Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Gündüz işlediğin günahlar, gecene katran döküyor. Pencerelerine de güvenme, gece hepsi ayna oluyor. Tek çaren var, ağlamak! Ağlamaktan, gözyaşı dökmekten başka çaren yok. Ağlamak, Hakk’a karşı tevazu göstermenin şiddet halidir, derler. Evet; ağlayarak düne tövbe, bugüne secde, yarına dua ederek bu badireden kurtulabilirsin. Sinyal verici istasyon ne kadar sağlam olursa olsun, bozuk bir radyo ile radyo dinleyemeyeceğin gibi, bozuk bir kalple de imanın tadına varamazsın. Öleceğini bilen tek canlı, insandır. Yani sensin! Sen de hiç ölmeyecek gibi yaşıyorsun. Sıkıntın bundandır.
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Senin bugün yaşadığın şey bir veba meselesi değildir. Senin bugün yaşadığın şey bir vebal meselesidir. Tok olanın aç olanı, barışta olanın savaşta olanı, evinde rahat oturanın yurtsuz olanı, güçlü olanın zayıf olanı, sığınacak çocukluğu olanın yetim olanı görmek istemediği bir vebal meselesi, demişti bir adam. Unutma ki, var’ın imtihanı yok’tan daha çetindir. Ve unutma ki; haddini aşan her şey, zıddına döner. Her şeyde haddini aştın sen!
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Fudayl bin İyaz, ‘Kalbinde ne kadar Allah’ın heybeti varsa, senin de insanların kalbinde o kadar heybetin vardır.’ der. Kalbinde Allah’ın heybeti azalınca, düşmanların çil yavruları gibi üzerine saldırdı. Dört bir yandan geldiler. Neye uğradığını şaşırdın. Toparlanmak için ayağa kalkacağına, seni yerde sürüklemelerine izin verdin. Yerde sürüklenirken işlediğin birkaç hayır hasenatı, attığın birkaç adımı dağ büyüklüğünde gördün. Halbuki bu yolun çok daha fazlası olduğunu biliyordun. Elindeki tesbih ile zikir çeken bir derviş, kucağında elma olan bir kızcağıza:
-Nereye götürüyorsun bunları? der. Kızcağız:
-Tarlada çalışan nişanlıma götürüyorum. Derviş:
-Kaç tane, diye sormuş. Kızcağız:
-İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı? deyince, derviş usulca kırmış elindeki tesbihi…
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Hayat hesapla değil, nasiple yaşanır. Bir ağabeyimiz şöyle demişti: Teraryumdaki minik kaplumbağalar gibiyiz. Bilirsiniz, o minik ve şirin kaplumbağaların yaşadıkları ortamı (teraryumu) ne kadar büyütürseniz, onlar da o kadar büyür. Bizler de ne kadar kazanırsak kazanalım, kazandığımızdan daha fazlasını harcamaya alıştırıldık. Bu harcamalar hayır ve hasenat için olsa bize fayda getirecekti ama biz gözümüzü tüketim maddelerine diktik. Daha iyi kıyafet, daha iyi telefon, daha büyük TV, daha lüks araba… Kısacası, fazla kazandığımız her kuruşu bizi köreltecek şeylere harcar olduk. Daha fazla kazandığı için daha fazla yardım yapanların mutluluğunu görmek yerine, onları neredeyse ‘mecnun’ olarak etiketledik. Oysa bu salgın bize gösterdi ki, dünyada sahip olduğumuz ‘şeyler’, sıhhatimiz de dahil olmak üzere garanti altında değil. Sadece ahiret hazırlığı olarak Allah rızası için verdiklerimiz bize kalacaktır. Yoksa küçük bir önlem olarak getirilen sokağa çıkma kısıtlaması bile ‘öldük, bittik’ hezeyanları ile karşılanır. Dışarıdan çok zengin görünenler bile pamuk ipliğine bağlı bir ekonomik sisteme dahil olmuş durumda. Hani Amerikan filmlerinde, yüzme havuzlu lüks bir villada yaşayan genel müdür işinden atılınca ertesi gün çimleri sökülür, havuzu boşaltılırdı ve bizler de şaşırırdık ya, şimdi hepimiz o işinden atılan genel müdür gibi olduk.
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Bu davanın mücadelesini biz yaptık, edebiyatını da biz yapacağız. Çünkü edebiyatını yapmadan mücadele olmaz. Sen ne çok satmak için ne alkışlanmak için, en önce ihtiyaçtan yazacaksın, der bir yazar. Çünkü yazan insan, anlamak belasına bulaşmıştır ve yokmuş gibi yapamaz. Ya anladıkları içine yara olacak ya da yazıp yüreğine yük etmeyecek. Fakat insan bir şeyi ancak sevdiği kadar anlayabilir. Anlamadan yazamazsın, sevmeden de anlayamazsın. Sanat ne sanat içindir ne de halk içindir. Sanat, İslâm içindir. Çünkü güzel, hakikatin gülümsemesidir. Çünkü güzel olan ne varsa İslâm’dadır. O ne değişir ne de eskir. ‘Dava, İslâm’ı bulmaktır, İslâm’ı yenileştirmek değil. Çünkü o, ebedi yenidir.’ diyen üstada selam olsun!
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Aza kanaat etmeyen kıt kanaat önderleri gibi olmayacaksın. İyi olanların değil, iyi oynayanların dünyasından elini eteğini çekeceksin. Padişah, dervişi saray koridorunda görünce çok sevindi:
-Gözlerimiz yollarda kaldı, nerelerdeydiniz? dedi. Derviş dedi ki:
-Efendim, ‘Nerelerdeydiniz?’ diye sormanız, ‘Siz hala burada mısınız?’ diye sormanızdan daha ehven olduğu için uzaklardaydım.
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Çin yarasa, sen ise haram yedin. Öyle ki, ‘Safları sıklaştırın. Şeytan aramıza girmesin’ den ‘Muhterem cemaat bir buçuk metre mesafeye dikkat edelim’ denilen günlere eriştin. Çadır kamplarda çamurun içinde, ısınmak için güneşin doğmasını bekleyen çocukları umursamadığın için, Mars’ta koloni kurma hayalinden vazgeçip evden dışarıya adım atamayacak bir hale geldin. Başörtüsünü dünyalara değiştirmeyen bacıların, dünyaları için başörtüsünü değiştirdikleri bir zamana ulaştın. Dünyada bu kadar okkalı acı varken cılız dertlerinle cebelleşmek, zoruna gitmedi. Küçükken yalan söylemekten korkan sen, büyüdüğünde doğruyu söylemekten korktun.
Eğer Hızır değilsen gemiyi delmeyeceksin. Ve bir not… Bu sahifelerin ilk muhatabı kendi nefsimdir. Vesselam.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?