Allah (cc) kâinatta yarattığı her varlık için olmazsa olmaz temel esaslar koymuştur. Dolayısıyla sünnetullah gereği eşya, temelsiz var olamaz. Canlıların hayatı; susuz, havasız gıdasız olamaz… Bitkiler; susuz, topraksız, güneşsiz olamaz… Bir bina, yol, köprü temelsiz havada bina edilemez. Kısaca soyut, somut fark etmez, fiziki her eşya için bazı temel esaslar olduğu gibi, metafizik varlıklar için de temel bazı esaslar vardır. Tabi bu esaslar olmadan mezkûr eşyanın olması da mümkün değildir.
O halde; nice emeklerle elde ettiğimiz ibadetlerimizin heba olmaması için, yaptığımız ibadetlerin usul, esas, kaide ve kurallarını bilip tatbik etmek zorundayız. Aksi halde yaptığımız ameller heba olabilir.
Genel olarak her bir ibadet için iki yönlü temel esaslardan bahsedebiliriz. Bunlardan biri maddi/fizikidir ki her ibadetin şart ve rükünleri bu kısma girer. Namazın altı şartı ve altı rüknü gibi, oruç, hac ve zekâtın farzları gibi… Bu ibadetlerin her farzından birinin eksik kalması, o ibadetin geçersiz olması demektir. Ayrıca bu ibadetleri ifsat edecek her müfsitten de kaçınmak aynı derce zorunludur. Malumdur ki, bu müfsitlerden her biri de yapılan ibadeti heba eder. Düşünebiliyor musunuz, yaptığımız ibadetin tüm her şeyi tamam, ama bir rüknü eksik bırakmış veya ibadeti bozucu bir harekette bulunmuşuz. Bu durum verdiğiniz emeği, sarf ettiğiniz zamanı, icabında malı, serveti boşa çıkarıyor. Zira ibadetlerimizden bedeni olanlar var, mali olanlar var, hem mali hem de badeni olanlar var.
İkincisi de; metafizik olan esaslardır ki, başta sağlam bir iman, sahih bir akide… Sonra yapılan ibadetin, halisane Allah (cc) rızası için olması, huşu, hudur ve teslimiyetle ifa edilmesi… Her türlü fani, maddi ikballerden, riyadan, ücuptan, sümu’dan/desinlerden arı ve duru olması gerekir. Aişe (ra) annemiz şöyle buyururlar: “Zaman zaman Resulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğunda yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi. Ezan okunduğu vakit Allah’ınhuzuruna çıkacağı için etrafındakileri tanımaz hâle gelirdi!..” (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)
Mümkünse ibadetlerimizde Resulullah’ın (sav): “Allah’ı (cc) görüyormuş gibi ibadet etmendir! Sen O’nu göremiyorsan da O, seni görüyor ya!..” hadisinde beyan buyurulan “İhsan” hâlini yaşamaya çalışmak…
Başta iman olmadan, hiçbir salih amelin Allah (cc) katında bir geçerliliği ve değeri yoktur. İman sağlam olup, fiziki esaslar tam olsa da diğer metafizik esaslar eksik olsa, bu durumda ibadetimiz fıkhen geçerli olsa bile, Allah (cc) katındaki değeri tamamen zayi olabilir veya ciddi manada zedelenebilir. Başka bir deyişle, amellerimizin değeri, fiziki ve metafizik esasların tam ve sağlam olması oranındadır.
Tabi her ibadetin temel esasları olduğu gibi, ibadetlerin olmazsa olmaz ilk temeli olan imanın da ayrıca esasları vardır. Bunlar herkesçe malum olduğundan, kısaca hatırlamakla yetinelim.
İman: Lügatte doğrulamak, tasdik etmek, bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak yürekten inanmak anlamına gelir. Istılah olarak iman, Allah’a (cc) ve Resulullah’ın (sav) Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmaktır. İmanın esaslarına gelince; Efendimizin (sav) Cibril hadisi olarak da bilinen hadisi şerifinin, konuyla ilgili bölümü, bunu kısa ve öz bir şekilde ifade etmektedir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) gelip, imanın ne demek olduğunu sorana: İman, Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere (Hayır ve ser her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna) inanmaktır” şeklinde cevap vermiştir. Peygamberimizin bu hadisi, İslam’daki inanç temellerini göstermektedir.
Kısaca her ibadetin temel esasları vardır. Ve bu esaslar, değişik bakış açılarına göre farklılık arz eder. Dolayısıyla buraya farklı bakış açılarıyla birçok esas eklemek mümkündür. Ancak, kanaat’ımca bunlar içinde en çok üzerinde durulması gereken esas, ihlâs’tır. Dolayısıyla biz de bu esas üzerinde biraz daha detaylı durmaya çalışalım.
Amelin Ruhu ve Temeli İhlastır
Bir çiftçi, tarlayı sürüp, ekip, gübreleyip, ilaçlayıp bin bir emekle yetiştirdiği ekinini, daha sonra biçip harman yerine getirdiğinde, harmanı yansa ne kadar acı olur. Bir de bu çiftçinin kendi harmanını bizzat yaktığını düşünebilir misiniz?
Bahçe eken bir kimsenin hayali, yıllarca emekten sonra ağaçlarının meyvelerinden istifade etmektir. Tüccarın hedefi, ticaretinden ehlu iyalinin nafakasını sağlamak, eğer yapabilirse biraz da nesline miras bırakıp onları rahatlatmaktır. Aynı şekilde; her bir sanatkârın, akademisyenin, öğrencinin, öğretmenin, işçinin, işverenin, kısaca her insanın mutlaka bir hedefi vardır.
Her Müslümanın da; kıldığı namazlarından, tuttuğu oruçlarından, haccından, zekâtından, ma’rufu emredişinden, kötülükten sakındırmasından, tesettüre bürünmesinden, ilim öğrenip öğretmesinden, duasından, zikrinden, istiğfarından, kısaca her hayrı yaşamasından ve her şerden sakınmasından elbette kastettiği bir hedefi vardır. Ki bu da; Allah (cc)’nun rızasını kazanmaktır.
Dünyalık işlerimizle ilgili hedeflerimiz herhangi bir sebeple gerçekleşmediğinde, kaybımız sadece dünyayla sınırlı kalır ki, zaten dünya ve içindekilerin hepsi geçicidir. Ama Salih emellerimizin içine gösteriş ve riya karışması veya ihlastan arınıp başka gayeler için olursa, o zaman kaybımız uhrevi olur. Cenneti kaybetmekle kalmaz, cehennemi de boylayabiliriz.
Yanan harmanımızın, iflas eden ticaretimizin, kaza yapıp hurdaya çıkan aracımızın, dolu, sel vb. bir musibetle yok olan bostanımız, bahçemiz, bağımızın telafisi var. Kısaca dünyalık zararlar ne kadar büyük ve çok olsalar da çaresi var. Ama ahretin zararının telafisi yok. Mahşer günü ilahî mizanın bir kefesine hayrımız, diğerine günahımız konduğunda hayır kefemiz hafif çıkarsa, işte onun telafisi yoktur.
İhlasla yapılan küçük küçük ameller dahi amel defterimize kaydedilir ve ihlasımız oranınca ecirlenir. Nitekim birçok hadiste amellerin, kişinin ihlası oranında; 10-70-700 veya Allah’ın (cc) bildiği kadar katlanarak karşılık göreceği ifade edilmektedir. Yine ihlas ve niyet; yeme içime, uyuma, gezme gibi, mubah amelleri dahi ibadete dönüştürürken, ihlassız ve riya karıştırılmış nice büyük ameller ise, ber heba olabilir.
Bir mü’min diğer bir mü’min kardeşine selam vermekle, onunla musafaha etmekle, ona güler yüz göstermekle, bir öğütte bulunmakla sevap kazanır. Yoldan eziyet verici bir taşı, çöpü, çalıyı kaldırmakla sevap kazanır ve ihlası oranında sevabı çok olur. Hâlbuki meşhur hadiste (zengin, âlim ve mücahit) üç sınıf insan, en büyük amellerden üç amel işliyorlar, ancak ihlasla değil de; desinler diye yaptıklarından, amelleri boşa gitmekle kalmıyor, ayrıca sürüklenerek cehenneme atılıyorlar.
Başka bazı hadislerde mealen: ”nice namaz kılanlara yorgunluk, oruç tutanlara açlık, gece namazına kalkanlara uykusuzluk, zekât ve infakta bulunanlara fakirlikten başka bir şeyin kalmayacağı ve nice ihlastan uzak, riya ve gösteriş karışan amellerin, eski paçavra gibi sahibinin suratına fırlatılacağı” ifade edilir. Şu halde, nice emeklerle işlediğimiz amellerimizin ihlasla ve sadakatle olmasına dikkat edelim.
İmamı Gazali (rh.a) der ki: “amellerde ihlas bedendeki ruh gibidir. Ruhsuz beden et-kemik yığınından ibaret olduğu gibi, ihlassız ameller de manasız ritüellerden ibarettir.”
Şunu da unutmayalım ki, zaman zaman amellerimize belli oranlarda riya karışabilir. Bu esnada şeytan sağdan yanaşarak, o ameli terk etmemizi fısıldar. Hâlbuki amelimize riya karıştıran da şeytanın kendisidir. Yani şeytan, olmaz türlü hilelerle bizi Salih amellerden alıkoymaya çalışır. Bu hileye karşılık yapılması gereken; amelleri terk etmek değil, ısrarla amellerimize devam etmektir. Zira şeytanın tüm hilelerine karşılık yegâne savunmamız, ihlasla yaptığımız salih amellerimizdir. Bu amellere devam ettikçe imanımız güçlenecek, imanımız güçlendikçe, ihlasımız gelişecek ve derken şeytan bizden uzak duracaktır.
“Onların (kurbanların) ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin iyi niyet ve samimiyetinizdir” (Hac, 37)
De ki: “Kalplerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Zira O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Âl-i İmrân, 29)
“Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, Riyazus salihin h. No:8)
Selam… Dua…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?