Yüce Rabbimizin bütün insanlık için gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) başarılı olmak isteyenler için müstesna bir hayat bırakmıştır. Her şeyden önde o, her gününde “Allah’ım! Tembellik ve acizlikten sana sığınırım” duasını dilinden düşürmeyen bir peygamberdi. O, bunu söylerken İslam ümmetine kıyamete kadar geçerli olacak bir mesaj bıraktığı gibi başarıya giden yolu da çizmiş oluyordu.
Resûlullah (s.a.s.)’in hayatı üstün başarılarla süslenmiştir. Hayatının her safhası bir başarı destanıdır. Elbetteki o, başarısını önce Rabbine güvenerek, ona tevekkül ederek ve bunun yanında işin bütün maddi sebeplerini yerine getirerek gerçekleştirmiştir. Onun başarısı her müslüman fert için kelime kelime okunması gereken derslerle doludur.
Resûlullah (s.a.s.)’in başarısından dolayıdır ki onu, “İki günü birbirine denk olmayan Peygamber” diye isimlendirmek istiyoruz. Gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde ortaya koyduğu üstün başarı, vefatından sonra sahabe-i güzin tarafından da aynen devam ettirilmiştir.
Resûlullah (s.a.s.) ilahi mesajla muhatab olduğu daha ilk günlerde ilk başarısını Hz. Ebu Bekir ve Hz. Hatice gibi iki güçlü ve etkili insanın İslam’a ihtidasıyla gerçekleştiriyordu. Çok geçmeden Hz. Ali ve Zeyd de İslam’a girdiler. Ardından Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebu Vakkas, Talha b. Ubeydullah ve daha nice öncü sahabiler bu ilkler kervanına katıldılar.
Onun Hz. Ebû Bekir üzerinden gerçekleştirdiği ikinci bir başarısı Hz. Ebû Bekir’in maddi imkanlarını ihtidâ etmiş olan kölelere harcamasıydı. Müslümanların sayısı o günde azdı ve güçlenmeleri gerekiyordu. Müslüman olmuş olan köleler İslam’a girerek Müslümanların saflarının kavi olmasını temin ettiler.
Mekke’deki bir diğer üstün başarısı ise davetini beş yıl kadar gizli bir şekilde yürütmüş olmasıydı. Çünkü müşrik gözlerin bu davaya muttali olması tehlikeleri sonuçlar doğurabilirdi. Bu süre zarfında Müslümanlar çok usta bir şekilde Erkam’ın evini bir karargah gibi kullandılar ve müşriklerin gözlerinden uzak bir şekilde bu dinin esaslarını öğrenme yoluna gittiler.
Nebevi hareket yerinde durmuyordu. Gelen günler her geçen günden daha bereketli bir hal alıyordu. İslam’ın gür sedası kalpleri fethediyor ve başarı hamleleri müşrikleri çileden çıkarıyordu. Resûlullah (s.a.s.)’in, iki Ömer’den birinin Müslüman olması hususundaki duası Allah Teala tarafından icabet buluyor ve Hattab’ın oğlu İslam’la izzete kavuşuyordu. Resûlullah (s.a.s.)’in Mekke’deki üstün başarılardan biri de davasının Ömer gibi güçlü bir şahsiyetin İslam’a girmesiydi. Ömer’in Müslüman olması Mekke devrinde yeni bir çığır açmıştı. O da İslam’ın alenen sokak sokak, mahalle mahalle, meydan meydan her yerde sedasının yankılanması, Ömer gibi bir zatın müşriklere meydan okumasıydı. Müslümanlar onun İslam’a girmesiyle güçlendikleri gibi, son derece sevinmişler ve hepsinden önemlisi müşrik safların en önemli adamlarından biri kaybedip karşı tarafta yer alan Müslümanların böylesine güçlü bir şahsiyeti yanlarına çekmesiydi. Elbette ki her şey Allah’ın takdirindedir. Bununla beraber maddi sebeplerin yerine getirilmesi, insan gücü bakımında Müslümanların ilerlemiş olması önemi bir husustu.
Resûlullah (s.a.s.) yerinde durmuyordu. Mekke’ye hac niyetiyle gelen çevre kabilelere İslam’ı anlatıyor, gelen günün geçen günden daha bereketli olması yolunda azami gayret sarf ediyordu. “Birilerinin ihtida etmesine vesile olurum” düşüncesiyle hareket eden Hz. Peygamber, Taif’e gitmek ve orada insanları İslam’a davet etmekle aynı şekilde bir başarı elde etti. Her ne kadar taşlanmış ve kovulmuşsa da Allah’ın dinin tebliğ edebilme onun açısında büyük bir başarı olmuştur. O, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş, işin sonucunu Allah’a havale etmiştir. Onun ve yanında onu savunmak ve muhafaza etmek niyetiyle bulunan Zeyd b. Harise de aynı başarıyı elde etmiştir. Çünkü o da bu yolda yara-bere içinde bırakılmış, son elçinin davetine destek vererek tebliğ vazifesinde yer almıştı.
Onun ilahi mesajı daha ileri götürmek niyetiyle çaba sarf ettiği Mekke günlerinde Rabbi tarafından gece vaktinde yürütülmesi, oradan da miraca çıkarılması dava açısından önemli olmuştur. İşkence ve baskıların arttığı bir ortamda Resûlullah’ın böyle bir mükafatla taltif edilmesi, Rabbinin onu kendi katına çağırması onun maneviyatına katkı yapması açısından kayda değer hadiselerdir. Allah’ın ona günde beş vakit namazı hediye etmesi mükafatların en büyüklerinden olmuştur.
Resûlullah (s.a.s.) “başarı ve hep bir adım ileri” şeklindeki stratejisinin en büyüğünü hicrette ortaya koymuştur. Hicret başarı konusunda başlı başına bir hadisedir. Müşriklerin yüz deve vadettikleri yakalama ya da cesedini getirme şeklinde mani olmaya çalıştıkları bu önemli hadise, Resûlullah (s.a.s.)’in üstün stratejisi ile boşa çıkarılmış, bununlar beraber o, Hz. Ebû Bekir ile birlikte dünya tarihinde eşine az rastlanan bir başarıya hicretle imza atmış oldu. Hicret projesinin baştan sona, hemen her merhalesi bir zafer niteliğindedir. Bu yönüyle hicret, Resûlullah (s.a.s.)’in hayatında en etkili sonuçlar doğurun başarı nümunesi olmuştur.
Müslümanların Medine’ye yerleşmesinden sonra başarının ikinci devresi başlamış oluyordu. Resûlullah (s.a.s.) hicretle birlikte Mekke dönemini kapatmış, bir cihad dönemi olan Medine devresini başlatmıştır. Mekke’de en büyük başarısını iman ve akidede sebat ameliyesiyle sergilerken şimdi Medine’de cihad ve şehadet gibi iki büyük girişimle yeni bir başarı dönemini başlatıyordu. Bu dönemde sadece Medine şehriyle yetinilmemiş İslam’ın Arap yarımadasının bütün beldelerinde yayılması uğrunda üstün çabalar sarf edilmiş ve nihayetinde her bir hedef en güzel şekilde başarıya ulaşmıştır.
Medine döneminde mescidin inşası ve Müslümanların İslam kardeşliğinde buluşmaları, her bir muhacirin bir ensari ile kardeş kılınması bu dönemin en önemli başarıları olmuştur. Çünkü mescid ile bir toplum eğitilecekti ve muahat ile de müşriklerin karşısına bir binanın taşları gibi birbiriyle kenetlenmiş olan Müslüman erler cihad meydanlarına yürüyecekti. Mana aleminde çok ciddi şekilde yoğrulmuş olan Müslüman ruhlar, müşriklerin manen felç olmuş ruhlarını herc-u merc ederek gelecekte dönemin devasa güçlerini yerle bir etmenin de müjdesini veriyorlardı. Gerçekten de Resûlullah (s.a.s.)’in yanında daha ilk günlerden beri en ön saflarda yer almış olan iki güzide şahsiyet Ebu Bekir ve Ömer, Resûlullah (s.a.s.)’in geride bıraktığı davayı daha uzaklara üstün bir başarı ile götürdüler. Onların bu denli etkili başarıları, elbetteki Medine günlerinde seriyye ve gazalarla elde ettikleri cihad eğitiminden başkası değildi. Çünkü başlarındaki komutan Hz. Muhammed (s.a.s.) idi ve bu komutan bu hayata veda ederken geride Ebu Bekir ve Ömer gibi çok kavi iki komutan ve lider bırakmıştı.
Resûlullah (s.a.s.)’in yirmi üç yıllık mücadelesini göz önünde bulundurduğumuzda başarısındaki en büyük sırrın hep hareket halinde olması, her gelen bir günün her geçen günden daha farklı olmasında yattığını görmekteyiz. O iki günü denk olan bir Müslümanı ziyanda kabul etmiştir. Bu yüzden hayatının her safhasında bir başarı, her girişiminde bir zafer görmek mümkündür.
O tüm insanlar için başarı ve zafer hususunda en önemli mesajı bıraktı. Ümmet olarak bu mesajı anlamada en hak sahibi olanlar bizler olmalıyız. Çünkü ortada bombalar altında yok edilmeye çalışılan bir ümmet ve maddi kaynaklarına el uzatılmış bir İslam coğrafyası var. İçinde bulunduğumuz vaziyet, bütün acı yanlarıyla gözler önünde. Bununla beraber bütün insanlığın muhtaç olduğu ilahi kurtuluş reçetesini sunacak olan mesajı ellerinde bulunduranlar sadece ve sadece Müslümanlardır. O halde Müslümanlar olarak Resûlullah (s.a.s.)’i anlama ve öğretilerini hayata geçirme konusunda en çok çalışacak ve başarıya odaklanacak olanlar da bu ümmetin fertleri olmalıdır. Şayet yarınımız bu günümüzden daha verimli ve bereketli olmayacaksa İslam’ın zafere ermesi noktasında istenen merhale ve kıvamda olduğumuz söylenemeyecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?