Eğitim kavramına ilişkin tanım ve yaklaşımlar zamana, ihtiyaç ve beklentilere göre farklılık arz etmektedir. Sosyal boyutu ön planda tutan yaklaşımı esas aldığımızda yetişkinlerin henüz yetişmekte olanlar üzerindeki etkileri olarak ifade edilebilecek eğitim kavramı, davranışsal açıdan amaca yönelik davranış değişikliği meydana getirme süreci olarak ifade edilebilir. Hayata hazırlama olarak günümüzde karşılaştığımız yaklaşımı yetersiz bulanların vurguladığı ana unsur ise bireyi geleceğe hazırlamaktır. Dolayısıyla hızla değişen talep, beklenti ve ihtiyaçlara cevap verebilecek daha dinamik bir bireye olan ihtiyaca yönelik yapılan vurgu tanımlamalarda belirginlik kazanmaktadır.

Kuşkusuz “Nasıl bir insan?” sorusuna verilecek anlamlı ve tatmin edici cevabın dönemsel olarak değişen niteliği yanında, insan olmaktan kaynaklanan ve insanî olanı ifade eden kalıcı anlamlar da taşıması muhakkaktır. Bu bakımdan eğitim, zaman ve mekân bağlamında taşıdığı niteliğe ilaveten bunların üstünde insanî “özü” de içine alan bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu yönüyle eğitimi bireyi “öz/gürleştirme süreci” olarak ifade etmek mümkündür. Bu yaklaşım, her bir bireyin kendine özgü ve onun biricikliğini de ifade eden bir öze sahip olduğu hakikatini esas almaktadır.

İnsan olmanın ve bir kaynaktan neş’et etmenin sonucu olarak sahip olunan ortak öz, kendi özgünlüğü içerisinde bir gelişime imkân sağlayacak olan eğitimsel süreçlerin inşa edilmesini de zorunlu kılmaktadır. Bir başka deyişle, eğitim sisteminin tasarımı ve yürütülmesinde ana unsur söz konusu insanî “öz”ün gürleşmesini sağlamaktır. Söz konusu “öz” yaratılıştan gelen ve insan olmanın ortak paydasını ifade eden değer, ahlak, zihin ve davranışların ortak kodlarla tutarlı bir bütünlüğünü ifade etmektedir. Türkiye Eğitim Sisteminin sorunlarını da bu bağlamı kaybetmeden ele almanın yararlı olduğunu ifade etmek mümkündür.

Dünyada özellikle 1990’lı yıllardan sonra daha da hız kazanan iletişim, ulaşım, bilginin artışı ve dağılımındaki hız, geçmişe göre farklı sorunlar ve imkânlar ortaya çıkarmıştır. Bilgi üretimindeki artış, özellikle hızlı bir şekilde dağılım ve erişim imkânları ile birlikte değerlendirildiğinde günümüzün ve özellikle geleceğin ihtiyaç duyacağı eğitim sistemlerinin söz konusu yeni duruma ayak uydurabilecek nitelikte bir gelişim göstermeyi zorunlu kılmaktadır. Bu bakımdan çocukluğumuzda muhatap olduğumuz eğitim ortamı, içeriği, tasarımı vb. tüm hususların çocuklarımız için artık yetersiz geldiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan ülkemizde eğitimin teknolojisinin eskidiğini ve emek yoğun bir sektör olan eğitimde emeğin yukarıda ifade edilen değişimi algılayacak bir yenileme ve gelişme yaşamadığı açıktır.

Bu temel hususlar ışığında Türkiye Eğitim Sisteminin sorunlarını ele aldığımızda ana hususları nicel ve nitel sorunlar olarak ikiye ayırmak mümkündür:

Nicel sorunlar olarak öğretmen sayısı, öğretmenlerin branş bazında öğrenciye oranı, okul ve derslik sayıları ve öğrenci sayılarına göre oranları, materyal ve donanım imkânı gibi hususları saymak mümkündür. Nicel sorunlar, nitelikten bağımsız olarak değerlendirildiğinde özellikle iki binli yıllardan sonra önemli mesafeler aldığımızı ve sayısal verilerin bir gelişimi gösterdiğini ifade edebiliriz. Öğretmen, okul, derslik, donanım sayısındaki karşılaştırmalı veriler bunun en iyi göstergeleri olarak incelenebilir.

Buna karşın eğitim sistemimizdeki niteliksel gelişimi aynı iyimserlikle değerlendirmek mümkün değildir. Bu kapsamda niteliksel açıdan eğitim sistemimizin sorunlarını sıraladığımızda temel başlıkları öğretmen yetiştirme, okul yöneticisi yetiştirme, öğretim programlarının niteliği, okul mekânları ve tasarımına dair sorunlar, öğretim materyalleri ve donanıma ilişkin yetersizlikler olarak ifade etmek mümkündür.

  1. Öğretmen yetiştirmeye ilişkin sorunlar: Öğretmen niteliği bir eğitim sisteminde en önemli faktördür. Zira öğrenci ile muhatap olarak psikolojik, sosyal ve zihinsel gelişimine yön veren ve öğrenme sürecine rehberlik ederek yönlendiren önemli bir aktör olarak öğretmenin niteliği, öğrenme sürecinin kalitesi ile doğrudan orantılıdır. Eğitim sisteminin de önemli bir sorunu olan öğretmen yetiştirme halen yeterli niteliğe kavuşturulamamıştır.

Öğretmen adaylarının hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim süreçlerinin yapısı, işleyişi ve içeriği bakımından yapılan tüm güncellemelere rağmen, günümüzde öğretmen niteliğinin düşük oluşu sistemi köklü bir şekilde ele almayı gerektirmektedir. Bu bağlamda öncelikle öğretmenliğin bir beceri, sanat ve mesleki hüner olduğunu ifade etmek gerekecektir. Örneğin aşçılık mesleğini ele aldığımızda aynı malzeme ve aynı süreçleri uygulayan beş farklı aşçının yaptığı bir yemeğin lezzet ve kıvamının aynı olamayacağını söylemek mümkündür. Bu durumu mesleki hüner ve beceri bağlamında özel bir yetenek olarak değerlendirmek gerekmektedir. Öğretmenlik mesleğinde de öğretme, iletişim, sosyallik, sabır, sebat, kararlılık, ekip çalışmasına yatkınlık becerisi vb. kişisel özellikleri ifade eden mesleğin sanat/özel yetenek boyutlarını ihmal etmeden yapılacak bir aday belirleme ve seçme çalışmasına ihtiyaç vardır.

Hizmet öncesi (lisans) eğitim sürecine yönelik özel yetenek sınavlarına dayalı olarak yapılacak nesnel seçme süreçlerinin tasarlanması bu bakımdan önemli bir başlangıç olacaktır. Hizmet öncesi eğitimi ifade eden lisans düzeyinde öğretmen yetiştirmenin önemli sorunlarından biri teori ve uygulama bütünlüğü ve dengesinin kurulamamasıdır. Lisans düzeyine yönelik öğretmen adaylarının seçimine ilaveten eğitim fakültelerinin uygulamaya ağırlık verecek bir model üzerinden tasarlanması önemli bir boşluğu dolduracaktır. Bu süreçte öğretim elemanlarının uygulamaya dayalı öğretmen yetiştirmesi ve öğretmenlik uygulaması (staj) çalışmalarının daha verimli şekilde yapılmasına yönelik düzenlemeler de ayrıca önem taşımaktadır.

Son aşamada ise, öğretmen adayının atanmasından sonra etkili bir adaylık sürecinin uygulanması önem arz etmektedir. Bu süreçte etkin bir mentörlük uygulaması ile deneyimli öğretmenlerin rehberliğinde aday öğretmenlerin yetişmesi ve mesleki gelişimlerinin sağlanması gerekmektedir. Bütün bu çalışmalara ilaveten öğretmenlik mesleğini bir kariyer mesleği olarak kıdem ve başarı boyutlarını dengede tutan basamaklı sistemle gelişime açık tutacak bir modele ihtiyaç olduğunu söylemek mümkündür.

  1. Okul yöneticilerinin yetiştirilmesi: Türkiye’de okul yöneticiliği halen profesyonel bir meslek alanı olarak kabul görmemiştir. Meslekte esas olanın öğretmenlik olduğu ve her öğretmenin aynı zamanda yöneticilik de yapabileceği varsayımı, mevcut durumun özeti niteliğindedir. Okul yöneticisi, okulun bir sistem olarak iç ve dış paydaşlarla ve paylaşılan bir vizyon etrafında bütünleşerek amaca en etkili şekilde ulaşmasını sağlayacak ana aktördür. Bu bakımdan okul yöneticiliği kavramını “okul liderliği” bağlamında ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Zira okul yöneticisi okulu mevcut mevzuat ve prosedüre göre yönetme sorumluluğu çerçevesinde hareket eder.

Okul lideri ise sahip olduğu güçlü etki ve potansiyelin farkında olarak, okulda bir değişim, dönüşüm ve gelişim hedefi güder. Mevcut durumla yetinmez. Risk alır, hata yapmaktan korkmaz ve başarısızlıklardan da öğrenme fırsatları çıkarır. Bu bakımdan okul yöneticilerinin öğretmenlik mesleğinde olduğu gibi kendine özgü beceri ve kişilik özelliklerine sahip olması gerekmektedir. Okul yöneticisi seçme sürecinde, adayların liderlik potansiyeli taşıma düzeyini ifade eden hususları, sağlam bir kişilik, pedagojik yeterlilik ve deneyim ile yönetim alanına ilişkin teori ve bilgi şeklinde özetlemek mümkündür. Bu bakımdan adayların nesnel ölçütler çerçevesinde belirlenmesi ve etkili bir hizmet öncesi eğitime dâhil edilerek profesyonel yönetici olarak yetiştirilmeleri önem arz etmektedir.

  1. Öğretim programlarının niteliği: Türkiye’de özellikle 2004’ten bu yana okul öncesinden ortaöğretim kademesine kadar tüm dersler için öğretim programları güncellenmiş ve bu kapsamda önemli çalışmalar yapılmıştır. Ancak, günümüz dünyasının dinamik ve değişken yapısı öğretim programlarına ilişkin içeriklerin sürekli gözden geçirilerek güncellenmesini zorunlu kılmaktadır. Özellikle bilgi yoğunluklu, yeterince esnek olmayan, sınıf ve grup temelli öğretime yönelik bir program olması gibi eleştirilerin varlığı, mevcut öğretim programlarının bu yönlerden ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Öğrenmenin her yerde ve her fırsatta daha mümkün hale geldiği bir zamanda, öğretim programlarının da daha esnek, daha az bilgi yoğunluklu ve bireysel farklılıkları da dikkate alacak şekilde disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınması önemli hususlardan biridir.
  2. Okul yapıları ve tasarımı: Eğitimin bir anlamda fabrikası olarak görülen okulların fiziki, mimari yapıları ve tasarımları incelendiğinde; eğitimde geçmişe kıyasla en az değişimin görüldüğü alan olarak ifade edilebilir. Halen, yetersiz olan okul bahçeleri, dar sınıfları ve koridorları ile derslik bazlı bir planlamanın esas alındığı çok katlı okul yapıları bir anlamda modasını yitirmiştir. Bilginin sınırlı ve öğretmenin bilginin temel otorite ve kaynağı olduğu geçmiş dönemler için bir anlam taşıyan derslik bazlı yapıların amaca hizmet etmediğini söylemek mümkündür. Zira bu tür bir tasarımın temel gerekçesi öğretmenin sınıfta, gruba bilgi aktarımını esas aldığı bir düzenlemedir. Oysa günümüzde bilgiye öğretmenden daha hızlı ve etkili ulaşabilen bir kuşakla karşı karşıyayız. Okulların, bu kuşağın öğrenme ve psiklojik, sosyal gelişimine uygun şekilde yeniden ele alınarak tasarlanması gerekmektedir. Her şeyden önce daha esnek bir mimari ve uygun bir tasarımla sosyal faaliyet alanlarını, bireysel çalışma ve dinlenme odalarını, farklı yetenek ve tercihlere uygun öğrenme mekânlarını bünyesinde barındıran estetik yapılara ihtiyaç vardır. Öğretmen ve öğrencilerin ders dışı zamanlarını geçirebilecekleri bir sosyal merkez olma özelliği de taşıması gereken okulların tasarımında mimarlar, pedagoglar, eğitim yöneticileri, öğretmen ve öğrenci temsilcilerinin yer aldığı grupların görüşleri doğrultusunda ihtiyaca cevap verecek, ruhu ve kişiliği olan mekânlara ihtiyaç vardır.

  1. Öğretim Materyalleri ve Donanım: Amaca uygun bir öğrenme ortamı ve tasarımında önem taşıyan hususlardan biri de her bir öğrenme mekânının amaca cevap verecek şekilde materyallerle donanmasını sağlamaktır. Fen ve teknoloji laboratuvarları, spor salonları, müzik salonları, görsel sanatlar vb. amaçlara hizmet edecek mekânların tasarımı ve donanımı etkili bir öğrenmeye de hizmet etmesi bakımından oldukça önem taşımaktadır.
  2. Eğitim Sistemimizin sorunlarını beş maddede ve bu yazı sınırları içerisinde özetlemek elbette mümkün değildir. Ancak, yukarıda sayılan hususların temel sorun alanları olduğunu ve bu kapsamda uzun vadeli bir çalışmanın eğitimimizde niteliği geliştireceğini söylemek mümkündür. Eğitim sistemimizin gelecek tasarımı açısından ana vurgusunu “esneklik” olarak ifade etmek mümkündür. Okul yönetiminde esneklik, sınıf yönetiminde esneklik, öğretim programlarında esneklik, okul mekânlarının tasarımı vb. alanlarda esneklik olarak ifade edebileceğimiz yeniden yapılanmada, öğretmenin ve öğrencinin okulda bulunmaktan ve öğrenmekten zevk aldığı “mutlu okullara” ihtiyacımız olduğunu ifade etmek mümkündür.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?