ABD’deki ırkçılık karşıtı gösteriler, adeta bir kalkışma ve isyana dönüşmüş durumdadır. Bir kere ABD, ilk gününden işe işgalle başlamış ve kıtanın asıl yerli halkı olan Kızılderililerden 30-40 milyon insanı katlederek ülkeyi bu kanın üzerine kurmuştur. Sonra insan gücü boşluğunu doldurmak için Afrika kıtasından milyonlarca insanı vahşi hayvanlar gibi avlayarak köleleştirmiş ve ABD’ye taşıyarak varlığını devam ettirmeye çalışmıştır.
Tabi bu köleleştirme esnasında, kaç milyon insanın kanına girdiler? Gemilerle balık istifi yapılan taşımalarda; açlık ve hastalıklardan dolayı kaç milyon insan heba oldu? Tüm bunlar sadece küçük tarihi bilgiler ve rakamlar olarak kaldı. Hür tarih tüm bunları bir gün gerçek yüzüyle yazar mı? Göreceğiz. Bu konuyu anlatan “Kökler” ve “Köle İsaura” dizilerinin internetten yeni nesle tanıtılması önemlidir. Kimi TV kanalları, Hintlilerin dandik dizileri vb. abur cubur yerine, bu vb. dizileri gündeme alsa çok daha iyi olur.
ABD ve batı ülkelerindeki gösterilerin temelinde ne gibi hinlikler var? Küreselci zalimlerle ulusalcı zalimlerin hesaplaşması mı? Korona virüsün üretilip piyasaya sürülmesi de aynı sebepten mi? Yakındaki ABD seçimleri öncesi karşılıklı operasyonlar mı? Derin baronların pasta paylaşımındaki anlaşmazlıklar mı? Tüm bunların hepsi ayrı ayrı tartışılması gereken konular…
Ancak halen devam eden bu gösteri ve yağmaların oluşum ve gelişiminin temelinde şöyle veya böyle ırkçılık vardır. Irkçılık, batının adeta kanına karışmıştır. Burada ilahi adaletin bir tezahürü de vardır ki, o da ayrı bir konu. Yani batı, İslâm diyarını yıllardır ırkçılık vb. tefrika vesileleriyle paramparça yaptı. Bununla da kalmayarak iki asra yakındır, aynı parçalama üzerinden işgal sömürü ve talanlarını yürütmeye devam ediyordu. Şimdi ilahi adalet tecelli etti ve batı birazcık kendi planı olan ırkçılık çukuruna düşmüş oldu.
Bu gelişmeler bir kez daha gösterdi ki ırkçılık, sadece bizim başımızın belası değildir. Irkçılık insanlık tarihi boyunca tüm insanlığın baş belası olmaya devam etmiştir. Ancak hiçbir dönemde son dönemlerde yaptığı tahribatı yapamamıştır. Özellikle İslâm ümmetine olan tahribatı, çok daha çetin olmuştur. Şu anda Suriye vb. İslâm coğrafyasında yaşanan olayların elbette birçok sebebi var… Ancak bunun en etkin, en derin ve en büyük sebebi, ırkçılıktır.
Bu ümmet, Emevi-Abbasi kavgalarını, Moğol, Tatar istilalarını, birçok taht kavgaları ve irili ufaklı on sekiz haçlı savaşını atlatmış, sendelemiş ama yıkılmamıştır. Ancak ırkçılık belasını atlatamamış, yenik düşmüştür. Batının ümmeti altmış küsur parçaya bölmesinde, sonraki işgal ve sömürü çarkının işletilmesinde vs. zulümlerin hepsinde de en etkin silah ırkçılık silahı olmuştur. Şu anda da zulüm çarkının her yönüyle işletilmesinde en çok işletilen fitne planı ırkçılıktır.
Hâlbuki Resulullah (sav) öncesi insanlık; ırkçılık belası vb. sebeplerden, çok ciddi problemlerle boğuşuyordu ki, İslâm kardeşliği sayesinde bu beladan kurtuldular. Öyle ki basit sebepler yüzünden birbirine kıymak için bahane arayan insanlar birbiri için ölmeye hazır hale geldiler. İşte bunu İslâm sağladı. Ümmet şu anda da yaşadığı belalardan İslâm kardeşliği, ümmet bilinci ve düşmanlarının işlettiği ırkçılık fitnesinden arınmakla kurtulabilir. Ne demokrasi ne sair süslü fikir, demeç ve izimlerin bu konuda sözü olamaz. Esasen bunlar da emperyalist sömürgeci güçlerin zulüm ve sömürü çarklarını işletmelerinin farklı vasıtalarıdır.
İşte Kur’ân ve Sünnetten konuya dair sadece birkaç örnek;
• “Ey insanlar şüphesiz sizi bir erkek bir dişiden yarattık. Sizi soy ve kabilelere ayırdık (ama) tanışasınız diye. Allah cc katında en üstün olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır.” (Hucurât, 13)
• “Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun (yüceliğinin) alametlerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rûm, 22)
• Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık uğrunda savaşan (mücadele eden) bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir.1
• Ey insanlar dikkat edin; şüphesiz Rabbiniz birdir, babanız birdir. Dikkat edin ne Arab’ın aceme ne acemin araba ne beyazın siyaha ne de siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvayladır. Dikkat edin tebliğ ettim mi? Evet dediler. Buyurdu ki burada bulunanlar bulunmayanlara iletsinler.2
Bu ayet ve hadislerdeki “Ey insanlar” şeklindeki genel ifadeler soy itibarıyla tüm insanların eşit olduğuna işaret ederken, üstünlüğün de ırk, soy ve renkle değil sadece takvayla olduğunu net bir şekilde ifade ediyor.
Haçlı ittifakı ve siyonizm, İslâm ümmeti arasına tefrika koymak için her yolu denemiştir. Şimdi film, dizi, fıkra ve her türlü kitle iletişim araçlarıyla yaptığını, geçmişte hikâye, masal, çizgi roman vb. yollarla hep yapmaya devam etmiştir. Atasözlerinde bile ırkların kendilerini üstün diğerlerini hor gören, aşağılayan nice ifadelere rastlarsınız.
Diğer milletler zayıfken sakin ve kendi hadlerinde kalırlar. Dolayısıyla isteseler de pek zarar veremezler. Güçlü oldukları zaman ise hırçınlaşıp hem insanlığın hem de kendi kendilerinin baş belası olurlar. Biz kendimizi biliyoruz bileli İslâm âleminin den batıya bir saldırı olmadı. Batı âleminden ise İslâm âlemine saldırılar hiç durmadı. Başta ABD olmak üzere emperyalist batının bir asırdan fazladır giriştikleri; işgal, soykırım, katliam ve sömürü ve talan girişimleri bunun apaçık örneğidir.
İslâm ümmeti ise güçlüyken insanlığa adalet dağıtan huzur ve güven kaynağı ve bir denge unsuru olmuştur. Zaafa uğradığında ise denge bozulmuş hem kendisi hem de insanlık çok şey kaybetmiştir. “Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti” ismiyle yazılan kitaplar boşuna yazılmamış… Dolayısıyla İslâm ümmetinin ırkçılıktan gördüğü tahribat ve zarar sadece ümmeti değil tüm insanlığı ilgilendirmektedir.
Düşmanın galibiyeti güçlülüğünden değil ırkçılık vb. sinsi planlarla bizim aramıza tefrika sokmasından. Sağcı-solcu, Alevi-Sünni, Kürt, Türk, Arap vs.… İki milyara varan ümmet olarak, İslâm kardeşliğini tam kavrayıp güç birliği yapsak bugün bize yaşatılan tüm olumsuzlukları hem kendimiz yaşamaz hem de dünya insanlığının da dertlerine çare oluruz. Şu hâlde hep beraber İslâm kardeşliğini ve ümmet bilincini ihya etmek, kuşanmak ve ırkçılık vb. fitnelere karşı bunun mücadelesini vermeliyiz.
Kardeşlik hak, ırkçılık batıldır. Batılın hakka karşı yapacağı bir şey olamaz. Sonunda hak galip, batıl zail olacaktır. Bu ilahi bir vaattir. Batıl sadece lokal mevziler kazanmakla ömrünü uzatmaya çalışır. Yaşasın ilam. Yaşasın İslâm kardeşliği, yaşasın ümmet birliği… Kahrolsun ırkçılık. Kahrolsun tefrika…
Bizi Biz Yapan İslâm’dır Soy ve Irk Değil
Şimdi biraz da bizim cepheye bakalım. İstanbul’un fethi hem İslâm hem de insanlık tarihinde özel yere sahiptir. Hiç tartışmasız çağ açıp çağ kapatan bir fetih. Belki de Mekke’nin fethinden sonra, en önemli fetihtir. Bu sebepledir ki, Resulullah (sav) bu büyük olaya asırlar öncesinden dikkat çekmiştir: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”3
Resulullah’ın (sav) 8 asır öncesinden yaptığı bu müjdeyle sahabîlerin hem genel fetihler hem de İstanbul fethine motivasyonları artmış, en zor durumda dahi onlara moral kaynağı olmuştur. Ayrıca sahabîlere yüksek bir ideal oluşturmuştur. Bu ideal sayesindeki, sahabe döneminden itibaren, birçok defalar İstanbul fethedilmeye çalışılmıştır.
Sonraki kuşaklarda da bu ideal devam etmiştir. Nice emirler ve komutanlar bu müjdeye nail olmak için fethin kilometre taşlarını döşemişler. Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan İstanbul muhasaralarına Osmanlılar da devam etmiş ve İstanbul’a yedi sefer düzenlemişlerdir. 1453’te Fatih’in düzenlediği seferle İstanbul fethedilmiştir.
Ancak şunu unutmayalım ki, tüm fetihler gibi, İstanbul fethinin de ana cevheri; iman ve İslâm’dır. Çünkü insanı insan yapan İslâm olduğu gibi, tüm fatihleri fatih yapan da yine İslâm’dır. İslâm’dan önce, cahiliye insanlarının ne halde olduğu malumdur. Tüm insanlar, adeta çapulcu, eşkıya ve vahşi idiler. Bazı istisnalar olsa da istisnalar kaideyi bozmaz.
Ne zaman ki İslâm geldi, o eşkıyalar evliya oldu, vahşet çağı, devr-i saadete dönüştü. Bu gerçeği bir âyet-i kerîme şöyle tasvir eder: “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103)
Bazı sahabîlerin tanışma ortamında; Selmân-ı Fârisî’nin (r.a) “Ben İslâm’ın oğlu Selmân’ım.” Diye kendisini tanıtması hayli manidardır. Selmân (r.a) sonra gözleri dolarak şöyle hitap etti: “Ben dalalette, sapıtmış bir insandım, Allah beni Muhammed Mustafa (sav) ile hidayete erdirdi. Ben fakir, yoksul bir insandım, Allah beni Muhammed Mustafa (sav) ile zenginleştirdi. Ben basit bir köle idim, Cenab-ı Hak beni Muhammed Mustafa (sav) ile özgürlüğüme kavuşturdu. Benim soyumu-sopumu öğrenmek mi istiyorsunuz? Ben de İslâm’ın oğlu Selmân’ım” dedi.
Ömer (r.a) da bu sözleri duyunca, ayağa kalktı ve topluluğun yanına geldi. Onlara dedi ki: “Benim de soyumu-sopumu öğrenmek istiyor musunuz? Ben de Ben de İslâm oğlu Ömer ve İslâm oğlu Selmân’ın kardeşiyim.” dedi. Kaldı ki Ömer (r.a) Bu gerçeğe çok daha öncesinden daha manidar ifadelerle dikkat çekmiştir. “Allah bizi İslâm ile aziz kıldı, artık biz Allah’ın dışında izzet ararsak O bizi tekrar zelil eder.”4
Şu hâlde, çöl bedevilerini, insanlığın efendisi Sahabîler yapan İslâm’dır. Selahaddîn-i Eyyûbî’yi Kudüs fatihi yapan cevher İslâm’dır. Elbette ki Fatih’i; İstanbul ve nice diyarların fatihi yapan cevher de yine İslâm’dır. Dolayısıyla fetihlerimiz ve fatihlerimizi yad ederken, dil ve ırkı değil, İslâm’ı ve ümmet ruhunu öne plana alalım.
Tarihi zaferler ve fetihleri işlemek, birçok açıdan önemlidir. Hem neslimize, ecdadının tanıtılması, hem de nesillerin yüreklerinde cihat ve şehadet sevdasının diri tutulması açısından da önemlidir. Dolayısıyla sadece Mekke’nin, İstanbul’un, Diyarbakır’ın fethi değil, tüm fetihleri de kutlayalım ve canlı tutalım.
Ancak her İstanbul’un fethi, Malazgirt zaferi vb. tarihi zaferleri işlerken çok yoğun bir şekilde soy ve ırkın ön plana alınması, doğru değildir. Aksi halde nesillerde iman cevheri yerine ırk ve soy cevherinin öne çıkması sonucunu doğurur. Nitekim “Diriliş Ertuğrul” “Kuruluş Osman” vb. dizilerde de aynı hatalar bariz olarak gözlenmektedir.
Mazlum İslâm coğrafyasında neredeyse tüm mazlumlar, ümidini Anadolu coğrafyasına dikmişken, “ümmet ruhu” ve “kardeşlik şuuru” yerine, belli bir ırk ve soyu ön plana çıkarmak, ümitleri yok edebilir. Irki temayül böyle devam ederse, ümmeti ayağa kaldırmak mümkün olmadığı gibi bizim ayağa kalkmamız da başka bir bahara kalır. Şu hadisi unutmayalım: “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık uğrunda savaşan (mücadele eden) bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir.”5
Irkçılık insanlık tarihi boyunca baş belası olmaya devam etmiştir. Ancak hiçbir dönemde son dönemlerde yaptığı tahribatı yapamamıştır. Özellikle İslâm ümmetine olan tahribatı çok çetin olmuştur. Şu anda Suriye, Irak, Yemen, Libya, Afganistan vb. İslâm coğrafyasında yaşanan olayların elbette birçok sebebi var… Ancak bunun en etkin, en derin ve en büyük sebebi, ırkçılıktır. Suriye vb. yerlerde yaşanan Kürt, Türk, Arap halkları arasında yaşananlara, bir de bu açıdan bakmak gerekir. Türkiye de farklı değildir. Sadece kırk yıldır devam eden terör belası değil, Osmanlının son dönemlerinde kaşınmaya başlayan ulusçuluk fitnelerinden beri devam eden; kaos, kargaşa, kin, nefret ve kardeş kavgalarının altında, hep ırkçılık vardır.
O halde gelin; tefrika, kin, nefret, düşmanlık, kardeş kavgaları, güç dağınıklığı, zaaf, zillet ve birçok felaketlerin kaynağı olan ırkçılık belasından kurtulalım. Hep beraber İslâm kardeşliğini ve ümmet bilincini ihya edip kuşanalım. Irkçılık vb. fitnelere karşı harekete geçelim. Hem ayağa kalkalım hem de ümmeti ayağa kaldıralım. Sonra da tüm bu cürümlerin sebebi olan zalimlerden, mazlumların hesabını soralım. Subhaneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Kaynakça

1) Müslim, İmâre 53, 57, HN: 1850; Ebû Dâvûd, Edeb, 121; İbn Mâce, Fiten, 7, HN: 3948; Nesâî, Tahrim, 27, 28. 2) Ahmed V, 411, Şu’abu’l-Îmân, 7/162, HN: 4774. 3) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335; Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, I, 81. 4) Hâkim 1/61, Târık b. Şihâb’dan. 5) Ebû Dâvûd.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?