Medeniyetimiz “İnanç, Ahlak ve Adalet” üzerine bina edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ile başlayan bu süreç, Raşid Halifelerle de devam etmiştir. Ve Ömer b. Abdülaziz… Anne tarafından dedesi olan Hz. Ömer (ra)’in sadece ismini değil, kişiliğini ve ahlakını örnek alıp Raşid Halifeler listesinin beşinci sırasındaki yerini almıştır. Hz. Ömer (ra); halifeliği esnasında gizlice yaptığı bir gece teftişinde annesinin zorlamasına rağmen süte su katmayan ve ‘ Halife bizi görmüyor ama Halifenin Rabbi bizi görüyor’ diyen iman sahibi bir kızı oğluna alır ve onun da bir kızı olur… Bu kız ise, Emevi hanedanına mensup Abdülaziz b. Mervan ile evlenip Ömer b. Abdülaziz’in annesi olacaktır.
Hz. Ömer b. Hattab (ra)’ın ‘Benim neslimden, eşecci (yüzünde yara izi bulunan) bir kişi gelecek ve yeryüzünü adalet ile dolduracak!’ müjdesini bilen Abdülaziz, küçük Ömer’in Şam’daki Emevi sarayında oynarken bir at tekmesiyle yüzünün kanlar içinde kalmasına üzülmemiş, aksine sevinmiştir. Onu ilim öğrenmesi için büyük âlimlerin, sahabe ve tabiinin olduğu Medine’ye göndermiştir. Başta Salih b. Keysan olmak üzere, nice büyük âlimden İslami terbiye ve dersler almıştır. Aldığı bu terbiye öyle muazzamdı ki; saçlarıyla meşgul olduğu bir vakit, cemaat namazına yetişememiş ve hocası Salih b. Keysan babasına mektup yazarak onu şikâyet etmişti. Baba Abdülaziz cevabi mektupta saçlarının derhal kazıtılmasını istemiş ve bu isteği yerine getirilmişti. Genç Ömer buna içerlememiş ve ilerki zamanlarında hocasının ‘Kalbinde Allah korkusunun bu kadar yerleştiği başka bir kişi bilmiyorum’ övgüsüne mazhar olmuştu.
Marifet gördüğüne inanmak değil, inandığını görebilmektir… ‘Allah’ım! Ömer senin rahmetine mazhar olmaya layık bir adam değildir. Ama senin rahmetin, Ömer’e ulaşacak kadar geniştir’ duasını söyleyebilecek kalitede mübarek bir şahsiyettir. Ömer b. Abdülaziz… Kendisini ilme ve ibadete veren, makam ve mevkiden olabildiğince uzak kalan Ömer, babası Abdülaziz’in vefatı üzerine Şam’a gelir. Amcası Halife Abdülmelik b. Mervan, yüksek ahlak sahibi yeğenini edep ve sabır timsali kızı Fatıma ile evlendirir. O da vefat edince oğlu Velid b. Abdülmelik Halife olur. Velid ısrarla onu Medine’ye vali olarak göndermek istese de Ömer bunu kabul etmez. Halife ve beraberindekilerin dünyaya olan düşkünlüğü ve halka yaptıkları zulümleri engelleyemeyen ve manen sıkıntıda olan Ömer, huzur bulacağını düşündüğü Medine’ye vali olarak gitme teklifini nihayet kabul eder. Medine’ye geldiğinde âlim ve muttakilerden oluşan bir danışma meclisi oluşturarak onlara şunu der:
‘Ben sizi, adalet ve hak ölçülerine riayet etmemde bana yardımcı olmanız ve istişare için çağırdım. Sizin görüşlerinizi almadan hiçbir konuda hüküm vermek istemiyorum. Eğer memurlarımdan birinin halka zulüm yaptığını görürseniz, bu durumu bana bildirmenizi hak namına sizden istiyorum!’
Medine, yeni valinin gelişiyle huzura kavuşmuştu. Fakat diğer İslam beldelerinde durum tam tersi idi. Özellikle Irak Valisi Haccac b. Yusuf, halkı kıyımdan geçiriyordu. Bu yüzden zulme uğrayanlar, Medine’ye sığınmaya başladılar. Ömer onları kollayıp gözetti. Bu durum zalim Haccac’ın hoşuna gitmedi ve Halife’ye bir mektup yazarak Medine valisini şikâyet etti. Haccac’ın askeri gücünden çekinen Halife, Ömer b. Abdülaziz’i azlederek Şam’a çağırdı. Hz. Peygamber’in şehrini terk ederken Ömer’in gözleri dolmuş ve yardımcısına şöyle demişti:
‘Ey Müzahim! Medine’nin kabul etmeyip dışarı attığı kimselerden olmaktan korkarız. Biz bu şehirden ne güneş ne de ay için ayrılıyoruz. Bir olan Allah adına burayı terk ediyoruz’
Medine’de iken sahabilerin büyüklerinden Enes b. Malik (ra) hayatta idi. O, Ömer için şu ifadeyi kullanmıştı:
‘Resulullah (s.a.s)’den sonra Medine’deki idarecilerden Ömer b. Abdülaziz dışında Resulullah’ın namazına benzeyen bir namazı hiçbir imamın arkasında kılmadım’
Şam’a giderken kendisine Halife’nin zarar verebileceğini söylediklerinde o korkmadan saraya gitmiş ve şu duayı yapmıştı:
‘Irak’ta Haccac, Şam’da Velid, Mısır’da Kurra b. Şerik, Medine’de Osman b. Hayyan ve Mekke’de Halid b. Abdullah zulüm yapıyorlar. Allah’ım! Dünya zulüm ve cebr ile doldu. İnsanları sen kurtar!’
Çok geçmeden (bed)duası kabul oldu. Halife Velid ve Haccac öldüler. Diğerleri de azledildiler. Kayınbiraderi Süleyman b. Abdülmelik Halife oldu. Diğerleri kadar gaddar olmasa da gösteriş ve şaşaa meraklısı Halifenin yaptığı en iyi şey, Ömer’i kendine danışman yapması idi. Bu sayede Halifenin bazı yanlışlarını düzeltebiliyordu. Süleyman ölüm döşeğine düştüğünde son derece zeki biri olan Reca b. Hayve ismindeki bir başka danışmanı, Halifeye bir teklif sundu. Kendisinden sonra yerine Ömer b. Abdülaziz’in geçmesi gerektiğini ve Emevi ailesinden bu işe daha layık biri olmadığını öğütledi. Süleyman bunu kabul edip bir ferman yazdırdı. Halife vefat ettikten sonra Reca, Ümeyyeoğullarını topladı ve yeni Halifeyi ilan etti. Emevi ailesinden bazıları karşı çıktılarsa da Reca b. Hayve’den korkup herhangi bir müdahalede bulunamadılar. Ömer b. Abdülaziz ise bu ağır görevi kabul etmedi. Halka bir hutbe irad edip bu göreve seçimle gelmediğini ve kendisini mazur görmelerini istedi:
‘Ey insanlar! Halife tayin edilmem, görüşüm alınmadan ve Müslümanlara danışılmadan gerçekleştirilmiştir. Halifeyi kendi isteğiniz doğrultusunda seçmenizi istiyorum’ diyerek camiden çıkmaya çalıştı. Halk, bu muazzam adalet karşısında sesini yükseltti ve kendisini Halife olarak görmek istediklerini söylediler. Tekbirler eşliğinde ve çaresiz bir şekilde bu görevi kabul etmek zorunda kaldı.
Yeni Halife Ömer b. Abdülaziz işe önce ailesinden başladı. Hanımına:
‘Ey Fatıma! Halife olmamdan dolayı seni ve çocuklarımı ihmal etmekten korkuyorum. Bu yüzden üzerimde hakkının olmaması için, babanın evine şimdi gidebilirsin. Ama eğer bu evde kalacaksan, babanın ve diğer akrabalarının sana hediye ettikleri tüm malları senden alıp Beytülmal’e bırakacağım!’
Kendi ailesinin mallarını devlet hazinesine katmakla kalmadı, Ümeyyeoğulları’nın halktan gasp ettiği tüm ‘mezalim malları’nı sahiplerine iade etti. Bunun için bir komisyon kurdu ve ülkenin her yerine haber saldı. Uzak diyarlardan gelen hak sahiplerinin yol masraflarını bile devlet hazinesinden karşıladı. Fetihlerle iyice genişleyen İslam topraklarının sınırları Endülüs’e kadar uzanıyordu. Halife Ömer yeni fetih hareketlerinden ziyade, var olan İslam topraklarında adaleti ve huzuru getirmek için çabaladı. Bir keresinde kendisine Kıbrıs adasının muhakkak fethedilmesi gerektiği söylendi. Vakit kıştı, bu yüzden reddetti:
‘Vallahi benim için bir tek Müslümanın hayatı, bütün Akdeniz’den ve Kıbrıs’tan daha değerlidir!’
Halka zulüm yapan tüm valileri azletti. Bazılarını tutuklattı ve adaletin önüne çıkardı. Yerlerine adaleti ayakta tutan valiler atadı. Onlara nasihati şöyle idi:
‘Sizden önceki valiler zulüm, haksızlık ve düşmanlıkta hangi seviyeye çıkmışlarsa, siz de adalet, ıslah ve iyilikte o seviyeye çıkın!’
Emeviler, Hz. Ali (ra) Efendimize cuma hutbelerinde lanet okuturlardı. Halife Ömer bu çirkin âdeti kaldırdı ve hala uygulanan bir uygulama ile şu ayetin okunmasını emretti:
‘Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’ (Nahl, 90)
Emevilerin kötü bir uygulaması da, sonradan Müslüman olanların zımmiler gibi vergi vermeleri mecburiyeti idi. Ömer bu uygulamayı kaldırdı. Valiler, zımmilerin vergi vermemek için çok yoğun bir şekilde Müslüman olduklarını, bu şekilde devam ederse vergi veren zımmilerin kalmayacağını ve devlet hazinesinin çökeceğini haber verdiler. Halifenin cevabı kısa ve öz idi:
‘Şüphesiz ki Yüce Allah, Resulullah aleyhisselam’ı davetçi olarak göndermiştir, vergi toplayıcısı olarak değil!’
Valilerin endişelerine rağmen zekât ve cizye gelirleri öylesine arttı ki, devlet hazinesinde yer kalmadı. Fazla olan mallar meydanlara serildi. Halktan fakir kimse kalmadığı için, gelip alan olmadı. Borçluların borçları kapatıldı fakat yine fazlasıyla mal kaldı. Evi, atı ve ev için gerekli eşyası olmayanlar ihtiyaçlarını aldılar, yine de kaldı. Yakın veya uzakta yaşayan gayrı müslimlere ulaştırılmak üzere kalan malı gönderdiler.
Hilafet sınırları içindeki her bir görme engelliye, maaşı devlet hazinesinden karşılanmak üzere bir yardımcı tayin etti. Aynı şekilde yine maaşı devlet tarafından ödenmek üzere, her bir hasta için bir bakıcı atadı. Ülkenin dört bir yanında yaşayan kimsesiz çocukları belirleyip onların geçimlerini devlet garantisi altına aldı. İslam’daki sosyal adaleti öylesine zirveye taşımıştı ki, sütten kesilme çağındaki çocukları tespit ettirip onlara aylık bağlatmıştır. Kadınların çocuklarını erken sütten kestiğini gören Halife, bu uygulamayı değiştirmiş ve aylığın doğar doğmaz verilmesini emretmiştir. Devlet hazinesinden köleleri azat etmiş, hacca gitmek isteyip de imkân bulamayan fakir Müslümanlara yüzer dinar para yardımı yapmıştır. Hacca giden Müslümanların konakladıkları yerlere, hacıların ihtiyaçlarını karşılamak üzere görevliler tayin etmiştir. Ömer b. Abdülaziz’in adaletinden hayvanlar bile paylarını almışlardır. Hayvanlara eziyet edilmemesini, taşıyabildiklerinden fazlasının yüklenilmemesini, bu hükümlere uymayanların tespit edilip cezalandırılmasını emretmiştir.
Birgün yardımcısı Müzahim ve atıyla beraber yürürken Halife:
‘Ey Müzahim! İnsanların hali nasıl?’ diye sordu. Müzahim:
‘Ey Emirü’l-Mü’minin! Vallahi sen, ben ve şu at dışında bütün insanların hali çok iyidir!’ diye cevap vermişti.
Bir gün tebdil-i kıyafet yapıp halkın arasına karıştı. Bir yolcuya yaklaşarak sordu:
‘Sen memleketinden ayrılırken insanlar ne haldelerdi?’ Adam:
‘Ben memleketimden ayrılırken zalimler alçak ve mağlup, mazlumlar ise muzaffer ve galip; zenginler varlıklı, fakirler ise destek gören ve yardım edilen bir haldeydi’ dedi. Halife Ömer, kendisiyle konuşan adam gözyaşlarını görmesin diye hızlıca oradan uzaklaştı.
Dönemin âlimleri; Velid b. Abdülmelik’in büyük binalar inşa ettirmekle meşgul olduğunu, bu durumun halka yansıdığını ve bir araya geldiklerinde inşaatlardan bahsettiklerini, Süleyman b. Abdülmelik’in ise nefsine çok düşkün biri olduğu ve israf yaptığını, onun döneminde insanların nefsi arzulardan bahsettiklerini, Ömer bin Abdülaziz döneminde ise birbirlerine ‘Bu gece Kur’an’dan ne kadar ezberledin? Teheccüd namazını kıldın mı? Kur’an’ı kaç günde hatmediyorsun? Ayda kaç gün oruç tutuyorsun?’ gibi sorular sorduklarını rivayet ederler.
Şu olayın ise dünya tarihinde bir benzeri yoktur: Halkı Müslüman olmayan Semerkant şehrinden bir grup, bir gün Halifenin huzuruna çıkarlar. Önceki halifenin döneminde İslami usullere göre şehrin fethedilmediğini, İslam’a davetin ve cizye vermenin teklif edilmeden şehrin Müslümanlar tarafından alındığını söylerler. Halife olayı tetkik eder ve doğru söylediklerini görür. Bunun üzerine valiye, Müslümanların şehri terk etmelerini mektupla bildirir. Müslüman askerler şehirden ayrılmak üzere iken, Semerkant halkı bu muazzam adalet karşısında Müslüman olurlar ve ordunun ayrılmasını istemezler.
Allah’ın lütfu ve takdiridir ki; Kur’an-ı Kerim’in bir araya toplanmasında dedesi Hz. Ömer b. Hattab’ın (ra) önemli bir rolü olduğu gibi, İslam’ın ikinci büyük kaynağı olan hadislerin toplanması (tedvin) işi de Ömer b. Abdülaziz’e nasip olmuştur.
Ömer b. Abdülaziz (ra), Emevi ailesinden kendine düşmanlık yapan birileri tarafından zehirlenmiştir. Adil Halife, zahid şahsiyet, büyük müceddid Ömer b. Abdülaziz, hicri 101, miladi 720 yılında vefat etmiş, toplam 29 ay Halifelik yapmıştır. Vefat ettiğinde 39 yaşındaydı. Bizans İmparatoru 3. Leon bile vefat haberini aldığında ağlamıştır. Ona niçin ağladığı sorulduğunda:
‘Tanrı’ya yemin olsun ki, gerçekten benzersiz bir adaletin sahibi olan bir hükümdar vefat etmiştir. Manastırına kapanıp da Tanrı’ya ibadet eden bir rahip için insanların hayranlık duyması yersizdir. Asıl hayranlık duyulması gereken kişi, bütün dünyanın imkânları elinin altında olduğu halde onlara bir kez olsun dönüp elini uzatmamış olan Halife Ömer b. Abdülaziz’dir.’
Bu ulvi şahsiyetin değerini hakkıyla anlatmanın zorluğunu bildiğimizden, kendisine af ve mağfiret dileyelim ve hayatı boyunca kendisine prensip olarak gördüğü ve sürekli tekrar ettiği şu ayetle yazımızı bitirelim:
‘İşte ahiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseye veririz. En güzel akıbet, takva sahiplerinindir.’ (Kasas, 83)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?