Ah Ebdülüs ah… Nasıl da yıkıldın, nasıl da yıktılar seni…

Müslümanlar Endülüs’te büyük bir medeniyet ortaya koydular. Avrupa’dan öğrenciler oraya okumak için giderlerdi ve bunun için can atarlardı. Ne âlimler yetişmişti orada! Büyük halifelerimiz vardı dünyaya yön veren. Medreselerimiz ve camilerimiz vardı. Duvarlarında altmış bin defa “Lâ ğâlibe illallâh/Allah’tan başka galip gelecek kimse yoktur.” yazan saraylarımız vardı.

Ve çöktü bütün bunlar. Neden mi? Müslümanlar Avrupa’nın güneyindeki bu devlette, yani İslâm’ın Avrupa’daki devletinde yirmi üç parça oldular. Bu da yetmedi içlerinden önemli üç parça başı çekti ve kendi aralarında mücadeleye başladılar. Bu da yetmedi birbirleriyle savaşırlarken Hristiyan Avrupa’dan destek aldılar. Zaten Avrupalılar böyle bir şeyi dört gözle bekliyorlardı. Müslümanlar, onların kıtalarına girmiş, hâkimiyetlerine son vermiş ve onlara hükmetmişlerdi. Güle oynaya yardım ettiler. Müslümanlar birbirlerini kısa zamanda bitirdiler. Devletleri ve güçleri yok oluverdi. Güçleri yok olunca da düşmanın maskarası oldular. Devlet yıkıldı. Geride en az beş yüz bin Müslüman kaldı? Pekiyi bunlar ne yapacaktı? Bunların başına kim hâkim olacaktı. Papazlar, keşişler evlere girmeye başladılar. Endülüs işgal edildi. Müslümanları izlemeye koyuldular. Abdest alan var mı? Cuma hazırlığı yapan var mı? Evlerde Kur’ân var mı? Kur’ân okumayı öğreten var mı?

Devletlerini kendi elleriyle yıkan Endülüslü Müslümanları üç şey bekliyordu: Ya Hristiyan olacaksın ya bu beldeyi terk edeceksin ya da öleceksin. Müslümanların Avrupalı düşmanları üçünü de uyguladılar. İspanya’daki Müslümanların bir kısmı Hristiyanlaştırıldı, bir kısmı sürgün edildi ya da köle olarak satıldı. Bir kısmı da işkenceyle öldürüldü.

Bunlar yaşanırken Endülüslüler içlerinden birini zamanın güçlü devleti Osmanlıya elçi olarak gönderirler. Elçi yardım talep edecektir. Zira Endülüs Hristiyanların zulmü altında kan ağlamaktadır. Bir çare lazım. Elçi, Osmanlı padişahı II. Bayezid’ın huzuruna çıkar ve ağlayarak uzun uzun kaleme alınan mektubu okumaya başlar. “Selam getirdim yıkılan camilerden, selam getirdim iffeti kirletilen kızlardan, selam getirdim yakılan mushaflardan…” Mektup uzundur ve elçi ağlayarak okumaya devam etmektedir.

Osmanlı yardım edemez. Çünkü o sırada İran ve Avusturya ile savaş halindedir. Bir gemi ve iki bin adam gönderir, İspanya sahillerinde bir miktar mücadele eder ama çare olmaz. Endülüs ağlamaktadır. Ölüm, sürgün ve işkence…

Yıl 1492, devlet yıkıldı.

Yıl 1600, tek bir Müslüman dahi kalmadı Endülüs’te.

Ah Endülüs ah… Sen seni vurdun, yıktın sekiz yüz yıllık devleti. Yok ettin kendi elinle kurduğun medeniyeti.

Şimdi düşman Doğu Türkistan’da, Bilâd-ı Şam’da, Yemen’de, Miyanmar’da, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de, Gazze’de, Afganistan’da, Pakistan’da…

Doğu Türkistan vuruluyor. Çinliler Endülüs’teki senaryonun aynısını burada tekrarlamakta… Evlere giriyorlar ve İslâm’a dair ne nişane ve iz varsa yok etmeye çalışıyorlar. Müslüman kızları Çinli erkeklerle evlendiriyorlar. Âlimler katledilmekte, insanlar kamplarda toplatılıp Çince öğrenmeye zorlanmakta. Hayat tümüyle takip altında. Aileler “Yurt dışındaki oğlun kızın dönsün, buraya gelsin.” diye zorlanmakta ve baskıya uğramakta… Hedefte İslâmî hayat var.

Çin, İslâm’ı ve Müslümanları yok etmek için bildiğini yapacaktır. Ya biz?

Bulunduğumuz her ortamda Müslümanların dertlerini dert edinelim, onların acılarını içimizde hissedelim, acılarını acımız kabul edelim. Cebimizden onlara yardım ulaştıralım, yol bulabilirsek coğrafyalarına gidelim, yol bulabilmek için çareler arayalım, yöneticileri zorlayalım, iş yerimizde, ailemizde, dava arkadaşlarımızla Müslümanların halini gündem yapalım. Onların dertlerini konuşalım. Zulüm ve baskından kurtuluş çareleri üretmek için sorular soralım. Öğrencilerimize Müslümanların içinde bulunduğu durumu anlatalım. Mazlum coğrafyaları gündem yapalım, her zaman ve zeminde “Zulüm yeryüzünden silininceye dek mücadele” sloganını seslendirelim.

Ya Rab, bizlere ikinci Endülüsler yaşatma… Bizleri İslâm diyarlarını ayağa kaldıracak davetçilerden kıl… Bizleri şu ümmetin evlatlarını yetiştirecek muallimlerden kıl… Düşmanlarımıza evlerimizi ve mescitlerimizi yıkmaları için fırsat verme!

Bir gün yolunuz Endülüs’e düşerse orada bir işkence müzesi var, lütfen ziyaret edin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?