Allah (c.c) bu dini tüm insanlara ulaşsın diye göndermiştir. Bu dinin insanlara ulaşması da Allah’ın elçileri vasıtasıyla olmuştur. Peygamberler vazifelerini tamamlayınca bu vazife, müminlerin sırtına yüklendi. Müminler de güçleri yettiği kadar bu dini çok uzaklara götürmeye çalıştılar. Müminler kalpleri fethetmek, insanların gönüllerini İslâm’a açmak için çaba sarf ettiler. Resûlullah (sav) bu işi Mekke’de dile getirince Hz. Ebû Bekir, Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Zeyd kalplerini İslâm’a açtılar. İslâm onların kalplerini fethetmişti. Hemen akabinde sahabeler de insanların kalplerini Allah’ın hidayetiyle tanıştırmak için faaliyet göstermiş, bunu yapmayı en kârlı kazanç olarak görmüşlerdir.

Günümüz mümini de fetih peşindedir. Devasa coğrafyaları fethetmek için çaba sarf eder. İnsanlar İslâm’ın eşsiz ilkeleriyle tanışsınlar diye didinir. Bulunduğu ortamı Allah adına fethetmek için arayış içinde olur. Fethin gerçekleşmesi için gayret halinde olur. Bildiği hakikatin başka gönülleri de mesut etmesi için hareket halinde olur. Önüne çıkan engelleri aşmak için çıkış yolu arar. Bu dinin kıyamet kadar hep taze ve yeni olduğunu bilir ve bu inançla başkalarının da ondan istifade etmesini ister.

İlk Müslümanlar, fetihler gerçekleştirmek için çok gayret etmişlerdi. Gönülleri fethettikleri gibi, kale ve şehirleri de fethetmişler, insanları İslâm’ın eşsiz hakikatleriyle bu vesileyle tanıştırmada muvaffak olmuşlardı. Bazen bir kaleyi aylarca kuşatma altına almışlar, kışın soğuğuna, yazın sıcağına karşı direnmişlerdir. Aç ve susuz kaldıkları çok olmuş, kıtlıkla mücadele etmişlerdir.

İlk Müslümanlar, fetihler sırasında hep sahabelerden en önde olanları öne geçirmişler, onların imanları, tevekkülleri, sadakat ve samimiyetlerinden istifade etmeye çalışmışlardır. İşte Zübeyr b. Avvâm: Amr b. As’ın İskenderiye’nin fethi sırasında zorlanması üzerine Hz. Ömer ona Zübeyr b. Avvâm’ı gönderir. Gönderirken de şunları söyler: “Sana öyle bir adam gönderiyorum ki, bin adama bedeldir.” Gerçekten de Zübeyr bin adam bedeldi. Çünkü İskenderiye’ye ulaşınca şehir surlarının üzerine çıkmada muvaffak olmuş, getirilen tekbir sesleriyle düşman neye uğradığını şaşırmış, Müslümanlar surların üzerinden aşarak şehri teslim almışlardır.

İşte Selmân-ı Fârisî: İran topraklarının Müslümanların eline geçmesi için fetih orduları hareket halindedir. Ordunun başında yine Aşere-i Mübeşşere’den biri var. Sa’d b. Ebû Vakkâs: İran-Irak fetihleri sırasında önlerine Dicle nehri çıkar, nehri geçip geçmemekte kararsızdırlar. Komutan Sa’d b. Ebû Vakkâs, istişare etmektedir. İstişare ettiklerinden biri de Selmân-ı Fârisî’dir. Nehir tehlikelidir. Müslümanlar boğulabilir. Fakat Selmân’ın nehri geçme konusunda verdiği cevap çok ilginçtir. Şunu söyler: “İslâm yenidir.” Verdiği cevap ilk etapta anlaşılmamaktadır. Anlamak için de biraz düşünmek gerekmektedir. Yani bu din daha yeni doğmuş, önünde nehirler boyun eğecektir. Bu din uzaklara gidip fetihler gerçekleştirecektir. Ona hem kararlar hem de nehirler boyun eğecektir. Allah denizleri ve karaları bu dine amade kılacaktır. Allah bu dini diğer dinlere üstün kılmaya muktedirdir. Selman’ın buna imanı tamdır. Bu din kaybolmayacaktır. (1)

İşte her müminin fetihler sırasında aklında tutması gereken hakikat budur. Bu hakikati kalbinden ve ruhundan eksik etmeyen fatihler, Allah’ın izniyle daha nice coğrafyaları fethedeceklerdir. Fetihler sırasında önlerine çıkan engellere aldırış etmeyecek, rotalarını asla şaşırmayacaklardır. Bu şuurla gerçekleşen fetihler Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya devam edecektir. İnsanların İslâm’ın eşişiz hakikatleriyle tanışması fetih ruhlu müminlerin vasıtasıyla gerçekleşecektir.

Neden Fetih?

İslâm’ın, İslâm coğrafyasında ta kalbinden vurulmaya çalışıldığı bu günlerde her zişuur mümin üzerindeki fetih vazifesini ısrarla yürütmek mecburiyetindedir. Yemen’den Afganistan’a, Irak’tan Myanmar’a ve Suriye’ye, yaşanan katliamlarda müminin kanı hedef alınmıştır. Sahillerde denizlere vuran çocuk bedenlerine kadar yaşanan her hadisede mazlumların kanı akıtılmaktadır. Yapılması gereken şey İslâm âlemi olarak her ferdimize ulaşıp kalpleri fethederek onların İslâm âleminin dertlerine deva olacak çalışmayı ortaya koyabilmelerini temin etmektir. Böyle olmadığı takdirde fetih gerçekleşmez.

Coğrafyanın fethi kalplerin fethinden geçmektedir. Her Müslüman da bu konuda kendinden başlayarak önce kendisini fethetmelidir. Sonra başkalarına yönelmelidir. Kalplerin fethi gerçekleşmeyince daha çok ölüm ve zulümlere maruz kalırız. İslâm âleminin direnişi, zafere ulaşması, parlak fetihlerin gerçekleşmesi sadece Müslümanların değil bütün insanlığın kurtuluşu olur. Çünkü İslâm’ın hakikatleri sadece Müslümanların değil, sair dinlerin saliklerinin de saadetini garanti etmektedir. Bütün insanlığın saadetine vesile olacak erler, kalplerini fetih şuuruyla doldurmuş olan erler olacaktır. Fatih Müslümanların yaşama gayesi her doğan yeni günde “Ben bugün hangi kalbi fethedebilirim?” düşüncesinde vurgulanan gayedir. Rabbim fatihleri nice fetihlere muvaffak kılsın.

 

Kaynakça:

1)Bkz. Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî, Müslümanlar ve Filistin Davası, Asalet Yayınları, s. 142.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?