Ahlak; kişide huy olarak bilinen, iyi ve güzel olan niteliklerdir. İmam Gazali bizlere ahlakı şöyle tanımlar: “Nefiste yerleşmiş bir melekedir. Ondan herhangi bir fikri zorlama olmaksızın (insan) eylemleri kolaylıkla ortaya çıkar.”
Ahlak demek ki sonradan kazanılacak bir haslet değildir. Karaktere ilmek ilmek işlenmiş, insanın iç derinliklerinde var olan ve ihtiyaç dahilinde kendiliğinden ortaya çıkan fıtri bir duygudur.
İslam dininde ahlak konusu her zaman geniş bir yer tutmaktadır. Çünkü ahlak, İslam dinin adeta özü konumunda, imanın pratiği ve yaşama bakan yüzüdür. Bütün esasların da asli unsurudur. İslam dininin emir ve yasaklarının da nihai hedefi insanları ahlaklı kılmak, insanları olgunlaştırıp insan-ı kâmil derecesine ulaştırmaktır.
Peygamber Efendimiz (sav): “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” diye buyurmaktadır. Rasulullah (sav) Kur’ân ahlakı olan yaşantısıyla hayatımıza yön verip rehberlik etmektedir.
Kadim ilim erbabları İslam ahlakından bahsederken ahlakı şöyle sınıflamışlardır:
1-Hikmet
2-Adalet
3-Cesaret
4-İffet
İffet; her türlü aşırılık, dengesizlik, ölçüsüzlükten uzak durmak, özellikle cinsi-şehevi arzuyu şer’i sınırlar ve ahlaki değerler açısından kontrol altında tutmaktır. İffet bir bakıma denge unsurudur. Ayrıca iffet imanın bir şubesi olarak da zikredilir.
İffet hem ferdi hem de içtimai yönü olan bir erdemdir. Rabbimizin emir ve yasaklarına uyma yönüyle ferdi, toplumun erdemle yaşanılır kalabilmesini sağlama yönüyle de içtimai yönü bulunmaktadır.
İffetin beslendiği, kaynağını aldığı ona şekil verip rıza-i ilahi çemberinde tutan iki önemli manevi güç vardır. Bunlar iman ve ahlaktır. İman ve ahlakın olmadığı yerde bizler iffettin varlığından söz edemeyiz. İffeti koruyan manevi kalkanlar iman ve ahlaktır.
Dünya hayatında iman ile Allah’ın boyasına boyanıp iffet zırhını giyen kulu elbette Rabbi yalnız bırakmayacaktır. Hatta zamanın azgın firavununa karşı onu rahmeti ile koruması altına alacaktır.
Bir iffet timsali şahıs Hz. İbrahim’in eşi Sare validemiz.
Firavunlar Mısır ülkesini idare ediyordu. Bunlar zalim ve kibirli kimselerdi. Huduttan yabancı ve güzel bir kadın şehre girdiği zaman hemen Firavun’a bildirilirdi. Evli ise kocası öldürülür, eğer erkek kardeşi varsa kadın ondan istenirdi. İbrahim (a.s), yanında Sare validemiz olduğu halde huduttan geçince yine saraya haber gitti. Cemal sahibi bir kadının Mısır’a girdiği bildirildi. Sare validemizi alıp saraya götürdüler. Bu hususla alakalı bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:
“Sare saraya girince, hemen iki rekât namaz kılmak üzere huzur-ı ilahiye durdu. Namazı bitince Cenab-ı Hakk’a şöyle iltica etti: ‘Allahım! Ben, sana ve senin peygamberine inanmış, iffetimi de zevcimden başkasına karşı titizlikle korumuş bir kulun isem, şu kafiri bana musallat etme.’
Firavun, Sare’nin yanına yaklaşmak istedi. Birden nefesi kesildi. Felç oldu. Bu durum birkaç defa tekerrür etti. Nihayet Firavun, korkusundan onu serbest bıraktı. Cariyesi Hacer’i de ona hediye etti.”
Ayet-i kerimede Rabbimiz, mümin erkek ve kadınlara gözlerini haramdan sakınsınlar diye ilahi ikazda bulunuyor. Kalbinde iman olmayan biri bu ayeti nasıl idrak edip yaşayabilir ki? Bu ayete nasıl teslim olabilir? İffetli kalabilmeyi anlamlandıran imandır. Yoksa hadiste verilen müjdeye nail olmak için kimler koşturabilirdi?
Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve namus koruma sözü verirse ben de ona cennet sözü veriyorum.”
İman değil miydi kişiyi hayasızlık ve iffetsizlikten koruyan…
Kuran-ı Kerim’de ahsenül kıssa diye zikredilen kıssada rabbimiz iffet abidesi Hz. Yusuf’u gözlerimizin önüne sermektedir. Ne yazık ki çağımızın insanları iffeti, sadece kadınlara has bir haslet gibi göstermeye çalışsalar da rabbimiz iffet konusunda kadın erkek ayrımı yapmaksızın iman ehli kadın ve erkeğe yakışan en güzel haslet olarak bizlere sunmaktadır.
Güzelliği ile baş döndüren, nefisleri kabartan Hz. Yusuf’un önüne dünyalık haramlar dizilmişti. Lakin nefsani arzularını elinin tersi ile itip nefsin esaretinden Rabbine koştu Hz. Yusuf. Öyle bir koşma ki iffetsizliktense zindan esaretine talip oldu. Dünyanın geçici heva ve heveslerine sırtını döndü Rabbine sığındı. Peki Hz. Yusuf’un, uğruna gömleği arkadan yırtılıp Rabbiyle onu buluşturan imanı değil miydi?
Asrın Yusufları değiliz ama Yusuf olmaya talip olmalıyız.
Yaşadığımız çağın her anını iffetsizlik sarmaşığı sarmışken bize düşen Yusuf misali nefsin esaretine yenik düşmemek. İffetsizlik tuzağının girdabında dolaşmadan gözlerimize, kalbimize, adeta tüm azalarımıza iffet perdesi ile sarmamız gerekmektedir. Haramlara giden yollar da haramdır. İffetsizliğe giden yol da iffetsizliğin başlangıcıdır.
Bugün dönüp içinde yaşadığımız toplumumuza bakacak olursak şu anda kötülüklerin artmasının, haramların rahatça meşrulaşmasının, aile kalelerimizin surlarında bu kadar gediklerinin açılmasının en temel sebebi iffeti kaybetmiş olmamızdır. Biraz düşününce şu sorular aklımıza geliyor?
-Acaba biz hangi temel taşlarımızı yitirdik?
-Delinen surlarımızı onarmaya geç kalmadıysak, nereden başlamalıyız?
İşte de tam da bu vakitte iman devreye giriyor.
İlk adım, ihlaslı bir iman.
Ama teslimiyet içeren, iffetsizliktense zindanları gülistan bağı gibi gösterebilen bir iman.
Kalplere kök salmış, ruhları sarıp sarmalamış bir iman.
Ve imanla beraber ona yoldaş olan İslam ahlakının zırhı.
Kalplerimizin derinliklerine imanı yerleştirip Kur’ân ahlakının zırhını da giyersek hangi iffetsizlik bizi yıkabilir ki? İşte o vakit Rabbimizin Kur’ân’da övdüğü takva elbisesini giyen ehilden olmuş oluruz.
Rabbim! Resullah’ın (sav) duasıyla sana niyazda bulunuyoruz:
“Allah’ım, senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?