Faiz Sorunu

İnsanlık tarihinde “özgürlük” kavramının, ilk defa Sümerler döneminde faiz borçlarından kurtulma sonucu ortaya çıktığı iddia edilir.1 Bunun doğruluğu elbette tartışılabilir. Ancak ilk dönemlere bakıldığında, faiz yüzünden yapılan köleleştirme faaliyetlerinin yoğun olduğu ve yöneticilerin bu soruna çözüm bulmak için çok çaba harcadığı ortak bir kabuldür. Özellikle Antik Roma ve Yunan’da bu sorun derinden hissedilmiştir. Roma devletinde; yüksek faizli borçlarını ödeyemediğinden köleleştirilen insan sayısının fazla olması, imparatorluğun en güçlü kralı olan Sezar döneminde bile faiz borçları sebebiyle başkent sokaklarında çok sayıda evsizin bulunması, yöneticilerin çözmede devamlı başarısızlığa uğraması ve tefeciliğin -bütün önlemlere rağmen- devam etmesi başlıca örnekler olarak zikredilebilir.2

Bazı iktisat tarihçilerinin, “Faizli borç ilişkileri olmasaydı muhtemelen iktisat tarihi diye bir bilim dalına da ihtiyaç duyulmazdı.” Sözü3, faizin insanlık tarihinde ne denli eski bir sorun olduğunu teyit etmektedir. Ancak bu tarihi sürece bakıldığında faize karşı olumsuz duruşun zamanla olumluya döndüğü, en sonunda tamamen meşrulaştığı görülmektedir. Filozoflardan tutun din adamlarına kadar herkesin ortak bir tavırla gayrimeşru kabul ettiği faiz, ne oldu da sadece oranları tartışılan teknik bir konu haline geldi? Bu süreç iyi analiz edilmezse bugün faizi haram kabul eden ve faize karşı en net duruşa sahip olan Müslümanların da aynı çözülmeye uğrayacağı kaçınılmazdır. Nitekim zaman zaman bu tür görüşler dile getirilmektedir. Dolayısıyla bu çözülmenin arka planı tahlil edilmelidir ki aynı akıbete uğramayalım.

Batı’daki Meşrulaştırma Çabaları

Batı’nın yaşadığı dönüşümün arka planına bakıldığında iki aşama görülmektedir. Birinci aşamada dini kurallar çerçevesinde bir çözüm bulmaya çalışılmıştır. Mesela bu alanda ilklerden kabul edilen Thomas Aquinas’ın görüşleri, o dönem en karanlık çağını yaşayan Batı dünyası için bazı çözüm önerileri ortaya koymaktadır. Aquinas, faizin haram olduğunu; ancak paranın değerinde oluşan kayıpların alınabileceğini belirtmiştir. Ayrıca bir tüccara verilen para karşılığında (ortaklık) onun kârından belli bir pay talep edilebileceğini dile getirmiştir. Bu görüşlere bakıldığında İslam dünyasından alındığı anlaşılmaktadır. Zaten Aquinas’ın yaşadığı dönem, İslam dünyasından fikirlerin alınmaya başlandığı ve düşünce açısından (bir süreliğine) yükselişe geçildiği zaman dilimine tekabül etmektedir. Yerleşik Hristiyan geleneğine (Katolik) karşı bir hareket başlatan Martin Luther ise, geleneksel düşünceyi kabul ederek faize karşı olduğunu söylese de, dönemin koşulları gereği %4 ila %8 arasında olan faizi meşru kabul etmiştir. Luther’in bu görüşü faiz konusundaki dönüşümün ilk adımlarını oluşturmuştur.4

  1. yüzyıl sonrasına reformist görüşleriyle damga vuran John Calvin, faizin meşrulaşmasındaki dönüşümün kırılma noktasını teşkil etmiş ve onun görüşleri kapitalizmin temelini oluşturmuştur. Calvin, fahiş faiz oranlarına karşı olduğunu belirtmiş ancak belli koşullar altında faizli borç ilişkilerinin meşru olduğunu savunmuştur. Calvin, başlarda belli bir oranda faizi meşru kabul etmiş, daha sonra ise üretim amaçlı kredilerde faizin meşru olduğunu savunmuştur. Ayrıca Tevrat ve İncil’deki faiz yasağının, fakirlerden alınan faizi kapsadığını, dolayısıyla zenginlere ve tüccarlara verilen borçlardan alınan faizin bu kapsama girmediğini savunmuştur.5 Calvin’in asıl olarak dini alanda başlattığı dönüşüm, özellikle iktisadi alanda kendisini derinden hissettirmiştir. Faiz yasağını sermaye birikiminin önündeki en büyük engel olarak gören iktisatçılar, bu engeli aşma noktasında Calvin’in görüşlerinden çok fazla istifade etmişlerdir. Dolayısıyla Calvin ile birlikte ikinci aşamaya geçilmiştir.

İkinci aşamada, Batı artık dinden kopmuş ve Tanrı yerine insan (aklı) konulmuştur. Bu süreçte her şey aklın süzgecinden geçirilmiş ve faizin meşruiyeti yerine oranı tartışılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla faiz artık teknik bir konudan başka bir şey değildir.

İktisat biliminde ana gövdeyi oluşturan klasik iktisatçılar, liberal bir düşünce geliştirmişler ve bu bilimin de fizik bilimi gibi değişmez yasalara sahip olduğunu savunmuşlardır. Her şeyi bir ölçü üzere yaratan Tanrı düşüncesi devre dışı bırakıldığı için piyasanın kendiliğinden oluştuğu iddia edilmiştir. Buna bağlı olarak piyasanın bir parçası olan faiz oranları da kendiliğinden oluşacaktır.

İslam Âlemindeki Durum

Batı’nın dinden koparak maddi açıdan yükseliş yaşadığı dönemde İslam alemi için gerileme dönemi başlamıştır. Bu gerilemenin sebebini araştırmaya koyulanların bir kısmı, Batı’nın yaşadığı sürecin bütün boyutlarıyla İslam dünyasında da yaşanması gerektiği düşüncesine kapılmışlardır. Bunların ortak noktası, Batı’nın yaşadığı bu dönüşümden ciddi olarak etkilenmeleriydi. Bu noktada Batı’nın dine yönelttiği eleştirilerin neredeyse aynısı bunlar tarafından İslam’a yöneltilmiş ve faiz konusu da bu tartışmadan payını almıştır.

İslam dünyasında faiz konusunda genel olarak haramlık görüşü benimsenmeye devam ederken, yer yer bazı fetva heyetleri (Mısır) ve ilim adamları tarafından Batı’dakine benzer meşrulaştırmaya yönelik düşüncelerin dile getirildiği görülmektedir. Bunlar genel olarak; haram kılınan faizin fahiş faiz olduğu, ancak bugünkü faizlerin düşük olduğu, haram kılınan faizin fakirlerden alınan faiz olduğu ancak bugün bunun tersine döndüğü, haram kılınan faizin tüketim amaçlı faiz olduğu ancak bugünkü faizin üretim amaçlı olduğu gibi deliller ileri sürmüşlerdir. Bu gerekçelere bakıldığında Batı’daki düşüncelerle aynı düzlemde oldukları görülmektedir. Faiz, maddi alandaki gelişmenin temel unsuru olarak kabul edilmiş, bu sebeple de meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Tefeci Kötü Bankacı İyi (mi?)

Faizin meşruiyetini savunan kesimlerin dayandığı noktalardan sadece birisini değerlendireceğiz. Görülecektir ki, faiz aslında bütün insanlığı sömüren bir sistem, toplumları krize (hastalık) sürükleyen bir virüstür.  Yukarıda, meşrulaştırma gerekçelerinden birinin banka faizlerinin belli bir seviyede oluşu olduğunu ifade etmiştik. Özellikle tefecilerin keyfi ve yüksek faiz oranlarına göre bu faizlerin çok uygun durduğu iddia edilmektedir. Bunlara göre Hz. Peygamber döneminde uygulanan faiz, tefecilik faiziydi ve bu sebeple haram kılınmıştı. Halbuki bankalar az faiz almaktadırlar. Bu sebeple de aynı hükme tabi olmamaları gerekir. İlk bakışta akla uygun gelen bu görüşün irdelendiğinde gerçekte böyle olmadığı görülmektedir.

Tefecinin 100.000 TL’sinin olduğunu düşünelim ve hepsini borca verdiğini varsayalım. Aldığı faiz de %100 olsun. Bu durumda parayı 200.000 TL olarak tahsil edecektir. Aynı şekilde bankanın da elinde 100.000 TL olduğunu düşünelim. Banka bunu kredi olarak verdiğinde bir başka hesaba aktarır. Yani para genellikle sistemin dışına çıkmaz. Banka bu paradan zorunlu karşılığı (%10 olsun) ayırdıktan sonra kalan parayı ikinci defa borç verir ve işlem hep böyle devam eder. Banka aynı parayı 100 defadan fazla borç verebilmektedir. Eğer Merkez Bankası zorunlu karşılık oranını daha düşük tutarsa borç verme sayısı daha fazla olacaktır. Halbuki tefeci tek defa borç verebiliyordu. Banka tek kişiden az alıyor görünse de toplamda bütün borçlulardan aldığı miktar yüksek rakamlara çıkmaktadır.

Tefecilerin ön planda olmasının bir sebebi de genellikle bankadan kredi almak için yeterli kriterlere sahip olmayan kişilerin kendilerinden borç alması ve başka varlıkları olmadığı için ödemelerde zorluk çekmeleridir. Bankacılık sisteminde ise, baştan imkânı olanlara verildiği için bireysel işlemlerde çok sıkıntı yaşanmamaktadır.

Burada olayın sadece faiz yönü ele alınmıştır. Ancak büyük resme bakıldığında mevcut sistemin çok sağlıksız olduğu ve devamlı krizlere sebep olduğu uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Paraya yön veren Merkez Bankası gibi gözükse de normal bankaların etkisi bilindiğinden çok fazladır. Bankaların batması bir yana, zayıflamaları bile piyasayı ciddi anlamda etkilemektedir. Dolayısıyla sistem temelinden ele alınmadığında yani bataklık kurutulmadığında sadece sineklerle savaşmak fayda vermeyecektir.

Faiz Toplumsal Bir Günahtır

İnsanlık tarihinde faizin gayrimeşru kabul edilmesinin ana gerekçelerinden biri, faizin gelir dağılımına olan olumsuz etkisidir. Nitekim Yahudilikte faize “neşeh” adı verilmiştir. Neşeh, yılan ısırığına denilir. Nasıl ki yılanın ısırığı insan vücudunda etkisini yavaş yavaş göstererek onu zehirlerse aynı şekilde faiz de topluma yavaş yavaş zarar vermektedir. Bugün faizin topluma verdiği zararı en güzel anlatan örnek budur. Dolayısıyla faiz toplumsal bir günahtır. Bireysel olarak kazandırıyor gözükse de acısı toplumdan çıkmaktadır.

Kıyamete kadar devam edecek olan İslam’ın bu konudaki hükmü açıktır; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere anaparanız sizindir.” (Bakara, 278-279.)

Kaynakça

1) Ustaoğlu, Murat-İncekara, Ahmet (2019). Faiz Meselesi Tarihte Örnek Uygulamalar. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. s. 45. 2) A.e. s. 67-73. 3) A.e. s.323. 4) A.e. s.193-208. 5) A.e. s.220-224.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?