20. yüzyılda İslam ümmetinin yeniden dirilişi, 1928’de Hasan el-Benna ve altı arkadaşı tarafından kurulan Cemiyet-ül İhvan-ı Müslimin’in kuruluşuna dayanır. Mısır’daki işgale ve gayri İslami ideolojilere karşı çıkma gayretinde olan İhvan’ın kuruluşu, İngiliz işgaline ve toplumun yozlaşan koşullarına yönelik İslami çalışma esası olan “İyiliği emretmek; kötülükten men etmek” ilkesine ve yedi hedef doğrultusuna dayandırmış. İhvan’ın temellerini de bu bağlam ekseninde bina etmiştir.
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 104)
1923 ve sonrasında İslam toprakların tamamı köy köy, ilçe ilçe, İl il, ülke ülke siyasi olarak işgal edilmiş, insanlar derdest edilmiş, alimler darağacında sallandırılmış, medreseler kapatılmış, camiler ahıra çevrilmiş, servetler heder edilmişti. Ordular dağıtılmış, eğitim sistemi çökertilmiş, alim görüntülü İngiliz ajanları tarafından dine hurafeler, bidatler katılmıştı. Yönetimler fesada uğratılmış, İslam Birliği’nin sembolü olan hilafet, Mustafa Kemal’in emri ile edebiyatçı Falih Rıfkı ATAY eliyle yazılan metin Rıfat BÖREKÇİ imzası ile tehdit ile imzalanarak meclise sunularak ilga edilmişti. Ümmet; lidersiz, darmadağınık, umutsuz, kılavuzsuz, yapayalnız kalmıştı. Peygamberin (s.a.s) halifesi, Peygamber varisi alimler siyasi işgalin altında kaybolmuştu. Alimler işlevsiz hale getirilmiş, itibarları yok edilmişti.
Bu durum tüm İslam topraklarında olduğu gibi Mısır’da da aynen devam ediyordu. Hasan el-Benna da dünyaya gözlerini açtığında Mısır, İngilizlerin işgali altındaydı. Mısır’ın tüm kaynakları sömürülüyor, ülkenin siyaseti, ekonomisi, askeri, polisi ve her türlü alanları İngilizler tarafından idare ediliyordu. Mısır hükümetinin elinde herhangi bir yetki yoktu ve bütün işler de İngiliz idaresinin emri altındaydı. Zamanın Mısır kralı da aynı şekilde İngilizlerin hiçbir emrine doğal olarak karşı gelmiyordu.
Hasan el-Benna, daha çocukken İslami davete başlamış, sokak sokak, camii camii, kahve kahve, köy köy dolaşarak İslami tebliğe başlamıştı. Tüm büyük yetki sahibi alimlere imzasız mektup yollayarak davet ve tebliğ görevini hatırlatıyordu. Hatta Sudan ve Mısır Başbakanına, Mısır Kralına İslami görevlerine hatırlatıyor.
Üstad Hasan El-Benna, altı arkadaşı ile beraber İslam ümmetinin düştüğü bu durumdan kurtulması için bir teşkilat kurmaya verirler. Hasan el-Benna, Hafız Abdulhamit, Ahmet el-Husari, Fuad İbrahim, Abdurrahman Hasebullah, İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi Mısır’ın İsmailiye şehrinde bir evde 1928 yılında bir araya geliyor ve bir teşkilat kurmaya karar verirler. Yapılan istişarelerde “Teşkilatımızın adı ne olacak?” sorusuna Hasan El Benna: “Biz İslam’a hizmet için yola çıkmış kardeşleriz. Adımız da İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) olsun.” der. Üstad Hasan El-Benna daha sonra bu yıllardan bahsederken şöyle der: “Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çare aramakla geçirdik ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bundan dolayı bazen ağlayacak hale gelirdik.” Daha sonraki toplantılarda teşkilatın isminin ne olduğunu soranlara: “Biz İslam’a hizmet yolunda kardeş olan kimseleriz. Buna göre biz Müslüman Kardeşleriz.” der.
İhvan’ın beşinci lideri Mustafa Meşhur, bu ismin tesadüf olmadığını ve adının hakkını veren bir teşkilat olduğunu söyler. Teşkilatın adı Kardeş Müslümanlar, olarak bırakılmadı, şayet Kardeş Müslümanlar olarak bırakılsaydı, tüm Müslümanları temsil edemeyecek ve bir grup olarak kalırdı. Bilakis bu teşkilata Müslüman Kardeşler adı verildi, her Müslüman, kardeşimizdir ve bu teşkilat her Müslümanındır, diyerek ümmet çizgisine, Müslümanların kardeşliğine isim seçmede bile nasıl önem verildiğine dikkat çekiyor.
Hasan el-Benna 1928 ile 1949 yılları arasında öyle bir İslami çalışma yaptı ki tüm yabancı sömürgeciler ve yerli uşaklar bu hareketten rahatsız oluyorlardı. Hasan el-Benna’nın, İslam dünyasının sömürüye ve sömürgecilere karşı tavrını net bir şekilde dile getiriyordu: “Ülkeleri okyanustan okyanusa uzanan 400 milyon Müslüman, bir gaflet anından istifadeyle topraklarını işgal eden sömürgeciliğe asla boyun eğmeyecektir. Yeryüzünde ‘La ilahe illallah, Muhammedu’r-Resulullah’ diyen bir Müslümanın yaşadığı her karış toprağı, İslam vatanı sayarız ve sömürgecilikten kurtularak, hürriyetine kavuşması için çaba harcarız. Bu vatan doğuda Endonezya’dan batıda Kazablanka’ya kadar uzanır.”
El-Benna’nın bu İslami net duruşu sömürgecileri ve uşaklarını endişelendiriyor ve son yıllarda Hasan el-Benna’ya ve hareketinin mensuplarına her türlü iftiralar yapılıyor, İhvan üyeleri ithamlarla cezaevine gönderiliyor, Kral Faruk ve Mısır hükümeti Müslümanları sindirme politikalarına başlıyorlardı. Mısır polisi ve İngiliz İstihbaratı, Hasan el Benna’yı izlemeye başlar ve birkaç kez gözaltına alınır. Hareket 1937’de üye sayısını 200.000 ulaştırır. El-Benna, kontrolsüz büyümeleri önlemek için herkesin uyması gereken kurallar düzenlenmesi hazırlar. Teşkilatlanmayı bizzat kendi kontrolü altına alarak istihbarat sızmalarını önlemeye çalışır. Hareketin mali bağımsızlığına önem verir ve İngiliz ve hükümetten gelen bağışları kabul etmez. Yayınladığı cemiyet tüzüğünde hareketin mali yapısını üye aidatları, cemiyetin kurduğu fabrika gibi işyerlerinden elde ettiği gelirlerle sınırlı kalmasını ister.
İngilizler ve Hükümet, hareketi ele geçiremeyeceğini ve kontrolleri altına alamadıklarını anlayınca ilk olarak hareketin tüm erkek üyelerini bir bahane ile cezaevinde derdest ediyorlardı. Bilinçli olarak Hasan el Benna’yı dışarıda tutuyorlardı. 12 Şubat 1949’da Kahire’nin en büyük caddelerinden Ramses Caddesi’nde arabası durdurularak polisler tarafından El-Benna kurşunlandı. Kaldırıldığı hastanede bilinçli olarak müdahale edilmeyerek kan kaybından ölmesi sağlandı. Hasan el Benna’nın ölmesini başta Kral Faruk olmak üzere İngilizler ve Siyonistler çok istiyorlardı. El-Benna bilinci açık şekilde ameliyat masasına kendisi yattı. Fakat El-Benna yattığı o ameliyat masasında bir şekilde şehit ediliyordu. Ameliyat esnasında hastaneye Kral Faruk’un geldiği de notlarımızın arasında olduğunu söylemek istiyoruz.
Mısır için ya da İslam ülkeleri açısından bu şehadet rutin bir ölüm olarak görülse de aslında bu şehadet İslam ümmetinin ilk uyanışının ilk saatleriydi. Her ne kadar Müslüman Kardeşler üyeleri tek tek cezaevine konulmuş ve tüm teşkilatın çalışmaları durdurulmuşsa da özünde hareket yeniden dirilişin ilk saatlerini yaşıyordu. Mısır zindanlarında sıkıntılarla beraber talim ve terbiye başlamış, zindanın Yusufları ümmetin dirilişine hazırlanıyorlardı. İslam ülkelerindeki kukla yöneticiler hariç halk Hasan el-Benna kim, neden ona suikast yapılmış, sorularının yanıtını aramaya başlamıştı. Sorularına cevap bulan halk, Müslüman Kardeşler Hareketi’nin yakından tanımak istemişti. Bu hareketi tanıyan herkes, bu hareketin Kur’an ve Sünnet çizgisinde orta yol sahibi, vasat bir hareket olduğunu görmüş ve adeta asr-ı saadetteki İslam’ın bina edildiğini görüyordu. Her toplumda Hasan el-Benna Hareketi’ne dolayısıyla İslam’a rağbet artıyor, İngiliz sömürüsüne ve Batılıların siyasi ve fiili işgaline tepki giderek artıyordu. Hilafetin nasıl bir oyun ve desiselerle kaldırıldığına da şahit oluyorlardı artık.
Öte tarafta Amerika’da doktora eğitimini yapan Seyyid Kutub’un Hasan el-Benna’ın şehadetini öğrenme şekli ve bu şehadetin Kutub’taki etkisi aslında ümmetin dirilişinin en önemli göstergelerinden biri olması itibarı ile önemlidir.
Seyyid Kutub, Mısır hükümeti desteği ile 1949 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. Master yaparak akademik çalışmalarını tamamlamak istiyordu. Burada Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu maddeciliği eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini ilkel olarak görmüş ve reddetmiştir. 12 Şubat 1949 tarihinde Amerika’da herhangi bir bayram olmamasına rağmen Amerikalıların kutlama yaptığını görüyor. Bu kutlamaya bir anlam veremiyor ilkin. Kutlamanın nedenini etrafındakilere sorunca aldığı cevap, hayatını değiştirecek kendi iç dünyasının dirilişine vesile olacaktı: “Mısır’da çok azılı bir düşmanımız olan Hasan el-Benna’yı öldürdük, ondan kurtulduk, bunun kutlamasını yapıyoruz.” Bu cevap karşısında Seyyid Kutub, ben de Mısırlıyım fakat bu şahsı tanımıyorum diyerek aslında Hasan el-Benna ile manevi olarak tanışmasının ilk adımını atıyordu. Amerika’daki işlerini bitirdiği gibi Mısır’a gelerek Müslüman Kardeşler Hareketi ile tanışıyordu.
Seyyid Kutub bu dönemden sonra Müslüman Kardeşler teşkilatına katılıyordu. Yönetici olarak İhvan’da hiçbir unvanı yoktu ama iyi bir müntesip olarak İhvan’ın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslâm’a davet ediyordu. Bir ara, 1954’teki tutuklanmasından önce “İhvan-ı Müslimin” adlı gazetede yazı işleri müdürlüğü yapıyor, orada yazdığı yazıları bir araya getirerek birçok kitap yazıyordu.
Kutub ayrıca İhvan-ı Müslimin gazetesinde din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak dini siyasetten uzak tutan laik düşünceyi de şiddetle tenkit ediyor, siyaset başkadır, din başkadır sloganının bir hikâye olduğunu anlatıyordu. İslâm’da böyle bir şeyin olmadığını yüksek bir ses ile dile getiriyordu. Çünkü Seyyid Kutub, İslâm’ın kalplerde bir inanç ve hayat için bir kanun olduğunu vurguluyordu.
Hasan el-Benna’nın şehadeti ile sadece Seyyid Kutub değil birçok kişi etkilenmiş, birçok ülke bu şehadetten etkilenerek İslami diriliş ile kukla liderlere ve sömürgeci devletlere karşı bir uyanış içine girmişti. Bu durum Batılıları en çok da İngiliz ve Fransızları endişelendirmişti. Çünkü toplumun İslami uyanışı onların sömürge anlayışına ters düşüyordu. Bundan dolayı ki Müslümanları yenmenin yolu Kur’an’ı ellerinden almaktı diyorlardı. Kur’an’ı elimizde almasalar da dil inkılabı ile Kur’an dilinden halkı uzaklaştırdılar. Menfi milliyetçilik ve ırkçılık ile, mezhepsel farklılıkla ümmetin arasına tefrika koydular. İşte Hasan el-Benna mektebi bu olumsuz durumu Müslümanların lehine çevirecek çalışmayı ve teşkilatı Müslümanların hizmetine sunuyordu. Bugün bu hareket 153 ülkede İslami uyanışın temelini atmış bulunmaktadır. Batılı istihbaratların itiraflarında da bu yer almaktadır. “Dünyada terörize edemediğimiz tek hareket Müslüman Kardeşler Hareketi’dir.” diyerek İslami Hareketler içinde Müslüman Kardeşler’in sağlam duruşunu bize gösteriyor.
Bugün Hasan El Benna’nın kurduğu hareket, 12 Şubat 1949 tarihinden sonra Ortadoğu ve Arap coğrafyasının büyük kısmında çalışma yapıyor ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı ülkelerde Hasan el Benna’nın başlattığı davet, bir ekol haline geldi. Müslüman Kardeşler Hareketi, Hasan el-Benna’nın şehadeti ile ümmet için büyük bir uyanışın ve dirilişin muştusu olduğunu da görmekteyiz.
Üstad Hasan el-Benna’nın: “İslam’da şahıslara bağlılık yoktur, her şahıs Kur’an ve Sünnet ittiba ettiği derecede itibar görür.” sözünün uygulaması Kahire’de bir miting esnasında kendini gösterir. Kahire Meydanı’nda gençler miting esnasında Hasan el-Benna’ya hitaben: “Canımız, kanımız sana feda olsun!” diyerek slogan atıyordu. Hasan el-Benna kendi sözünü keserek hemen gençlere hitap ederek böyle bir sloganın doğru olmadığını söyler ve eğer slogan isterseniz davamızın esası olan şunları söyleyin: Gayemiz Allah, (cc) Önderimiz Rasulullah, (s.a.s) Anayasamız Kur’an, Yolumuz Cihad, En Yüce Temennimiz Allah Yolunda Ölmektir.”
Üstad Hasan El-Benna’nın mektebinde Hasan el-Hudeybi, Ömer Tilmisani, Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh, Abdullah Nasıh Ulvan, Mustafa Meşhur, Said Ramazan, Zeynep Gazali, Mustafa Sıbai, Seyyid Sabık, Fethi Yeken, Muhammed Kutub, Said Havva, Abdullah Azzam, Gannuşi, Halit Meşal, Abdülaziz Rantisi, Şeyh Ahmet Yasin gibi nice İslam âlimleri, mütefekkirleri ve mücahit liderler yetişmiş; eserleriyle, fikirleriyle Müslümanları aydınlatmışlardır.
Hareketin kurucusu Hasan el-Benna anılarında Müslüman Kardeşleri şu şekilde tasvir etmektedir:
“Müslüman Kardeşler Hareketi, hareketini selefi salihin inancında bir dava, sünnî bir yol, sufî bir hakikat, samimi bir cemaat, ekonomik bir şirket, siyasi bir duruş, atletik bir kulüp, bilimsel ve kültürel bir bağ, ekonomik bir girişim ve toplumsal bir fikir olarak tanımlamış ve bu hareketin sünnî, geleneğe bağlı ve yenilenme düşüncesinde en aktif unsurların mirasçısı ve icracısı olduğunu ilan etmiştir.”
Müslüman Kardeşler Hareketi tüm Müslümanlar tarafından saygı ile karşılanmış ve 20. yüzyılda ümmetin uyanışında ve dirilişinde etkin rol oynamış, büyük bir katkı sağlamıştı. Şu an yaşadığımız 21. yüzyılda da Hasan el-Benna’nın kurduğu bu hareket 2013’te Mısır’da büyük bir darbe ile karşılaşmasına, 6 binden fazla üyelerinin şehit edilmesine ve 60 binden fazla üyesinin cezaevine atılmasına rağmen hala ümmete umut veriyor, Batılıların oyununa gelmiyor, düşmanların plan ve tuzaklarını hesap ederek ümmetin diriliş ve uyanışını canlı tutuyor.
“Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve Peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta yolu tutan bir ümmet kıldık. …Allah elbette sizin imanınızı boşa çıkarmayacaktır. Şüphesiz Allah insanlara çok acıyan ve çok rahmet edendir.” (Bakara, 143)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?