Hz. Ali (r.a), İslam ümmetinin gönlünde taht kurmuş olan Hasan ve Hüseyin’in babası, Peygamberin biricik kızı ve tüm seyitlerin anası olan Fatıma’nın (r. anha) kocasıdır. Hz. Ali; cihad, zühd, ciddiyet ve güzel ahlakta örnek bir şahsiyetti. O takva, ibadet, ihlas, dua, Allah’ı anma ve imani konularda ashab-ı kiram arasında öncü kadrodandı. Peygamber’in (s.a.s) hayatında, Ebubekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman’ın (r.a) hilafeti döneminde küfre ve şirke karşı amansız bir mücadele ve cihat verirken kendi hilafeti boyunca bid’atçilere, haricilere ve tağutlara karşı mücadele vermiştir. Onun tüm hayatı çile, sıkıntı ve mücadele içinde geçmiştir.
Ali’nin (r.a) küçük yaşlarda peygamberin(s.a.s) evinde ve himayesinde büyümesi Allah’ın kendisine ikramıdır. Kureyş kabilesi büyük bir ekonomik kriz ile baş başa kalmıştı. Ebu Talib’in yükü ağır, çocukları da bir hayli fazlaydı. Bundan sonra Hz. Ali artık Resûlullah’ın himayesinde onun evinde ve onun terbiyesinde büyümeye başlar. Allah (c.c) Resûlullah’ı (s.a.s) risalet ile görevlendirince Hz. Ali henüz on yaşlarındaydı. Hz. Hatice’nin kölesinin Peygamber’de (s.a.s) gördüğü olağanüstü durumları ve de onda var olan büyük önderlik değerlerini Hz. Ali kendisi de aynı şekilde görmüştü. Bu gördükleri onu derinden etkiliyordu. Hafız Ebu Bekir Beyhaki Delailu’n-Nubuvve adlı eserinde Ali Bin Ebi Talibin şöyle dediğini rivayet eder:
Bu söz üzerine oradakiler dağılıp gittiler. Resûlullah (s.a.s) onlarla konuşamadı. Ertesi gün olduğunda Resûlullah (s.a.s.) bana : “Ey Ali! Bize daha önce yaptığın gibi bir hazırlık daha yap!” dedi. Bende yaptım. (…) Resûlullah (s.a.s) onlara şöyle dedi: “Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah’a andolsun ki ben, akrabalar arasında kendi kavmine benim size getirdiğimden daha hayırlısını getiren bir genç bilmiyorum. Kuşkusuz ben size, hem dünya hem de ahiret işini (kurtuluşunu) getirdim.”
Hz. Ali’nin Islam’a girmesi: Allah (c.c) Peygamberi’ne Risaleti verdikten sonra, bir gün Hz. Ali Allah Resülu ile Hatice validemizin namaz kıldığını görür. ‘‘Bu yaptığınız da nedir?” diye sorar, Allah Resülu (s.a.s) ‘‘Bu Allah’ın dinidir. Allah bu dini kendi zatı için seçmiştir. Onunla elçilerini göndermiştir. Ben seni yalnız Allah’a kul olmaya Lat ve Uzza’yı reddetmeye davet ediyorum.” Hz. Ali ‘‘ben böyle bir şeyi ilk defa duyuyorum. Ebu Talib’e danışayım sonra kararımı veririm” dedi. Allah Resül’u (s.a.s) kendisine ‘‘şayet Müslüman olmasan da bu işi gizli tut. Bu işin ifşa olmasını istemiyorum” dedi. Hz. Ali o gece sabahlayınca hemen Resûlullah (s.a.s)’a gelip, kelime-i şehadeti getirdi ve böylece Müslüman oldu. Peygamberle birlikte Mekke’nin dışına çıkıp gizliden gizliye namaz kılıyorlardı. Bir gün Ebu Talib ikisinin namaz kıldıklarını görünce: “bu da nedir yeğenim?” diye sorar. Allah Resülu (s.a.s) cevap verir: “Amca!Allah (c.c.) beni kullarına Resül olarak göndermiştir. Sen bana daha ehilsin. Hakka tabi olmaya hidayete ermeye en uygun sensin” dedi. Amcası ‘‘ben atalarımın dininden ayrılmam, ancak siz dininizde sebat ediniz. Size zarar gelmesini önleyeceğim” dedi.
Müşrikler sabaha kadar peygamberin kapısında beklemişler. Hz. Ali’nin yataktan çıktığını gördüklerinde dehşete kapılıp ziyan ettiklerini anlamışlardı ve Hz. Ali’ye ‘‘hani Muhammed?!” diye sormuşlardı. Hz. Ali ‘‘bilmiyorum, bilgim yoktur.” deyince bir anda müşrikler dağılmışlardı. Arzuladıkları cinayet ve suikasta varamamışlardı. İşte, Hz. Ali’nin Allah’ın elçisine olan sevgisi bu derecede yüksek bir sevgiydi. Burada Hz. Ali’nin cesareti, fedakârlığı ve peygamberi için kendini feda ettiğini görüyoruz.
Hz. Ali Allah Resulü’nün hicretinden sonra halifesi hükmüne geçerek, onun yanındaki Kureyşlilerin emanetini bir bir eda ederek sahiplerine teslim etmişti. Emin vasfına sahip olan peygamber, emin olan öğrencisine bütün emanetlerini teslim etmişti. İşte bu şekilde Hz. Ali, Allah Resulü’nün (s.a.s) ona verdiği büyük bir vazifeyi daha yerine getirmişti.
Resulüllah (s.a.s) Tebuk savaşına çıkarken Hz. Ali’yi Medine’nin üzerine vali olarak bırakıyordu. Hz. Ali cihad aşıknı ve Peygamber (s.a.s) ile birlikte savaşa çıkmanın fazileti ne derece büyük oldu- ğunu idrakı içinde idi. Peygamber onun cihad’a ve şehadet’e çıkmama üzüntüsünü görünce ‘‘Ey Ali! Sen benim katımda, Harun’un Musa’nın katındaki mertebesine sahipsin. Ne var ki benden sonra peygamber yoktur.” Ve ona şöyle dedi ‘‘ben seni yerimde bıraktım sende dön ve yerimde benim ehlim ile kendi ehlinin başında dur.” buyurdular ve Hz. Ali geri döndü…
Allah Resulü bir gün ‘‘Seni ancak Mümin olan sever ve senden ancak münafık olan buğz eder” buyurmuştur. (Müslim)
‘‘Ben kimin dostuysam Ali’de onun dostudur.”
Hz. Ali, Resulullah’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Ya Ali! Sende İsa’nın bir örneği vardır, Yahudiler ondan o kadar nefret ettiler ki annesine zina iftirasını attılar, Hristiyanlar da onu o kadar sevdiler ki onu ulaşamadığı (kendisine ait olmayan) bir seviyeye çıkardılar.” diye buyurdu. Daha sonra Hz. Ali (r.a) sözlerine şöyle devam etti. : “Benim yüzümden iki tip insan helak olacaktır. Bunlardan ilki ifrad (aşırı) derecesinde sevecek, bende bulunmayan vasıflarla beni övecek; ikincisi ise, bana kin besleyip bu kini bana iftira atmasına yol açan kimseler olacaktır. ( Abdullah bin Benar, Ebu Yula ve Hâkim ) rivayet etmiştir.
Hz. Ali (r.a) iman, ahlak, takva ve ibadette zirvede idi. Bir gün kendisine soruldu; Ey Ali, şayet cennet ve cehennemi gözlerinle görseydin senin imanında nasıl bir değişiklik olurdu? Hz. Ali: “İmanımda hiçbir değişiklik olmazdı, zira cennet ve cehennemi gören göz, gözlerimden daha keskindir, o gözler Resulüllah’ın gözüydü. Onun gözleri miraçta gerçe- ği görmüştür ben görseydim gerçek olmayabilirdi”. Hz. Ali burada peygambere olan güveni ve içinde var olan güçlü imanı ifade etmişlerdir.
Bir sonraki sayımızda Hz. Ali (r.a) döneminde gerçekleşen Cemel vakıası, Sıffın savaşı ve haricilere karşı olan mücadelesine değineceğiz.
Ali Özgüç