Abdullah Azzâm, 1941 yılında Filistin’in Cenin kasabası civarında bulunan Seyletü’l-Harisiyye köyünde dünyaya geldi. Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nden 1966 yılında mezun oldu. 1967 yılında Filistin’in Batı yakası ile Mescid-i Aksa’nın İsrail tarafından işgal edilmesi sonrası 1969 yılında Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır. 1973 yılında doktorasını fıkıh usulü alanında Kahire Üniversitesi’nde tamamlamıştır.
1970’lerin sonunda Sovyet Birliği Afganistan’a saldırmıştı. Dünyanın ikinci süper gücü olarak bilinen Sovyetler karşısında durabilecek ne bir İslam birliği ne de bir halife vardı. Buna rağmen halifeliğin kaldırılmasından itibaren dünya tarihinde ilk defa gerçekleşen bir durum ortaya çıktı. Müslümanlar dillerini ve kültürlerini bilmedikleri kardeşlerinin yanına gelerek, Afgan halkıyla aynı safta savaşmaya başladılar. Afgan cihadına daha yakın olma isteği sebebiyle Abdullah Azzâm, Pakistan İslamâbâd’daki Uluslararası İslam Üniversitesi’ne Hoca olmak üzere başvuruda bulundu ve bu başvurusu kabul edildi. 1984 yılında bu görevden kendi isteğiyle ayrılmış ve Afgan cihadında eğitim danışmanı olmuştur. Abdullah Azzâm, Afgan cihadının dünyaya tanıtılmasında ve İslami meşruiyet kazanmasında en etkili rolü oynamış, Afganistan’da “Mücahitlere Hizmet Bürosu” isimli bir kurum açmış ve dünyanın her yerinden gelen mücahitleri organize etmiştir.
Şehit Dr. Abdullah Azzâm’ın Şahsiyeti
Abdullah Azzâm vaktinin çoğunu Müslümanlar ve mücahitler için sarf ederdi. Sabah erken evden çıkar ve gece yarısı evine dönerdi. Hatta gündüzleri evine geldiğinde yanında misafir getirir, onlara ikramda bulunurdu. O, dünya hayatını sevmez, aza kanaat eder, zaruri ihtiyaçlar dışında dünya metaına göz dikmezdi. Ailesi kendisi hakkında birisinin kötü sözlerini ona taşıyacak olsa, “O bunu kastetmemiştir” diyerek sözün sahibini savunur ve temize çıkarmaya çalışırdı. Çocuklarını tam bir İslami terbiye ile yetiştiriyordu. Sabah namazlarından sonra onlarla oturup ders halkası oluşturuyordu. Onlara cihadın, şehadetin faziletlerini öğretiyordu. Ayrıca tecvit ve nahiv dersleri veriyor ve şer’î ilimlerin öğrenilmesinin zaruri olduğunu vurguluyordu. Sürekli Kur’an ezberlemelerini tavsiye ediyordu.
Din konusunda taviz vermezdi. Allah’ın rızasını kazanmak için kanının son damlasına ve hayatının son anına kadar çalıştı ve bu uğurda cuma hutbesine giderken şehit edildi. Sadece ve sadece Müslüman kanının akıtılmaması adına mücahit liderler arasındaki ihtilafı gidermek için gecesini gündüzüne katmıştı. Şehadetinden bir gün önce Hikmetyâr ve Rabbâni’nin ittifak yapması için bir anlaşma hazırlamış, imzalamaları için kapılarını çalmıştı. Burhaneddin Rabbâni olayı şöyle anlatıyor:
“Şeyh Abdullah Azzâm bizde büyük hatıralar bırakmıştır. Asla unutmam, şehadetinden bir önceki gün gece yarısı bir grup arkadaşıyla birlikte bana gelmişlerdi. Ben uykudaydım. Abdullah Azzâm’ın kapıyı çaldığını duyunca uyandım. Yanına gittiğimde bana tebessüm ederek bir kâğıt uzattı ve bunu imzala dedi. Kâğıt Cemiyet Rabbâni ile Hikmetyâr arasındaki ihtilafı ortadan kaldıran bir ittifakı içeriyordu. Kâğıdı hemen imzaladım ve bazı meseleler hakkında konuştuk. Daha sonra cuma günü görüşmek üzere anlaştık. Bana ‘inşallah yarın görüşürüz,’ dedi. Fakat hiç kimse bilmiyordu ki, o yarın cennette Rabbine kavuşacaktı.”
Abdullah Azzâm, Afgan cihadının önde gelen isimlerine daima tavsiyelerde bulunuyordu. İsterseniz bunu bir de kendi dilinden nakledelim: “Amerika ve Rusya’nın canla başla istediği siyasi çözüm, şer’an batıl, aklen de muhaldir. Filistin’de ve diğer bölgelerde tek çözümün sadece silahların namlularında olduğunu, geçirdiğimiz tecrübeler bize öğretmiştir. Meseleyi uluslararası meclislere veya toplantıları havale etmek onu çöp kutusuna atmak demek ve kesinlikle ölümüne sebep olmak demektir. Biz batının rızası için kılıçla cihat hükmünü ortadan kaldıramayız.”

Küfrün tek millet olduğunu gayet iyi bilen Abdullah Azzâm, dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlara sıkılan kurşunun tek namludan çıktığını ömrünün sonuna kadar anlatmaya çalışmıştı. Cihada dil uzatanlara Abdullah Azzâm şöyle cevap veriyordu: “Kem-küm etmeden çok açık ve net konuşacağız. Bizler Müslümanlara karşı merhametli ve halim, Allah’ın düşmanlarının gözünde ise birer teröristiz. Allah’ın bereketi ile yürüyün ve şöyle söyleyin: Savaşa hazırlık size göre terör ise varın bizleri öyle bilin. Namusumuzu ve mukaddesatımızı savunmak baskınsa eğer, bizler baskıncıyız. Düşmana karşı cihat saldırganlıksa eğer, bizler saldırganız.”
Dr. Abdullah Azzâm’ın ahlakını, yeğeni Ebu Übâde şöyle anlatıyordu: “Üstadda gördüğüm güzel sıfatlar şunlardır:
1.Kardeşlerini ancak hayırla anıyordu. Kardeşlerinin hakkında yalnızca hayrı istiyor, yanında onlardan birine kötülük edilmesini veya kötü bahsedilmesini bile istemiyor, bunu sevmiyordu.
2.Bütün Müslümanları seviyordu. Velev ki görüşleri muhtelif, seviyeleri farklı, hareketleri çeşitli de olsa herhangi bir teşkilata ve harekete karşı mutaassıp değildi. Fetih sûresinin 29. ayeti sanki onu tarif ediyordu: “O müminler kendi aralarında merhametli ve kâfirlere karşı şiddetlidirler.”
3.Bazı insanlar sadece ayaklarının dibini görürler. Abdullah Azzâm din ağacının gerçek meyvesini verinceye kadar beslenmeye, yardıma ve uzun zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu. İslam toplumunun binası için de belirli bir vakte ihtiyaç vardır. Toplumların bir gün içerisinde kalkınması, değişmesi mümkün değildi. Ağacın meyve vermesini istiyorsanız, onu uzun bir müddet korumanız, sulamanız, etrafındaki zararlı ot ve dikenleri temizlemeniz lazım. Bununla birlikte ara sıra böceklerin saldırması ve rüzgârın bazı dalları kırması, yaşamasına engel değildir. Çünkü bu yolun tabiatında bu meşakkatler vardır.
Abdullah Azzâm’ın Şehit Edilişi
24 Kasım1989 cuma sabahı Abdullah Azzâm, çocuklarıyla onları spora çıkarmak için anlaşmışlardı. Fakat babaları onlara Kehf suresini okumadan ve zikirlerini çekmeden izin vermeyeceğini söyledi. Abdullah Azzâm ise Burhaneddin Rabbâni ve Gülbeddin Hikmetyâr’a imzalattığı ittifakı halka açıklamak için bir hutbe hazırlıyordu. Daha sonra oğulları İbrahim, Muhammed ve kendisi cuma için hazırlanmaya başladılar. Abdullah Azzâm o gün ilk defa yeni bir elbisesini giymiş, oğlu Huzeyfe’ye, ‘Haydi bizi mescide götür’ demişti. Huzeyfe’yi karşısında görünce ‘Hayır sen kal, bizi Muhammed götürsün, sen daha sonra gelirsin’ dedi. Huzeyfe cuma için daha hazırlanmamış idi. Huzeyfe banyodayken Abdullah Azzâm ve Muhammed arabaya binip Şüheda Mescidi’ne hareket etmişlerdi. Arabayı Muhammed kullanıyordu. Birkaç dakika sonra saat 12’de güçlü bir patlama oldu. O sırada hanımı evde yemek hazırlığı yapıyordu. Patlama sesini duyunca elindekileri fırlatarak oğlu Huzeyfe’ye, ‘Ya hak! Baban!’ diye seslendi. Araba Jamrud caddesine giden sokağa dönerken yavaşlamış, kanalizasyonun içine önceden yerleştirilen patlayıcı madde uzaktan kumandayla profesyonelce patlatılmış, araba üç parçaya ayrılmıştı. Muhammed’in parçaları olay yerinden yaklaşık 100 metre öteye fırlamış İbrahim’in parçaları ise elektrik tellerine takılmıştı. Buna rağmen Abdullah Azzâm’ın bedeni tek parça duruyordu. Mescitte Abdullah Azzâm’ı bekleyen cemaat patlama sesini işitince sokağa dökülmüş, olayın ne olduğunu, ölenlerin kimler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Abdullah Azzâm’ı önce hastaneye götürdüler ama Abdullah Azzâm çoktan şehadete kavuşmuştu. Muhammed ve İbrahim’in parçaları da toplanarak üçünün de cenazesi Peşaver’in bir kasabası olan Babi’ye, geçici Afganistan hükümetinin başbakanı olan Üstad Abdurrabbi Rasul Sayyaf’ın evine götürüldü.
Öte yandan Sayyaf’ın evinde toplanan ulema mücahitler, şehidin hemen o gün defnedilmesinin zaruri olduğuna karar vermiş, o günün akşam namazını müteakiben cenaze namazını kılmışlar, daha sonra Babi’deki şehitlik mezarlığına defnetmişlerdi. Hemen ertesi gün mücahitler üç günlük taziye düzenlediler. Taziyeye Üstad Sayyaf, Rabbâni, Hikmetyâr, Yunus Halis ve bazı komutanlar katıldılar. Geçici Afgan İslam hükümetinin başbakanı Abdurrabbi Rasul Sayyaf, Dr. Abdullah Azzâm’ın kabri başında gözyaşlarını silerken şöyle söyledi: “Ey Muhammed’in babası! Allah sana rahmet etsin. Ey İslam davetçisi ve davetine sadık olan ve ey cihad edip şehit olan! Allah sana rahmet etsin! Ey insanlar otururken cihad eden ve insanlar alıkoyarken teşvik eden! Allah sana rahmet eylesin! Ey Muhammed’in babası, sende ihlastan, iyilikten ve doğruluktan başka bir şey görmediğimize Allah’ın huzurunda şahitlik ederiz! Ey zelillik ve hakirlik tozlarını İslam ümmetinin yüzünden silen, en zor anlarda bize kolayı hatırlatan, ey bize yol gösteren, mutmain ol ki bizler, bu yolda yürüyeceğiz! Temenni ettiğin şeye Allah seni kavuşturdu, sana kutlu olsun! Peygamberler, sadıklar ve sâlihlerle beraber olman sana kutlu olsun! Senden önce şehit olan kardeşlerinle buluşman sana kutlu olsun! Allah’tan kıyamette bizi seninle haşr etmesini ve cennette aynı çatı altında toplanan kardeşler olarak kavuşturmasını temenni ediyoruz.”
Gülbeddin Hikmetyâr ise yapılan anma töreninde mücahitlere şöyle seslendi: “Şeyh Abdullah Azzâm’ın şehadeti ile İslam ümmeti büyük bir mücahit komutan, büyük bir davetçi kaybetmiş ve büyük bir boşluk meydana gelmiştir. Biz ona İslami hareketin öncülerinden bir öncü, cihad komutanlarından bir komutan olarak itibar ediyoruz. Şüphesiz Abdullah Azzâm’ın İslam aleminin batısından ve doğusundan gelen gençlerin bir araya toplanmasında büyük bir rolü vardı. Varlığını ve değerini her ne kadar o hayattayken bilsek bile asıl değeri şehadetinden sonra anlaşılacaktır. Önder ve kumandan durumundaki İslami şahsiyetlerin değeri, genellikle ölümlerinden sonra ortaya çıkar ve o zaman bu boşluğu doldurmak İslam ümmeti için çok zor olur. Tarihte şehitlerin varlığı ne zaman azalmışsa İslam ümmeti o zaman çökmeye yüz tutmuş, ne zaman ki, şehitler kafilesi harekete geçirilmişse o zaman hayata ve şerefe dönüşün başlangıcı olmuştur. Bizler bu şehadeti İslam âlemi için zafer alametlerinden bir alamet ve şanlı asırlara dönüş alametlerinden biri olarak görüyoruz.”
Yine aynı törende Şehit Abdullah Azzâm’ın oğlu Huzeyfe Azzâm ümmete şöyle seslendi:
“Allah içinizden cihad edenleri belirlemeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz? (Âl-i İmrân, 142) Babamın kanı ve kardeşlerimin havaya uçan parçaları bana konuşmayı öğretti. Daha önce sizlerin önünde hiç konuşmamıştım. İnsan kendi nefsini ve akrabalarını kurban etmedikçe devletler kurulamaz, ümmet kıyama geçirilemez. Belki de bu ümmetin evlatlarından yalnızca bir tanesi ile bu iş gerçekleşir, belki de kandan denizlerin olması, evlatlarını kaybeden anaların ve yetimlerin gözyaşlarının akmasıyla bu kıyam ve bu davet gerçekleşir. Ondan sonra insanların güç yetirmek için aciz kaldıkları hususta ilahi yardım iner. İnsan, gücünün yettiği kadarını takdim etmedikçe ve mümkün olduğu kadar gayret göstermedikçe ümmetlerin harekete geçirilemeyeceğini üstad kendi kanı ve evlatlarının parçalarıyla bu ümmete öğretmiştir. Eğer âlimler harekete geçmezse oturmak avama daha çok yakışır. Çünkü âlimlerimizin bizzat kendilerinin yürümeleri gerekir ve Allah’ın ulaşmalarını dilediği yere varıncaya dek ümmetin öncülüğünü yapmaları gerekir. Kâfir devletler insanın kendi ülkesinde ibadet etmesine, namaz kılmasına, Kur’an okumasına, cihad hakkında konuşmasına karışmazlar ama iş uygulamaya geldiği zaman buna ne kâfir devletler ne de diğer güçler razı olacaktır. Üstad herhangi bir diktatörün, güç sahibinin ya da hâkimin ele geçiremeyeceği, içinde “lâ ilahe illallah” diyebileceği bir vatan aramaya çıkmıştı. Fakat Allah onun mesafesini ona kısalttı, yorucu işlerden ve musibetlerden onu rahata kavuşturdu ve şehit olarak cennetine aldı. Allah’ım! Onu geniş rahmetine kabul buyur! Âmin…”
Yazımıza Abdullah Azzâm’ın vasiyetinin bir kısmı ile son veriyoruz. Hayatından ve şehadetinden ibret almak niyetiyle…
Şehit Abdullah Azzâm’ın Vasiyeti
Yüce Allah’ın rahmetine muhtaç, Allah’ın kulu Abdullah Yusuf Azzâm’ın vasiyetidir. Kahraman komutan Celalettin Hakkani’nin evinde 20 Nisan 1986 günü şu sözleri yazıyorum: Cihad için gerekli hazırlıkları yapmaksızın geleceğe dair umutları gerekçe göstermek, zirvelere ulaşmayı ve oraları yükselmeye arzulayan küçük insanların yapacağı işlerdendir. Mescid-i Haram’a hizmet etmek ve onu imar etmek dahi Allah yolunda cihad etmenin değeriyle kıyas edilemez. “Sizler hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı imar etmeyi, Allah’a ve ahiret gününe iman edip Allah’ın yolunda cihad eden kimsenin işi ile bir mi saydınız? Allah katında bunlar eşit değildir. Allah zalimler topluluğunu hakka iletmez. İman eden, hicret eden ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerin dereceleri, Allah katında en üstünüdür. İşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara kendi katından bir rahmeti, hoşnutluğu ve içinde ebedi nimetler bulunan csennetleri müjdeler! Orada ebediyen kalırlar. Bilin ki en büyük ödül Allah’ın katında olandır!” (Tevbe, 19-22)
Hudey b. İyaz’a şu beyitleri yazıp gönderen Abdullah b. Mübarek’e Allah rahmet eylesin:
“Ey Haremeyn’de ibadet eden, bizleri görsen keşke
O zaman ibadetle oynadığını kendin görürsün…
Ey akıttığı yaşlarla yanaklarını süsleyen;
Bizim boyunlarımızı kanlarımız süslüyor.”
Fakih ve muhaddis Abdullah b. Mübarek’in söylediklerini gördünüz. Müslümanların kutsal ve saygı gösterilmesi gereken değerlerinin ayaklar altına alındığı, namuslarının payimal edildiği, Allah’ın dininin kökünden yeryüzünden silinmek istendiği bir zamanda cihad gibi bir ibadeti terk etmek, Allah’ın dinini oyuncak edinmektir. Yeryüzünde Müslümanlar boğazlanırken buna ses çıkarmayıp sadece ‘lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh! İnnâ lillâh’ dememiz ve kendimizi kardeşlerimizin bu büyük dertleriyle ilgilenmeye teşvik etmeden yerimizde saymamız, gerçekten Allah’ın dini ile oynamaktır. Bizi aldatan, nefsimizin sonu gelmez arzularının bizleri gıdıklamasından başka bir şey değildir.
Allah’ın dininin davetsiz, cihadsız, savaşsız, kansız muzaffer olacağını zanneden kimseler, bu dinin tabiatını idrak edemeyen kimselerdir. Onlar vehme kapılmışlardır. Davetçilerin heybeti, davetin şevketi ve Müslümanların izzeti mücadelesiz olmaz.
Müslüman kadınlar! Sakın rahatlık ve lüks düşkünü olmayın! Çünkü rahat ve lüks cihadın düşmanıdır. Çünkü rahatlık ve lüks, beşerin ruhunu telef eder. Temel ihtiyaçlarınızın fazlasından uzak durun, zaruri şeylerle yetinin, çocuklarınızı ağır şartlara, yiğitliğe, kahramanlığa ve cihada hazırlayın! Bu esaslar ile eğitin! Evleriniz aslan yuvası olsun! Tâğutlar tarafından boğazlansın diye beslenip sevilen tavukların kümesi olmasın! Çocukların kalbine cihad sevgisini, cihad tohumlarını ekin. Müslümanların problemlerini içinizde yaşayın! Haftada en az bir gün, mücahitlerin-muhacirlerin hayatlarına benzeyen bir gününüz olsun. O gün kuru bir ekmeği ve birkaç damlayı geçmeyen az bir çayı katık yapın kendinize.
Sen ey Müslüman Hanım! Sana anlatmak istediklerim çok, pek çoktur. Ey Muhammed’in annesi! Allah bana ve Müslümanlara yaptığın hizmetlerin karşılığını en güzel şekilde versin. Uzun süre benim sıkıntılarıma, benimle birlikte katlandın, acı tatlı hayat şerbetini benimle birlikte yudumladın, bu mübarek yolculukta benim en büyük yardımcın oldun ve sen önce Allah için sonra benim için aza katlandın. Senin dünya hayatına rağbet etmediğini gördüm, seni öyle tanıdım, senin gözünde ve hayatında maddenin en ufak ağırlığı olmadı. Sıkıntı çektiğimiz zamanlarda darlıktan şikâyet etmedin. Allah’ın nispeten bize dünyalık verdiği zamanlarda da azmadın. Dünya senin kalbinde yer etmedi. Çoğu zaman dünya senin elinin altındaydı. Zühdden ayrılma, Allah seni sevecektir. İnsanların elinde bulunana da tamah etme, insanlar seni sevecektir. Kur’an, ömrün zevki, hayatın en güzel arkadaşıdır. Namaz kılmak ve nafile oruç tutmak, seher vakitlerinde istiğfar etmek, kalbine bir incelik verir, ibadete lezzet katar.”

1) Abdullah Azzâm Külliyatı, gencmuslumanlar.com, gencbirikim.com

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?