Yaşadığımız hayat imtihan hayatıdır. Kainattaki bütün işler belli bir emre, sağlam bir hikmete ve ince bir ölçüye göre döner, şekillenir ve neticelenir. Bu derin mananın farkında olan kişi; üzülmez, ümitsizliğe düşmez, kaba davranmaz, davranmamalı… Çünkü sağlam bir rüknün/inancın azametiyle sırtını sarsılmaz bir hakikate dayamıştır. Kişi hayatında bolluk, nimet ve genişlik gördüğü zaman bile bunun bir imtihan olduğunu bilmeli, aşırıya kaçmamalı ve adaletten uzaklaşmamalıdır. Ancak ne yazık ki insan unutur, dalgınlığına gelir, bazen de gaflete düşer. Kendisini saran hakikat/ler/e yabancı kalır. Etrafındaki dostlarını ihmal eder, sadece kendine yönelir, ihtiras ya da sorunları onu kendinden alır/alabilir… Bazen ümitsiz, bazen isteksiz, bazen de hevesini kaybedebilir. Bu durum, hayatın sonu ya da bitişi değil; belki de yeni bir başlangıcın filizlenmesidir. Hayatın rutinliğinden çıkıp, insanı kilitleyen alışkanlıklarından kurtulup yeni bir tövbeye, yeni bir ufka yelken açmaya ya da yeni bir diyara göç etmenin zamanı artık gelmiştir…
Ancak hayatta yol, durum ve yöntem ne olursa olsun unutmamamız gereken değerler, hakikatler ve sabiteler vardır. Hayat bu değerlerle anlam kazanır, kişi bu hakikatlerle yolunu bulur, davalar bu sabitelerle korunur. Hayat bitmeyen bir mücadeledir. Dünya kararsa da, yeryüzü bütün genişliğine rağmen daralsa da, gözümüzün önünde havsalamızın alamayacağı hadiseler olsa da mücadelemizi devam ettirmek, inandığımız davaya gönül vermeyi sürdürmek, hak bildiğimiz mesajı kınayıcının kınamasından korkmadan muhtaçlara ulaştırmak; işte bunlar bizler için cihadımızın bitmeyen bir parçasıdır…
Her başlangıcın bir sonu olduğu gibi, her sonun da muhakkak bir başlangıcı olacaktır. Her bir yenilik yeni bir zemindir, yeni bir ufuk ve çok yeni bir ümittir de aynı zamanda… Bu anlamda hepimize faydalı olabilecek nasihatlere ihtiyacımız var, hatırlamaya, yolumuzu düzeltmeye, gözümüzdeki çapakları silecek, daha iyi görmemizi sağlayacak müdahalelere ihtiyacımız vardır. Unutmayalım ki bu dünya bu kadar haksızlık olmasına rağmen, Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarına ayinedarlık yapmasından dolayı çok güzeldir, tefekkür mahallidir, cennet durağıdır.
“Bu böyle. Çünkü Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür. Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette övgüye lâyıktır.” (Hac, 61-64)
Gelin dostlar! Hep beraber kendimizi içten ve derinden bir tartıya vuralım. Yaşadıklarımızla cennete mi yoksa cehenneme mi yol alıyoruz. Yaptıklarımız, konuştuklarımız yada tepkilerimiz, lehimize mi yoksa aleyhimize mi? Gelin, dakikalar sonlanmadan, nefesler tükenmeden, görev bitmeden muhasebe yapalım. Vakit, muhasebe vaktidir. Yaşadığımız hayat, Allah için olmalıdır ve öylece devam etmelidir.
Yüce Allah’a sadakatle bağlanmış, inandığı değerleri büyük bir fedakarlıkla savunan bir mümin; dünyada yaşasa da gözü Rahman’ın rızası ve sevgisinde olmalıdır. Davasına en ufak bir halel gelecek şüphelerden kendini uzak tutmalı, gözü helalden başka bir şey görmemelidir. “Allah’ın rızasını isteyerek sabah ve akşam Rabblerine dua edenlerle beraber sen de sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz, arzularına uymuş ve işi de aşırılık olan kimseye uyma.” (Kehf, 28)
Duamız, talep ve isteklerimiz nefsani değil, Rahmani olmalı. Dünya ve içindekilerin bizim asıl isteğimizin olması en büyük korkumuz olmalıdır. “Allah’ım dünyayı en büyük uğraşımız/isteğimiz ve ilmimizin karşılığı kılma. Bize acımayacak kişileri de başımıza yönetici yapma” peygamber duası sürekli dilimizde ve aklımızda olmalıdır. Temiz yaşamalı ve temiz kalmalıyız. Dünyanın kiri ve çamuruna bulaşmamak için dünyanın sahibine ve onun zenginliğine, rahmet ve şefkatine göz dikmeli, Rabbimizi iyi anlamalı ve tefekkür etmeliyiz.
Uhuvvetimiz izzetimizdir..! Karşılaşılan sorunlar kişinin kendi özel dünyasında ne kadar büyük olsa da, ümmetin bugün yaşadığı sorunların yanında çok küçüktür. Küçük ve anlamsız meseleleri, Allah’ın dinine hizmet yolunda engel olarak koymamak hepimiz için varlık yokluk mesabesinde olmalıdır. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Sevdiğinizi ölçülü sevin, kızdığınıza da Allah için kızın. Ölçülü olun ve sakın haddi aşmayın, duygusallığınızın aklınızı esir almasına izin vermeyin. Uhuvveti korumak bu zaman da en büyük cihattır. Uhuvveti her şeye rağmen korumak çok zordur. Affetmek zordur, beraber çalışmak zordur ve bunların üstesinden gelmek ise büyük bir değer, şeref ve ecir olacaktır.
“Benden dolayı kimse Yüce Allah’tan, davamdan, hizmet ve hayırdan uzaklaşmasın” hassasiyetiyle yaşamalıyız. Amacımız muhtaçları İslam’la tanıştırmaktır. Kazandıklarımızı korumalı, ulaş(a)madıklarımıza ulaşmalı, elimizdekilerini eğitmeliyiz. Etki yerine yetki ya da tepkiyi esas almamalıyız. Etkinin kullanıldıkça çoğalan, yetkinin ise kullanıldıkça azalan bir durum olduğunu hiç unutmamalıyız. Etkinin alanı geniş, disiplin ve kontrolü zor olsa da sürekli kullanılan yetkinin alanı dar bir hapis, soğuk bir bürokrasi, karamsar bir korku olduğunu unutmamak gerekir. Tepki tepkiyi, sevgi sevgiyi doğurur.
Şer bildiğimiz konularda hayır, hayır bildiğimizde de şer olabilir. Biz meselenin tam hakikatini, geri planını, Allah’ın takdirini, olayların ileri de nasıl bir şekil alacağını bilemeyiz. “Allah bilir ama siz bilemezsiniz…” (Bakara, 212) Niyetimiz doğru, amacımız sadık, gayretimiz samimi olduğu müddetçe her şeyin “hayırlısı demeli” ve neticeyi Allah’tan bilmeliyiz. Netice iyi de gelse, bize göre beklenmedikte olsa, secdeye, tövbe ve istiğfara yönelmeliyiz. Sabretmeli, her halükarda Allah’a, onun emrine, sevgi ve takdirine odaklanmalıyız. Bu iman mü‘minin ahlakıdır. “Ey Allah’ım bütün işlerimizin sonunu hayırlı kıl. Bizi dünyada rezil rüsva olmaktan ve ahiretin azabından koru.”
Birbirimize en güzel cümlelerimizi kullanmalı, suçlama yerine dostluğu ve affı esas almalıyız. İnsanlar arasında gerginliğe neden olan en büyük musibet; su-i zan ve bunun getirdiği uyum bozukluğudur. Bu musibeti haset, gıybet, dedikodu, çekiştirmek, laf götürüp getirmek, küçümsemek, görmemezlikten gelmek, yok gibi davranarak manevi bir savaş takip eder ki; herkes için sonu cehennem olan bir neticedir. Davaları, kurumları, müessese ve projeleri mükemmel ve muhkemleştiren sadece kaide ve kurallar değil, samimiyet ve kenetlenmedir. Kardeşlik ve samimiyetin olmadığı çok güzel imkanların nasıl da bir fitneye neden olduğu günümüzde çok iyi bilinen bir gerçektir.
Her şeyin hayırlısı… Elde Kur’an gibi bir hakikat varken, ibadet gibi bir lezzet yaşarken, tevekkül gibi sağlam bir rükne dayanmışken, “sonuç muhakkak muttakilerin olacaktır” sözü önümüzde kılavuz iken; çekilen sıkıntı, dökülen ter, verilen nefes, yükseltilen ses bize şeref verecektir. Her adımda, her şeyin hayırlısı diyerek teslimiyetimizi ispatlamalıyız. “Müminin işine şaşılır. Onun her hali hayırdır. O bir nimete erer şükreder, hayra nail olur. Bir külfetle karşılaşır, sabreder, yine hayra erer.” (Hadis-i Şerif) Yüce Allah’ın bizim için takdir ettiği hayırlıdır” deyip baş göz üstüne kabul etmeliyiz. Biz bu dünyanın sakini/talibi/aşığı olmamakla beraber, bu dünya Allah’ı bilmekle çok güzeldir, yardım ve dayanışmayla çok tatlıdır, kardeşlikle anlamlıdır.
Birbirimizin eksikliğini giderme, ayıbını örtme, yükünün bir tarafından tutma İslami ve insani bir görevdir. Mü’minler arasında sorunların çözümünde af kültürü esastır. “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 41/34) Her ne işi yapıyor isen yap ama günün birinde hesaba çekileceğini bil. “Onlar büyük bir günde hesaba çekileceklerini hiç hesap etmezler mi” Her davranışının, sözünün, ihmal ve gayretinin önüne konulacağını unutma. “Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49)
Son olarak; kişiler gider, ölür ya da zayıflayabilirler. Ancak fikir kalır, dava ve mücadele devam eder. Önemli olan son dakikalarımıza kadar hayır ve iyilik üzere olmak ve emaneti öylece teslim etmektir. Allah herkese niyetinin ve yaptıklarının karşılığını kesinlikle verecektir. Allah’ım! Seni tanımanın zevkini, sana iman etmenin hazzını bize tattır. Rızandan yüzlerimizi çevirme! Bizi kendinden başkasına muhtaç kılma! Göz açıp kapanıncaya kadar, bizi davamızdan ayırma, bizi nefsimizle baş başa bırakma Ya Rabbi!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?