DM: Hocam, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Erol Erdoğan: Hoş bulduk, çok teşekkür ediyorum.
DM: Hocam öncelikle okurlarımız için, sizleri tanıtmak istiyoruz.
Hocamız, 1969 yılında Sinop’ta doğdu. Lisansını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde, yüksek lisansını Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde tamamladı. Nida, Mavikuş, Şehrengiz, Bengisu.net, Yeni Dünya Sosyal Politikalar, İSMEK El Sanatları, MinikaÇocuk ve MinikaGo dergilerinin kurucu ekiplerinde yer aldı. Eğitim, reklam ve yayıncılık sektörlerinde yöneticilik yaptı. Eğitim, gençlik çocuk, kültür politikaları ile ilgileniyor. Evli ve iki kız babasıdır. İnsan Mevsimi, Oruç Mevsimi, Günbegün, Oyun Sözü, Saklambosi adlarında eserleri mevcuttur.
Davet Mektebi: Hocam Z kuşağı nedir, ne demektir? Z kuşağı dediğimizde zihnimizde nasıl bir genç profili canlanmalıdır?
Erol Erdoğan: Bilim insanları, insanları doğdukları döneme göre tasnif ediyorlar. Her 20 yılda bir doğanları bir başlık altında tanımlıyorlar. Şimdiki kuşağı da Z kuşağı olarak tanımlıyorlar. Ondan önce X, Y kuşakları vardı. Sözgelimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğanlar, “Bebek Patlaması” kuşağı diye çok farklı bir tanımlama ile ifade edildi. Z kuşağı ifadesi de 1996-97, 98-99, 2000’li yıllardan itibaren doğanlar için kullanılıyor. Z kuşağının temel özelliği dijital dönemde yaşıyor olmalarıdır, daha doğrusu dijital çağda doğmalarıdır. “Dijital çocuklar” veya “dijital gençler” olmaları yani bir önceki kuşağa göre temelde internet çağı kuşağı olmalarıdır. Bunun dışında hayatlarında aile veya toplum ile birlikte değil daha çok bireysel takılmaları, bu kuşağın özelliklerindendir. Emek isteyen yoğun işlerden daha çok; kolay, teknolojik ve hızlı sonuç alınacak işlerde çalışmayı istemeleri de Z kuşağın özelliklerindendir. Önceki çağlara nazaran daha duygusal olmaları ama bu duyguları daha az yansıtmaları bu kuşağın özelliklerindendir. Bu kuşak, bilgiye daha kolay ulaşıyor, daha hızlı öğreniyor.
DM: Gençler günübirlik yaşamaya meyilliler. Uzun vadeli hedefleri gerçekleştirmekte zorlanıyorlar. Dolayısıyla İslâmî bir yaşantı onlara zor geliyor. Bu durumdaki gençlere karşı yaklaşımımız nasıl olmalıdır? Hem ilgisizlik hâli hem de günübirlik yaşama durumunda olan gençler eğitilirken sizce hangi konu ve başlıklar öncelikli olmalıdır?
Erol Erdoğan: Gençlerin uzun vadeli düşünmediği kısmına itiraz etmek isterim. Evet, gençlerin teknolojik çağdan, pop çağından dolayı bazı konularda anlık düşündükleri, zaman zaman “Yaşa ve geç!” modunda oldukları doğrudur ama gençlerle sohbet ettiğimizde uzun vadeli düşündüklerini, planlı hareket ettiklerini görüyoruz. Gerçekten gencin size açılabileceği, sizinle sohbet edebileceği çok samimi bir ortam, sivil bir muhabbet ortamı oluşturduğunuzda gencin hayallerini, planlarını, meraklarını, hedeflerini dinleyebilirsiniz. Samimi dinleme olursa, bunların uzun vadeli olduğunu göreceksiniz. Ancak hani “Şıpsevdi” ya da “Bir anda yapıp vazgeçmek” falan, eğer bu kastediliyorsa günümüzdeki her insanın problemidir bu. Yani evleniyorlar üç gün sonra boşanmak istiyorlar. Bu tip problemler kastediliyorsa bu, sadece gençlere ait bir durum değil. Bu, çağın özelliğidir, bu çağdaki her insanın problemidir. Biz yetişkinler bazı meseleleri sadece gençler üzerinden konuşmayı tercih edebiliyoruz. Toplumdaki ahlâki bir problemi, yozlaşmayı, adap-edep konusunu sadece gençlik üzerinden konuşabiliyoruz. Klasik bir örnek vereyim: Baba sigara içer ama çocuğunun sigara içmesini istemez. Bu örnek, bizim coğrafyamız için çok ironik bir durum. Gençlerimizde olumsuz bir husus gördüğümüzde şunu sorgulamamız lazım: “Bu, gerçekten sadece gençlere ait bir durum mu, yoksa toplumun geneline ait bir problem mi?” Biz de çocukluk dönemimizde; 40 yaşındaki, 60 yaşındaki olgun insanlar gibi değildik. Bizim de çabuk vazgeçtiklerimiz oldu, çok önemsediklerimiz oldu. Çocuklarımızdan Aşere-i Mübeşşere olgunluğu bekliyoruz. Hatta bazı büyüklerimiz, kendisine her türlü -tabirimi mazur görün, sözüm meclisten dışarı- hovardalığı caiz görürken çocuktan veya gençten bir sahabe gibi davranmasını bekliyor. Böyle de bakmamak lazım. Şuna inanmanızı isterim: Siz çocuğunuzun, evladınızın, gencinizin hamurunun sağlam olduğuna eminseniz, çocuğunuzu annesinden doğduğu günden itibaren helal rızıkla beslediyseniz, onu din, Kur’ân ortamında tutabildiyseniz; arada bazı virajlarda yoldan sapsa bile, hiç merak etmeyin, eninde sonunda o yine sağlam bir yol üzerinde, sırat-ı müstakim üzerinde hayatını devam ettirecektir. En azından devam etmek için çaba gösterecektir. Tabii o zamanlarda kendisine yardımcı olmak lazım.
DM: Z kuşağının güçlü yönlerini tespit ettikten sonra bu gençleri İslâmî davet çalışmasında nasıl değerlendirebiliriz? Bu minvalde onları eğitirken özellikle hangi konular ve hangi başlıklar önceliğimiz olmalıdır?
Erol Erdoğan: Z kuşağı ile doğru iletişim kurmak için yapacağımız ilk şeylerden biri, “Z kuşağı” ifadesini terk etmektir. Bu kavram, gençleri doğru anlamak için oluşturulmuş, ifade edilmiş bir kavramdır. Fakat Z kuşağı ifadesi Türkiye’de gençleri tanımlamak, anlamak, kategorize etmek için kullanılan bir kavram değildir. Gençlerin aleyhine konuşmak, onları kötülemek ve “öteki” kabul etmek için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Günümüz gençlerinin en güçlü yönleri teknolojidir, dijital yönleridir. İkincisi, dil öğrenme yönleridir. Bizden önceki kuşak İngilizceyi, Arapçayı ya da başka bir yabancı dili öğrenmek için çok zorlanırdı ama günümüz gençleri bir bakıyorsunuz teknolojik dönüşüm sayesinde yabancı bir dili çok hızlı bir şekilde ve kısa bir sürede öğrenebiliyor. Proje İmam Hatiplerde gördüm, İmam Hatip Lisesini bitirmeden iki dil öğrenen gençlerimiz var. Teknolojide ve yabancı dil öğrenmede çok iyiler. Bizim kuşaktan farklı olarak, günümüz gençleri sanat konusunda daha iyiler. Bu konuda belki 100 yıllık açığımızı kapatabilecek kadar yetenek sahibiler. İmkânlar verilirse, emin olun, çok daha iyi sanat eserleri ortaya koyacaklardır. İslâmî çalışmalarda gençlerin bu yönleri değerlendirilebilir, bunlar üzerinden gençler ve çocuklarla sağlıklı, verimli ve samimi iletişim kurulabilir.
DM: Z kuşağı yerine hangi ifadeyi kullanmamızı istersiniz?
Erol Erdoğan: “Gençler” ifadesinden daha güzeli yok. “Günümüz gençleri” de diyebilirsiniz. Genç kelimesinin kökeninde “hazine” anlamı var. Yani bizim kültürümüz gence “hazine” gözüyle bakmış. Bizler ise gençlere Z kuşağı, zevk kuşağı diyoruz. Hayır, hayır! Gençler gerçekten hazinedir. Genç kelimesinin hazine anlamındaki bir kök anlama sahip olmasının bir tesadüf olmadığını aksine kültürle, medeniyetle, inançla, ahlâkla, Müslümanlıkla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum. Zaten sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) peygamberliğinin ilk döneminde çevresindeki ilk halkalarda çok sayıda gencin olması da bu görüşü destekleyen bir durum. Dahası var: Kur’ân-ı Kerîm’de genç anlamında kullanılan ifade, “fetâ” kelimesidir. “Fetâ” kelimesi de öyle muazzam bir kelimedir ki “Fütüvvet” dediğimiz oluşumun kökeninde “fetâ” kelimesi vardır. “Fetâ” kelimesi de o kadar ziynetli bir kelimedir ki, en güzel vasıflarla içi doldurulmuş bir kelimedir.
DM: Z kuşağının beklentileri nelerdir?
Erol Erdoğan: Yaklaşık on yıldır, ondan fazla gençlik araştırması yaptık. Bu gençlik araştırmasında gençlere şunu sordum: “Büyüklerinizden ne istiyorsunuz?” Her defasında gençlerin, büyüklerinin kendilerini dinlemediklerinden şikâyet ettiklerini gördük. Ben de bir yetişkin olarak gençleri ve çocukları dinlemediğimizi görüyorum. Neden dinlemiyoruz? Biz tecrübemize güveniyoruz, bildiklerimize güveniyoruz. Kendi çocukluğumuzdan ve gençliğinizden yola çıkarak dinlemeden anlatıyoruz, dinlemeden hüküm veriyoruz. Anlamadan birtakım şeyler uyguladığımız için, sözlerimiz ve davranışlarımız çocuklar ve gençlerde yeterince olumlu karşılık bulmuyor. Sonra gençlerimiz bizden kaçıyor, uzaklaşıyor. Kendisini dinleyen, kendisine itibar eden, kendisiyle saygılı bir ilişki kuran kim varsa onun yanına gidiyor. Bizden görmediği sevgiyi, dinleme nezaketini, dinleme iltifatını aramak için birtakım çabalar içerisine girebiliyor.
DM: Bu kuşağın zayıf yönleri nelerdir?
Erol Erdoğan: Kendilerinin büyükler tarafından dinlenmiyor olmaları, onları psikolojik olarak sıkıntıya sokuyor. Bu da onların zayıf yönleri. Bireyci olmaları, bireysel olmaları hem güçlü hem zayıf yönleridir. Bireysel oldukları için kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırlar; bu açıdan güçlü bir yön; ama aynı zamanda kendilerini yalnız hissediyorlar. Gencin kendisini yalnız hissetmesi zamanla madde kullanımına sebep olabiliyor. Kendilerini yalnız hissediyor olmaları, zaman zaman intihara yol açıyor. Bu konularda vakfınızın da dikkatli olmasını ve özel çalışmalar yapmasını arzu ederim. İntihar, gençler arasında yaygınlaşmaya başladı. Bunlar da günümüz gençliğinin maalesef zayıf olduğu yönler.
DM: Gençlerin İslâm’ı yaşamada karşılaştıkları sorunların temeli olan sanal gerçeklik sorununun gençlerin hayatını kuşatması, gençlerin İslâm’ı yaşamalarında sorunlara sebep oluyor. Bu duruma yönelik ne gibi çözüm önerileri sunulabilir? Bu minvalde gençlerimizin internet ve teknoloji kullanımı nasıl olmalıdır?
Erol Erdoğan: Eğer çocuğunuz ağladığı zaman onun eline hemen televizyon kumandası veya cep telefonu veriyorsanız veya “Ben mutfağa geçiyorum, çocuğun canı sıkılmasın.” diye bilgisayar, tablet, cep telefonu veriyorsanız, çocuğunuzun ileride internet bağımlısı olacağını garanti altına almışsınız, demektir. Çocuk ağladığında anneyi istiyor, cep telefonunu değil; babayı istiyor, cep telefonunu değil. Çocuk ağladığında siz, anne ve baba olarak çocuğunuzun elini tutmak yerine eline cep telefonu veriyorsanız çocuk artık cep telefonunu anne-babası olarak kabul edecektir. Dede, nine, abla kabul edecektir. Çocuğun tam da anneye, babaya bağlanma döneminde siz çocuğunuzun, kendinize değil de cep telefonuna bağlanmasına sebep oluyorsunuz. Bu yüzden teknoloji ile ilk teması ne kadar geciktirebilirseniz o kadar geciktirin. Ama bu geciktirmede şu nokta var: İnternet, günümüzün teknolojisidir. Belli bir yaştan sonra çocuğumuz kendi çağının teknolojisini kullanması gerekir. Eğer bir çocuk teknoloji kullanma çağına, yaşına geldiği halde biz anne baba olarak çocuğumuzun cep telefonu veya bilgisayar kullanmasını engelliyorsak yine hata yapıyoruz; çocuğumuzun kendi çağının teknolojisine yabancı kalmasına sebep oluyoruz demektir. Bu da yanlış.
DM: Hocam özellikle sosyal medya konusunda, oyun bağımlılığı, PUGB gibi zihin bozan oyunlara karşı nasıl davranmalıyız?
Erol Erdoğan: Oyun bağımlılığı ciddi bir problem. Bu oyunlardan bazılarının çocukların psikolojisini bozduğunu, intihara kadar götürdüğünü biliyoruz. Oyun, gerçekten bizim kanunlarımızda suç teşkil edecek bir muhtevaya sahipse öncelikle bunu ilgili kurumlara gecikmeden bildirmemiz veya şikâyet etmemiz gerekir. İkincisi, çocuğumuzun oyun bağımlılığını azaltmak için çocuğumuzun internet merakını, teknoloji yeteneğini doğru yerlere kanalize etmeliyiz, ona bu yönde doğru telkinlerde bulunmalıyız. Çocuğumuza yeteneklerini -internet yeteneğini kastediyorum- oyun oynamaya değil de üretmeye kanalize etmesini sağlayabiliriz mesela. Diğer bir husus; eğer her birimiz çocuğumuzla yeterince ve ailecek iyi vakit geçirebiliyorsak çocuk internet bağımlılığını bir miktar da olsa azaltacaktır. Arkadaşlık meselesi önemlidir. Başka çocuklarla arkadaşlık yapmasını veya arkadaşlarla ilişkilerini engelleyerek onların dijital ortamlarda arkadaşlık yapmasının yolunu açabiliyoruz. Onun için çocuğunuzun arkadaşlık kurabileceği birtakım ortamlar oluşturun. Çocuğumuzun, gerçek hayatta zevk alabildiği, gerçek hayatta memnun kalabildiği zeminler, ortamlar, iklimler oluşursa çocuğumuz sanal dünyada harcadığı vakti azaltacaktır.
DM: Çocukların sağlıklı yetişmesi için çizgi film izleme/izlettirme konusunda nelere dikkat etmeliyiz? Ayrıca çocuk filmleri için ne söyleyebilirsiniz?
Erol Erdoğan: Çocuk filmleri ve çocuk kitapları için ortak bir şey söyleyeceğim. Anneler ve babalar, büyükler hatta dedeler -çoğaltabiliriz bunu- kesinlikle çocukların ilgi gösterdiği çocuk kitaplarını, çocuk dergilerini okusun; çocuk filmlerini, çocuk oyunlarını izlesinler. Bir baba, çocuğunun oynadığı bir dijital oyunu öğrensin. Hatta o oyunu çocuğuyla birlikte oynasın. Gençler ve çocuklara yönelik çizgi filmleri, animasyon filmlerini kesinlikle büyükler de izlemeliler. Bunun iki faydası var: Birincisi, izlenilen çocuk filmleri, oynanan çocuk oyunları, okunan çocuk kitapları, çocuk dünyasını anlamamıza yardımcı olur. İkincisi de çocuğumuzun ne okuduğunu görürüz. Böylece çocuğumuz yanlış bir şey okuduysa bunu çocuğumuzla konuşma imkânımız olur. Bir aile, anne veya baba çocuk dergisi takip etmiyorsa, çocuk kitapları okumuyorsa, çizgi filmleri ve animasyonları izlemiyorsa, çocuk oyunları oynamıyorsa çocuklarla ortak kullandığı kelimeler de azalacaktır.
DM: Teşekkür ederim değerli hocam. Son olarak eklemek istediklerinizle röportajımızı noktalayabiliriz.
Sorularıyla sohbetimizin şekillenmesini sağlayan değerli dostlarımıza teşekkür ediyorum. Bu sorular benim için de önemli. Soru da bir öğrenme yöntemi, soruya muhatap olmak da bir öğrenme aracıdır. Dolayısıyla bugün ben size bildiklerimi anlatırken sizin sorularınız üzerinden de kendi bilgilerimi geliştirme imkânı buldum. Bu vesileyle çok teşekkür ederim.
(Bu röportaj metni, hocamızın 21 Şubat 2021 tarihinde, Davet ve Kardeşlik Vakfının Gençlik ve Öğrenci Birimine yönelik zoom üzerinden yaptığı “Büyükler için Gençleri Anlama Rehberi” başlıklı sunumundan oluşturulmuştur.)

Kitap Tavsiyesi:
Erol Erdoğan, N’APSAK BU GENÇLERİ? (Gençlerle İlgili Ön Yargıların Analizi)
İz Yayıncılık. 208 sayfa. İlk Baskı: Mart 2021.
208 sayfalık bu kitapta, gençlere yönelik kullanılan ve ön yargı içeren çok sayıda kelime ve cümle analiz ediliyor. Ayrıca gençlerin kendi aralarında kullandıkları kelimelerle kanaat önderleri, yazarlar ve düşünürlerin gençlik kavramsallaştırmaları da kitapta yer alıyor. Kitabın son bölümünde ise aileler başta olmak üzere tüm yetişkinler için gençleri doğru anlamada işlerine yarayacak tavsiyelere yer veriliyor.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?