Her dava ciddi bir fedakârlık gerektirir. Ulvi davalar, fedakâr, örnek şahsiyetlerin omuzlarında yükselir. Allah (c.c.) Hz. İbrahim’e, oğlunu feda etme emrini verince İbrahim, herhangi bir tereddüte kapılmadan bu yolda ilerledi. Allah (c.c.) onu sınamıştı ve bu büyük sınavdan Hz. İbrahim başarıyla çıkmıştı.
Resûlullah (s.a.s) ashabına, İslam söz konusu olunca fedakarlığın nasıl yapılacağını öğretmişti. Hz. Ebû Bekir herhangi bir tereddüt duymadan malını daha Mekke günlerinde feda ederek Müslüman olmuş köleleri satın alıp onları şirkin elinden kurtararak azad ediyordu. Mal ile fedakârlığın ilk numunesi oluyordu. Hz. Sümeyye, İslam davası söz konusu olunca canını vermekten korkmuyor, Rabbine şehadetle kavuşuyordu. Aynı fedakarlığı eşi Yasir de gösteriyordu. Hz. Ömer Müslüman olunca küfre meydan okuyor, İslam uğrunda verilen mücadelede korkmadığını ortaya koyuyordu. Hz. Ali, fedakarlıkta en ön saflarda yer alıyor, müşrikler tarafından öldürülme tehlikesi olmasına rağmen hicret için Mekke’den ayrılmış olan Resûlullah (s.a.s)’in yatağında yatıyordu. İslam’ın şan ve şerefle dolu tarihi bu şekilde fedakârlık örnekleriyle doludur.
Günümüz Müslümanları, İslam’ın tekrar en aziz günlerine dönmesini istiyorlarsa bu fedakarlıktan asla kaçınmayacaklardır. İslam davası söz konusu olunca yeri geldiğinde canını, vakti geldiğinde bütün malını, gerek hasıl olunca bütün vaktini feda edebilmelidir. Aksi takdirde davası zafere ulaşmaz ya da zafere giden yol geciktirilmiş olur. İslam’a davette öncü olan şahsiyetler bu konuda daha da önde olmalılar. Çünkü İslami hizmete kazandırmak istedikleri kimselerle alaka ve ilgilerinde bunu ortaya koymazlarsa muhatapları üzerinde samimi bir etki meydana getiremezler. Davetçi kimse, muhatabının sözden çok, fiil ve davranışlarla kazanılabileceğini çok iyi bilir. Kendisi zamanından fedakârlık yapmadığı halde İslam’a hizmete zaman ayırmaya dair seminer veren bir davetçi ne kadar başarılı olabilir ki? Kendisi maddi fedakarlıkta en ön safta yer almadığı halde başkalarını bu konuda fedakarlığa davet ederse sözleri ne derece etkili olabilir ki?
İslam, bizden İbrahimi bir fedakârlık istemektedir. Yeri geldiğinde maddi imkanları sırf rızayı Rabbani için sarf ederek, din-i mübin-i İslam’ın ilası için yaşadığı şehirden hicret edecek ve sadık insanları İslam’a hizmet davasına katabilmek için harekete geçecektir. Böyle bir fedakarlığa adım atmış olan bir davetçi bilecektir ki yaptığı bu fedakarlıktan dolayı Allah (c.c.) her sahada ona daha hayırlı kapılar açacak ve sonunda faizun/(kazanan) kimselerden olacağına olan imanında asla tereddüt göstermeyecektir. Allah’ın dini yücelsin diye yapacağı hicrette alacağı mükafatın büyük olacağına kendisini inandıracaktır.
İslam’ın tarihi bu konuda güzel örneklerle doludur. Hz. Ömer zamanında İslam fetihleri neticesinde onbinlerce insan başka coğrafyalara göç etmek zorunda kalmış ve neticede muhacir Müslüman nesillerin İslam dinini öğrenmeleri için öğretmen ihtiyacı hasıl olmuştu. Halife Hz. Ömer bu iş için başta Suriye ve Irak yönüne olmak üzere bazı sahâbîleri görevlendirir. Suriye için üç önemli isim tespit edilmiştir. Bunlar, sahabenin önde gelen isimleri olup Muaz b. Cebel, Ebu’d-Derdâ ve Ubade b. Samit’tir. Irak yönüne de aynı şekilde ashabın önde gelen isimlerinden Abdullah b. Mesud ve Ammar b. Yasir görevlendirilmiştir. Bu sahabilerden Ebu’d-Derdâ, Medine’de kalmak ister. Fakat Hz. Ömer’in kararı kesindir ve Suriye’de onbinlerce Müslümanın İslam’ın ilkelerini öğrenmesi zaruri bir hal almıştır. Neticede Ebu’d-Derdâ verilen karara rıza gösterir ve Suriye topraklarına yerleşir, orada yirmi yıl kadar İslami davetini en güzel şekilde ortaya koyar. Ebu’d-Derdâ ensardan olup Medineli bir sahabidir. Resûlullah’ın beldesinde kalıp orada yaşamayı tercih eden bir tavır sergiler, fakat karar kesindir ve İslami dava uğrunda hicret emri verilmiştir. Ebu’d-Derdâ bir daha Medine’ye dönmez ve orada vefat eder. Bu büyük sahabi güzel bir fedakârlık göstermiştir. Hicreti ne mal ne de evlenmek istediği bir kadın için değildir. Medine’den, yani ana-baba yurdundan ayrılış İla-yı kelimetullah içindir. Ebu’d-Derdâ sınavı kazanmıştır. Hicret etmekle en büyük mükâfata nail olmuştur. Davetini tamama erdirmekle de hicreti semeresini vermiştir.
Günümüz Müslüman davetçileri için Ebu’d-Derdâ’da büyük örnekler vardır. Ne dünyalık kaygısı ne rahat edeyim düşüncesi ne de başka bir şey, onu İslam için harekete geçmekten alıkoyamamıştır. Anayurdundan uzaklara gidişi Allah için olmuştur.
İslam’a hizmette her dava adamının şu hakikati iyi bilmesi icab eder: Sadık kimseleri bulup onları İslam’a davet kervanına katmanın yolu yeni coğrafyalara açılmaktır. Allah (c.c.) hicret edilen her yerde ihlas sahibi davetçilere yardım edecektir. Allah’ın sadık kulları bu yeni merkezlerde onların etrafında halka halka olacaklardır. Davetin muhlis elemanları on iken yirmi, yirmi iken kırk olacak ve her geçen süre zarfında İslam’ın yücelmesine gönül vermiş olanlar kat bekat artacaktır. Çünkü onlar yurtlarından ayrılırlarken sadece Rıza-yı Rabbani’yi talep edecekler ve yaptıkları İbrahimi fedakârlık asla boşa çıkmayacak, ilerleyen zamanda semeresini verecektir.
Tarih, fedakârlık timsali ulvi şahsiyetlerle doludur. Bunu ensâr ve muhacirin hayatında gördüğümüz gibi asrımızın İslam davetçilerinde de görmek mümkündür. İmam Hasan el-Benna sırf İslam’a daha fazla hizmet etme amacıyla öğretmenliği bırakınca kendisine neyle geçineceği hususu sorulduğunda Resûlullah’ın siretinden örnek vererek “Hatice’nin kardeşi” der ve bununla Resûlullah’a malıyla hizmet edenin Hz. Hatice olduğunu, kendisine yardım edecek kimsenin de kayınbiraderi olacağını dile getirir. Hz. Hatice bir eş olarak nasıl ki Resûlullah’a hizmet ettiyse, bir davetçinin zengin kayınbiraderi de İslami şuura sahipse İslami davete hizmet ederek büyük bir fedakârlık örneği gösterebilir. Buradan hareketle diyebiliriz ki İslam’a hizmet yolunda Hz. İbrahimi fedakârlık örnekleri var oldukça İslami sedamız etki sahasını daha da genişletmeye devam edecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?