sosyalleştirmeyen dijital ortamlar ise; bu problemlerin yanı sıra bireyler arası iletişimi olumsuz etkiliyor, güven bağlarının kopmasına, mahremiyet perdelerinin yırtılmasına, aile bağlarının zayıflamasına neden olan bir mecra haline geliyor. Yalnızlaşan insanın sıkılmaktan korktuğu için dört elle sarıldığı, kendi kimliğini kazanamadığı için ideal kimliklere bürünme ihtiyacını karşıladığı, özgürleştiğini zannettiği ama daha çok köleleştiği, beğenildiğini ve itibar gördüğünü hissederek nefsini tatmin etmeye çalıştığı bir mecra. Her çağdan insanın bu problemlerden kendi nispetinde etkilendiği bir gerçektir lakin önemle üzerinde durulması gereken husus; ebeveyn ve çocukların yani ailenin bu durumdan nasıl etkilendiğidir.
Türkiye’de 52 milyon sosyal medya kullanıcısı var. Birinci sırada Youtube yer alırken akabinde İnstagram, Whatsaap, Facebook, Twitter sıralanıyor. Kullanıcıların 3’te 2’sini gençler oluşturuyor. “Zamane çocukları işte hep kavgacı hep âsiler. Bak şimdiden beni parmağında oynatıyor…” dediğimiz çocuklar, gençlerimiz edep, saygı bilmiyor, zamane gençlerinde ahlak yok, Allah korkusu yok…” dediğimiz gençler bu kullanıcılardan çıkıyor. Maalesef teknolojiyi üretme ve sahiplenme konusunda sınıfta kaldığımız gibi bilinçli kullanma hususunda da sınıfta kaldık. Mutedil olma çizgimizi muhafaza edemedik. Bazı ebeveynlerimiz; “bunlar ecnebi ürünleridir, hep şeytana, batıla hizmet eder, kullanmam kullandırmam” diyerek televizyon, telefon ve internete karşı duvarlar ördü ama çocuklarına hâkim olamadı. Bazı ebeveynlerimiz ise batıya olan hayranlığı nedeniyle zararına faydasına bakmadan her aracı, her kanalı, her uygulamayı mubah gördü. Bu zarara hem kendini hem de neslini ortak etti. RTÜK verilerine göre günde ortalama 230 dk. Tv izlemek ile Türkiye birinciliği kaptı. Yine bu istatistiğe göre; kadınlar dizi ve magazin, erkekler ise şiddet ve aksiyon içerikli yayınları izliyor. Sadece bu veriler bile içerisinde bulunduğumuz vahim durumu özetlemektedir. Geçtiğimiz günlerde bir gündüz programında çıkan bir kadının kendi çocuğunun eşinden değil de komşusundan olduğunu duyduğunda attığı sevinç naraları o programı izleyen annelerin, körpe zihinlerin kulaklarında yankılandı. Bu ve benzeri her yayını seçmeden, ayıklamadan izleyen bir neslin ifsat olmaması mümkün müdür? Babasının telefonda, annesinin televizyonda vaktini tükettiği, merakla sordukları sorulara ekranlara kilitlenmiş gözlerle bazen öfke, bazen bıkkınlıkla cevaplar verildiği, geçiştirilen, baştan savılan çocuklarımızdan çok şey bekliyoruz.
Karınlarını ekranların başında doyurduk. Bizden beklediği ilgiyi çizgi filmler karşıladı. Annesinin sesinden dinleyeceği ninniyi tanımadığı dijital bir sesten dinledi. Babasının sırtına binmek yerine sanal oyunlarla avundu. İletişim kuramaz, duygu yoksunu, saygı bilmez, içine kapanık nesli aslında kendi ellerimizle yetiştirdik. İçinde bulundukları duruma kendimiz ittik. Sevgi, şefkat ihtiyacını sanal alemdeki “like”ler ile gidermeye çalışan, bizimle paylaşmadığı şeyleri yabancılarla paylaşan, uykusunu Allah için bölmeyen ama facebook senin youtube benim gecelerini alemlere! feda edenler bizim çocuklarımız. Cinayetleri serin kanlılıkla videoya çekenler hatta bazen suça dahil olanlar bizim çocuklarımız. Anne ve babasına sadece maddi kaynak gözüyle baktığından para ihtiyacını karşılamadığında bıçak çekenler bizim çocuklarımız. Bundan birkaç yıl önce gençlerden yakınırdık, şimdilerde ise ebeveynlerden şikayetçiyiz. Çünkü gençlerimize sığınılacak bir liman olamadık, dışardaki tehlikelerin farkında olduğu gibi dijital dünyanın da tehlikelerinin bilincinde olan ebeveyn ilgisinden mahrum bıraktık. Bizi eşimizin gözünün içine sevgiyle bakarken görmediler. Bir komşumuz veya akrabamız için yaptığımız fedakarlıklara rastlamadılar. Seccadenin üzerinde bir duaya ortak olmadılar. Allah için döktüğümüz gözyaşlarına şahit olmadılar. Çünkü herkes kendi donuk alemindeydi.
İslâm ümmetinin ifsadı için çalışan karanlık eller değerlerimize, ahlakımıza ve neslimize saldırmakta, sosyalleşme adı altında bizi asimile edip soyutlamaktadır. Mavi balina gibi oyunlarla çocuklarımızın canına, Avataria gibi oyunlarla mahremine, Pubg gibi oyunlarla imanına ve insanlığına zarar vermek düşüncesini güdüyor. Gayrı meşru, çarpık ilişkilerin yer aldığı yayınlar neslimizin ahlakını, medya hesaplarındaki iletişim dili edeplerini, özendirdikleri kişiliksizler ise hayallerini ve geleceklerini yerle bir ediyor.
Peki bu sorunların çaresi nedir? Ebeveynler olarak neler yapmalıyız? Televizyonu, telefonu yasaklamak, internet bağlamamak çözüm müdür? Bilakis alemi değiştirecek ilimler öğrenmek Müslümana bir vecibedir. Çocuklarımızı kendi zamanımıza göre değil de onların içerisinde yaşayacakları çağa göre yetiştirmemiz, rehberlik etmemiz gerekir. Teknolojideki gelişmeleri takip etmeli, mümkün olduğunca İslâm’ın ve Müslümanların faydasına kullanmalıyız. Sosyal medyada oluşturduğumuz kimliklerin, takip ettiğimiz hesapların bizi yansıttığını unutmamalı, amel defterimize utanılacak şeyleri yazdırmama gayretinde olmalıyız. Medya ahlakı hususunda kendimizi ve ailemizi bilinçlendirmeliyiz. Teknolojinin bizim için neler yaptığını takip ettiğimiz kadar bize neler yaptığına da bakmalıyız. Zamanın, kıymeti sonradan anlaşılan iki değerli nimetten biri olduğunu bilerek vaktimizi daha önemli şeylere harcamalıyız. Sıkılmak da bir nimettir. İnsanın gelişmesine, yeni ufukları aralamasına vesile olan bir nimet… Ekranlara sıkıntıyı gidermek için değil zaruri bir ihtiyacı gidermek için bakmalıyız. Çocuklarımızın hangi oyunları oynadığını takip etmeli bazen onlarla beraber oynamalıyız. Telefonlardaki hesaplar ebeveyne ait olmalı, web geçmişi daima kontrol edilmeli, zararlı içerikler için kısıtlı moda alınmalı, zararlı uygulamalar engellenmelidir. Sosyal medya hesabı olan çocuklarımızın sanal arkadaşı olmalı, arkadaşlık ettiklerini ve takip ettiği sayfaları incelemeliyiz. Tüm bunları çocuklarımıza sezdirmeden, onları sıkmadan Allah korkusu ve İslâmi bilinç aşılayarak yapmalıyız. Zira biz her yerde takip edemeyiz. Ama Allah (c.c) daima gözetleyendir. En önemlisi de dünya hayatının geçiciliğini, aile bireylerinden bir gün ayrılıp Rabbin huzurunda mesuliyetimiz altındakilerinden sorumlu tutulacağımızı unutmadan, onlara gereken ihtimamı göstererek yeterince vakit ayırmaktır. Çocuklarımızla öyle zamanlar geçirmeliyiz ki ne bir ekrana ne de başka bir limana ihtiyaç duysunlar. Bize dijital silahlarını doğrultanlara misliyle karşılık vermeliyiz. Müslüman yazılımcılara, İslâmi kodlamalar ve uygulamalara çok ihtiyacımız vardır. Evlatlarımızı bu bilinçle mesleklere yönlendirmeliyiz. Bu minvalde Abdullah Azzam’ın şu sözü bize ışık tutsun; “Evlerinizi tavuk yetiştiren kümeslere değil, aslan yetiştiren inlere çevirin” …

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?