İslâmî ilimlerin tarihi analiz edildiğinde ilk olarak Mekke, Medine, Bağdat, Kûfe, Mısır, Şam, Merv, Serahs, Buhara, Semerkand gibi şehirlerin sırasıyla ilim merkezi hâline geldiği ve son olarak ilmî anlamda cazibe merkezi hâline gelen ve tabiri caizse âlem-i İslâm’ın laboratuvarı hükmünde olan coğrafyanın ise Hind alt kıtası olduğu söylenebilir.

Hint alt kıtasındaki medreselerin tarihi Gazneliler’e kadar uzanmaktadır. Fakat Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olmasıyla birlikte İslâm eğitim sisteminin yerini giderek Batı eğitim sistemi ve müfredat programlarının almaya başlaması sonucunda Müslümanlar İslâmî kimliklerini ve kültürlerini korumak amacıyla bazı alternatifler düşünmek zorunda kaldılar. Hindistan ulemâsı bu maksatla sadece İslâmî ilimlerin okutulacağı medrese veya dârülulûm adı verilen eğitim müesseseleri kurmayı kararlaştırdı. Böylece İngilizler’in ülkeye hâkim olmasını içlerine sindiremeyen bir grup genç âlim tarafından 1866’da Diyûbend kasabasında bir medrese öğretime açıldı. Muhammed Kâsım Nânevtevî’nin (1832-1880) öncülüğünde kurulan Diyûbend Medresesi, İslâmî ilimlerde gösterdiği başarıdan dolayı kısa zamanda tüm İslâm âleminde “Doğu’nun Ezheri” diye şöhret buldu.1947’de Pakistan’ın kurulmasıyla daha rahat bir teşkilatlanma imkânına kavuşan Diyûbend Medresesi mensupları, Pakistan’ın her bir tarafına Diyûbend’e bağlı şubeler açmaya başladılar. Neticede bu ekol mensuplarınca açılıp ekolün düşünceleri doğrultusunda faaliyet gösteren medrese ve okulların sayısı binleri buldu. Nitekim günümüz Pakistan’ında bulunan tüm medreselerin %70’i Diyûbendîlere aittir ve onların sistemine göre dinî eğitim vermektedir. Ayrıca Pakistan’daki cami ve mescitlerin neredeyse yarısı yine bu ekole bağlı imamların kontrolündedir.

Düşünce ve ilim açısından İslâm âlemini besleyen Diyûbend ekolüne mensup âlimler, insanlara sahih İslâm anlayışını anlatarak İslâm mirasını korumaya gayret ederler. Kur’ân ve sünnetin Arapça olması hasebiyle bu dilde eğitime önem verirler. Eğitim müfredatının içine İslâm’a fikrî açıdan saldıranlara karşı Dahdü’n-Nasrâniyye (Hristiyanlarla Mücadele) gibi bölümleri açarak Müslümanları Batı ve Oryantalistlerin ortaya attığı şüphelerden korumaya çalışırlar. Diğer İslâmî cemaatlere karşı mutedil davranan Diyûbendîler, kendilerini şöyle tarif ederler: “Bizler din konusunda söylediğimiz her söze, Kitap, sünnet, icma ve mezheb imamlarından birinden delil gösteririz. Bununla birlikte hatadan beri olduğumuzu iddia etmeyiz. Bu yüzden ister usûl ister füru konusunda hatalı olduğumuz ortaya çıktığı an o sözümüzden dönmekten haya etmeyiz.” Diyûbendî ekolü mensupları kendilerini amelen Ehl-i sünnet Hanefî, itikaden Eş’arî ve Mâturîdî, meşreben sûfî (ağırlıklı olarak Çiştiyye), fikren Velîyyullâhî ve usulen Kâsımî olarak takdim ederler.

Kuruluşundan günümüze kadar bu medresede yetişen âlimlerin birçoğu, ortaya koydukları eserler sayesinde İslâm dünyasında şöhrete kavuştular. Bunlar içerisinde M. Kâsım Nânevtevî (1832 -1880), Reşîd Ahmed Gengûhî (1825-1905), Şeyhü’l-Hind Mahmud Hasan Diyûbendî (1851-1920), Halîl Ahmed Sehârenpûrî (1852-1927), Eşref Ali Tehânevî (1863-1943), Enver Şâh Keşmîrî (1875-1934), Ubeydullah Sindî (1872-1944), Şebbir Ahmed Osmânî (1885-1949), Hıfzurrahmân Sihvarvî (1901-1962), Zafer Ahmed Osmânî (1892-1974), M. İdris Kandehlevî (1899-1974), Müfti M. Şefî Diyûbendî (1897-1976), Abdulmâcid Deryabâdî (1892-1978), Ebü’l-Hasan Nedvî(1914-1999), M. Manzûr Nu’mânî, M. Yusuf Bennûrî ve M. Takî Osmânî isimleri öne çıkanlardandır.

Eğitim faaliyetleri
Diyûbend Medresesinde tedrisat Urdu dilinde yapılmakta ve ağırlıklı olarak şer’î ilimler üzerinde durulmaktadır. Bölgede geleneksel din eğitiminin yaşatılarak bugüne taşınmasında büyük rol oynayan Diyûbend Medresesinin öğretim programında şu dersler yer almaktadır: Kur’an-Tecvid-Kıraat, Tefsir, Usul-ü Tefsir, Hadis, Usul-ü Hadis, Fıkıh, Usul-ü Fıkıh, Akaid, Kelâm, Tasavvuf, Arap Edebiyatı, Sarf, Nahiv, Maânî, Beyan, Mantık, Felsefe, Aruz, Münazara, Astronomi, Matematik, Tıp, Coğrafya, Tarih. Çağın gerekliliklerinden ötürü eğitim sisteminde yenilenme olan Diyûbend Medresesi, programına sonraları İngilizce, Sanat, Bilgisayar, Gazetecilik, Hindistan Tarihi, İslâm Tarihi, Şehircilik, Coğrafya, Zooloji, Botanik, Hindistan Anayasası, İktisat gibi dersler de eklemiştir.

Diyûbend Medresesinin eğitim anlayışının temelini ise hadis ilmi oluşturur. Bu durumun doğal bir neticesi olarak Diyûbend Medresesindeki en etkin ve yetkin hoca Şeyhü’l-Hadis’tir. Hadis ilmine ayrı bir önem veren Diyûbendiler sadece yetenekli talebeleri hadis sahasına yönlendirirler. Diyûbend Medresesinde üzerinde en fazla durulan şer’i ilimler noktasında hadisten sonra ikinci sırada fıkıh gelir.

Diyûbend Medresesinin teşkilât yapısı modern bir görünüm arz etmektedir. Çeşitli idarî birimlerde belli bir sistem içerisinde profesyonel görevliler istihdam edilmektedir. Medresenin başlıca idarî birimleri serperestlik (rektörlük), muhtemimlik (sekreterlik) ve sadr-ı müderrisliktir (müdürlük-dekanlık). Diyûbend Medresesinin hocaları veya idare heyeti bu medreselerin ilmî ve idârî işleyişini düzenli bir şekilde teftiş ederler.

Günümüz şartlarında sosyal meydanın verdiği avantaj ve dezavantajlardan dolayı ilim ehli için yabancı dillerin hayli önemi artmıştır. Bunun farkında olan Diyûbendîler, İslâmî ilimlerin çeşitli alanlarında Arapça, Urduca, İngilizce ve Farsça pek çok telif ve tercüme eserin yayımını gerçekleştirmektedirler. Ayrıca söz konusu dillerde dergi ve gazeteler de yayımlamaktadırlar. Diyûbend Medresesi yapılanması itibariyle bir araştırma kurumu olmamakla birlikte eğitim yanında akademik bir kurum gibi araştırmaya da önem vermektedir. Kurumda 1912’de başlatılan devre-i hadîs ile 1932’de başlatılan devre-i tefsîr bu alanda derinleşmek isteyen medrese mezunlarına hitap etmektedir. Ayrıca Diyûbend Medresesi dârü’l-iftâ adıyla 1892 yılında açılan bölümde, öğrencilere bir yandan fetva verme usulü öğretilirken bir yandan da halkın sorduğu dinî sorulara bölümdeki müftüler tarafından cevaplar hazırlanarak bu fetvalar ileride yayımlanacak şekilde derlenmektedir.

Her kurum ve kuruluşun ilerlemesi ve idamesi için maddi ve manevi bazı şartlar gerekmektedir. Bu yüzden Muhammed Kasım Nanutevi Diyûbend Medresesi için sekiz temel prensip belirlemiş ve bunlara riayet edilmesi noktasında hassas olunmasını istemiştir. Günümüz İslâmî kurum ve kuruluşlarının da bu prensiplere riayet etmesi hâlinde bugünkü durumlarından çok daha iyi bir hâle geleceklerine şüphe yoktur. Medreselerin bekası için gerekli görülen bu prensipler sırasıyla şöyledir: 1. Medresenin bakımı için fon sağlanması, 2. Öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması, 3. Şura ehlinin düzeni sağlayarak fikir birliğini tesis etmesi, 4. Medresenin hocalarının aynı meşrepten olması, 5. Müfredatın daha önce belirlenen şekilde olması, 6. Medresenin onarımı için bir gelir kaynağının temin edilmesi, 7. Hükümetin ve zenginlerin katılımının medrese için zararlı görülmesi, 8. İyi niyet ve böyle iyi niyetli kişilerin sağlayacakları fonlar.

Diyûbend medreseleri, hükümetin yardımlarını kabul etmeyerek daha çok vakıf sistemiyle, hayırseverlerden yardım alarak 145 yıldır faaliyetlerine devam etmektedir. Bu vakıf sistemi sayesinde talebelerden ücret alınmamakta hatta onlara burs bile verilmektedir. Diyûbend Medresesi’nin bir eğitim müessesesi olmasının yanı sıra bir düşünce akımı ve hareket merkezi olarak dikkat çektiği de görülmektedir. Zira Diyûbend Medresesi hem Hind alt kıtası hem de Asya ve Uzakdoğu’daki Müslümanlar üzerinde bir hayli etkisini hissettirmektedir. Çünkü müessese kayıtları, Hindistan dışından çok sayıda Müslüman öğrencinin burada eğitim gördüğünü göstermektedir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?