Allah haccı farz kılmış, gücü yeten Müslümanlar bu farzı yerine getirme gayretini göstereceklerdir. Müslümanlar bir önemli ibadeti yerine getirdikleri gibi burada heyetler oluşturup Müslümanların dertlerini sorunlarını konuşacak, İslâm dünyasının problemlerini masaya yatıracaklardır. Fakat şimdilik böyle bir imkân yok. Olmamasının sebebi de Suud yönetiminin İslâm ülkelerini görmezden gelip, ABD ile yani Trump’la, Mısır’ın Sisi’siyle iş birliği yapıyor olması. ABD ve benzeri güçler bunları iktidarda tutuyor. Bu da her iki tarafında işine geliyor. Birisi petrolünü satıyor, diğeri de iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Böylece hem haccın merkezi hem de Müslümanların güçlü olduğu bir devlet (Mısır), dünya Müslümanları adına kullanılmayan iki merkez haline geliyor.

Hac, bütün Müslümanların kıblesi olması hasebiyle kıyamete kadar önemini devam ettirecektir. Orayı boşaltmak için yarın başka bir silahla insanlığın karşısına çıkacaklar. İslâm’ın ana merkezi şimdilik aylarca boş kaldı, fakat yol bulabilirlerse tamamen boşaltma gayreti içine gireceklerdir.

Hacca giden yolda bir yazı vardır: “Müslüman olmayanlar için yol”, yani Müslüman olmayan giremez. “Sağa dönünüz” ve “Mekke’ye giden yoldan çıkınız.” Bugün Müslüman olmayanlar orada cirit atmaktalar. Hatta zaman zaman Kabe’de katliamlar yaşanmakta. Burası Müslümanların bütün insanlık için güven merkezi haline getireceği yerdir. Oraya giren selamette olacaktır. Orada kan dökülmez. Oranın bitkisine dokunulmaz. Hayvanları öldürülmez. Ya şimdi?

ABD kime yanaşıyorsa şunu söyletiyor: “Birlikte dünyayı idare etmekteyiz.” Muhtemelen Müslüman olmayanları kendilerini yönetmekte. Müslümanları da Suud idaresine teslim etmiş görünmektedir. Çünkü Kabe’nin, kutsal beldelerin idaresi onların elinde. Durum böyle olunca Müslümanların, “Kutsal beldeyi eski etkinliğine nasıl kavuşturabilirim?” diye düşünmesi gerekir.

Biz bir buçuk milyarlık bir yapıyız. Bu bir buçuk milyarın arasına telden örgüler, beton duvarlar örülmüş halde. Şimdilik bu tel örgüler bir yana dursun. Bu bir buçuk milyarı bulunduğu yerde eğitelim, yol gösterelim, elinden tutalım, emperyalist tuzaklara karşı onları bilinçlendirelim, faize, içkiye, kumara, çirkin işlere bulaşmış olanları uyandıralım ki haccın merkezini de düşünebilsin, oranın tekrar etkin hale gelmesi için bilinç sahibi olsun ve bunun için mücadele etsin.

“Benim kıblemi, benim ilk merkezimi, benim günde en az beş defa yöneldiğim, benim ellerimi açıp dua ettiğim yön, benim kutsal kabul ettiğim cihet” deyip buranın Müslümanların dertlerinin konuşulduğu yıllık buluşma merkezi haline gelmesi yolunda çaba sarf etsin. Müslüman şahsiyet bilir ki orada Resûlullah’ın hatırası vardır. Orada birbirine komşu iki şehir vardır. Müslümanlar bu iki şehri çok severler, birinde Allah’ın evi vardır, diğerinde adına her gün salat ve selam gönderdikleri Peygamberleri yatmaktadır. O yüzden hemen her gün bu iki, şehri hatırlar, zihinlerinde canlandırırlar. Bir buçuk milyarlık İslâm aleminin zihninde bu iki mescidin yanı sıra bir de üçüncü bir mescit daha canlanır. O da Mescid-i Aksa’dır. Bunların idaresinin İslâm’ın istediği şekilde olması için Müslümanlar şimdilik pek söz sahibi değiller.

Mekke ibadet cihetiyle fonksiyonunu yerine getirdiği halde siyasi cihetiyle mahpus durumda. Çünkü orada verilen hutbeler, vaazlar ve dersler Müslümanların meselelerine yürekten dokunabilecek türden değil. Kabe’nin hemen yanı başında, revakların altında bir vaazı dinlediğinizde yapılan derslerin ya miras ya abdest ve namaz ya da oruç fıkhıyla ilgili olduğunu görürsünüz. İslâm aleminin dertlerini orada sohbete iştirak etmiş Müslümanlara ulaştırmak, onlardan dua talep etmek, bir bilinç meydana getirmek çok önemlidir. Orada İslâm’ın her rengi vardır. Orada bir araya gelmiş, kardeş olmuş, yan yana namaza durmuş Müslümanlar omuz omuza verirlerken birbirlerinin acılarını da bilecekler. Bunları orada konuşacaklar, hatta dünyanın neresinde olursa olsun mazluma yardım için burada karar alma yoluna gideceklerdir. İşte haccın böyle bir fonksiyonu, böyle bir gücü vardır. Bu sene hac olur mu olmaz mı daha belli değil ama, hac merkezinin siyasi özgürlüğüne kavuşması, Müslümanların burada hem ibadet edebilmesi hem de dertleşmelerini, dertlerini, problemlerini konuşabilecekleri merkez olabilmesi için Amerika’daki Müslümanlardan Çin’deki Müslümanlara, Afrika’daki Müslümanlardan Avrupa’daki Müslümanlara kadar, fert fert hac bilincinin zihinlere nakşedilmesi kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir bilinç en büyük beraberlik, yani bir buçuk milyarlık bir çoğunluğun, Muhammedî çoğunluğun beraberliği anlamına gelmektedir. Haccı bu yönüyle tanımak, bu etkinliğine erişebilmesi için mücadele vermek bu açıdan önemlidir.

Kaldı ki burası bütün insanlık için bir rahmettir. Sadece İslâm alemi değil dünyanın en ücra köşesindeki mazlumlar dahi burada gündeme gelecek, onlara ulaşmanın yolları buradaki heyet tarafından karara bağlanacaktır.

Buranın tekrar bütün Müslümanların merkezi haline gelebilmesi için her Müslüman fert, bulunduğu ortamda bunu dillendirmeli, bu bilinci yaymalı, yıllık kongrelerin ve karar alma toplantılarının merkezi haline dönüşmesi için, çalışmaya kendinden, evinden mahallesinden ve şehrinden başlamalıdır.

Oraya gitmeye güç yetirebilen gitsin ve görsün! Haccın bütün boyutlarıyla hangi bilinci gerektirdiğini bizzat görerek anlasın. Her renk ve ırktan İslâm’a teslim olmuş olanların kelime-i tevhidi bütün damarlarında hissederek nasıl dillendirdiğine şahit olsun. Genç ve yaşlı, kadın ve erkeklerin Rablerini nasıl sevdiklerine şahit olsunlar. Son elçiye ne kadar sevgi beslediklerini görsünler. Bu bilinç ve şahit oluş onları İslâm’ın ana merkezinin siyasi fonksiyonunu icra edebilmesi için tetikleyecek ve vatanlarına döndüklerinde İslâm’ın hayata hâkim olması için var güçleriyle çalışmaya sevk edecektir. İşte gerçek manada bir hac ancak bu şekilde olabilir.

Resûlullah (sav) Mekke’de kaza umresi yaptırtırken siyasi bir hususa dikkat çekmişti. Sa’y yaparken bir omuz açık ve hareketler hızlı olmalıdır. Resûlullah Müslümanlardan o kadar canlı bir şekilde yürümelerini istemişti ki, Müslümanlar “Biz ayaktayız, güçlüyüz, en büyük gücümüz içimizdeki imanda saklı” mesajını en açık şekilde iletebilsinler. En iyi şekilde ilettiler de. Bir avuç Müslüman İslâm’ın merkezine hâkim olmuş şirki böyle korkuttu. İşte her şuurlu Müslüman da haccı bu idrak ve şuurla yetine getirmeli. Hacca giderken bunları zihninin bir köşesine not etmeli. İbadetin siyasi boyutunu asla ihmal etmemeli. Çünkü İslâm düşmanları ibadetin en çok siyasi boyutundan korkarlar.

Hac ortamını Müslümanların istifade etmeleri içi fırsat bilen İmâm Hasan el-Bennâ hacca gittiği sırada elinde megafon hacılara konuşmalar yapmıştır. Nasihat ve irşad ortamı olarak da değerlendirdiği hac anını fırsat bilerek kullanan İmâm Hasan el-Bennâ yetkililerin engellemesiyle karşılaşmıştır. Suud kralının bizzat onun elinden megafonu almasının temelinde el-Bennâ’nın yaptığı telkinlerin İslâm ülkelerinde idareyi elinde bulunduranlara korkulu rüyalar yaşatacağını iyi anlamıştır. Megafonun onun elinden alınması aksi bir tesir yapmıştır. İnsanlar bunun farkına varınca İhvan’dan olmayanlar bile onun etrafında gruplar halinde toplanmaya başladılar. Kralı bu kadar tedirgin eden bu gencin kim olduğunu öğrenmek istediler. Kral bununla yetinmeyerek Mısır’a ziyareti sırasında Kral Faruk’u, Şehit İmâm Hasan el-Bennâ hakkında uyardı. Bu gencin, tahtı için büyük tehlike arz ettiğini söyledi. (Bunları Ömer Tilmisanî kendi hatıralarında anlatmıştır.)

Görüldüğü üzere imamın sesi ulaştığı her yerde zulmün ve tağuti güçlerin adeta temellerini sarsmıştır. Hac ortamında çeşitli Müslüman milletlerden insanlar vardır. İslâm aleminin tümüne hitap etmesi açısından Şehit İmâm Hasan el-Bennâ bu ortamı değerlendirmiş ve üzerine düşeni yapmıştır.

“Rabbim İslâm’ın bütün renklerinin temsil edildiği kongrelerin yapılacağı hacları nasip etsin” şeklindeki duamızı yeniliyor, orada bu düşüncelerle buluşmayı özlemle bekliyoruz.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?