Allah’ın son ilahi mesajı olan İslâm insanlığın kurtuluşu için yegâne düsturdur. İslâm düsturunun içerdiği en önemli ilkelerden biri cihattır. Cihat; Allah’ın kelimesi yücelsin diye bir Müslümanın malıyla, canıyla ve tüm varlığıyla Allah yolunda mücadele etmesi ve çaba sarf etmesidir. Cihat Allah için yapıldığı zaman Allah’ın yardımı mutlak manada gelecek, bu cihat neticesinde fetihler ve zaferler gerçekleşecektir. Fetih İslâm ümmetine ait bir kavramdır. Fetih; cihat, fedakârlık ve ilahi yardımın bir meyvesidir. Fetih ümmetler, milletler ve toplumlar için bir özgürlük hareketidir. Fetih ilahi adaletin gerçekleşmesi ve İslâm hukukunun yerine getirilmesi için Müslüman ümmete verilen ilahi bir armağandır. İslâm’ın uygulanması putperestliğin, şirkin, küfürbazlığın ve her türlü batıl inançların uygulamalarına son verilmesi için bir iman ve imar hareketidir. Fetih asla bir işgal hareketi değildir. Tarih boyunca Müslümanlar fethettikleri beldelere adaleti merhameti ve eşitliği yerleştirerek vahşeti barbarlığı ve her türlü hukuksuzluğu kaldırmışlardır.

Allah Resûlü (sav) fetih ordularına hep şu çağrıyı yapıyordu: İlk önce onları hidayete davet ediniz, şayet hidayete ererlerse onlar sizin kardeşleriniz, sizin için var olan şeyler onlar için vardır, sizin için yasak olan şeyler, onlar için de yasaktır, şayet bu teklifinizi reddederlerse cizyeyi -İslâm devletine vatandaş olma bedeli olan bir vergi- teklif ediniz. Şayet bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşınız. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, mabetlere ve kendisini ibadete vermiş ruhbanlara ilişmeyiniz. Ağaçları kesmeyiniz, yakmayınız, hayvanlara dokunmayınız ve servetleri heder etmeyiniz. (Ahmed b. Hanbel; Müsned). Fetih, nasr ve zafer kelimeleri birbirlerine yakın üç kelimedir, mana bakımından da birbirlerine yakın lügatlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de 158 kere nasr (Allah’ın yardımı) kelimesi zikredilmiş 47 sûrede varid olmuştur ve Kur’ân-ı Kerîm’de bir sûrenin adı Fetih, bir sürenin adı da Nasr’dır. Fetih ve Nasr Allah tarafından verilmiş müminlerin gönlündeki öfkeyi dindirmek, kendilerine müjde vermek ve kalplerine şifa olmak içindir. Nasr kelimesi düşmanına ve rakibine tam anlamıyla galip çıkmak, kendilerine üstün gelmektir. Fetih ise arzulanan şeye kavuşmaktır. Ancak onun tek sebebi ilahi yardımdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ”Ve seveceğiniz bir başka nimet daha var. Allah’tan yardım, zafer ve yakın bir fetihtir, müminleri müjdele”(Saff, 13)

Bir diğer ayette ise; ”Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz, oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden fetihten önce infak eden ve savaşanlar, başkasıyla bir olmaz, işte onlar derece olarak sonradan infak edip savaşanlardan daha üstündürler. Allah, her birine en güzel olanı vaat etmiştir. Allah yaptıklarından haberdardır.”(Hadîd, 10) İslâm tarihinde dört büyük fetih, daha büyük öneme haizdir. Mekke’nin fethi, Hayber’in fethi, Kudüs’ün fethi ve İstanbul’un fethidir.

Kuşkusuz Mekke’nin fethi ilk olma hasebiyle ve Cezîretü’l-Arab’ın merkezinde bulunup bütün peygamberlerin ziyaret ettiği ve Allah (c.c) tarafından Beled’ül-Emin mukaddes bir belde olarak belirlendiği için tüm fetihlerden daha önemlidir. Allah Resûlü Mekke’yi fethetme hareketine başlarken şu dua ile başlamıştır: “Allah’ım biz Mekke’ye girerken onların gözlerini ve kulaklarını al ki, bizi duymasınlar ve bizi görmesinler.” Peygamber (sav) fetih esnasında insanların kanı dökülmesin diye tüm beşerî sebepleri göz önünde bulundurarak bir plan belirlemiştir. Ve Allah Resûlü (sav) Mekke fethi planını hep gizli tutuyordu. Fetih hazırlığının haberi Mekke’ye ulaşmasın diye bütün istihbarat birimlerini devreye koymuş ve Peygamber (sav)’in ordu güçleri Mekke’ye bir anda dört taraftan girmeyi başarmıştır.

Kayda değer bir mukavemetle karşılaşmadı ve peygamberimizin Mekke fethinin planı %100 başarıya ulaştı Allah Resûlü bir fatih olarak Mekke’ye girerken Fetih sûresini okuyordu. Allah Resûlü Mekke’de yürürken bineğin üzerinde Allah’a karşı tevazudan az kala başı hayvanın semerine değiyordu ve şu ayeti okuyordu: “Hak geldi, batıl yok oldu ve batıl yok olmaya mahkûmdur.”(İsra, 81)

Mekke fethi özellikle muhacir müminlerin yirmi yıl boyunca eziyet, işkence ve hicret izlerini silmek için bekledikleri bir sevinç ve müjde haberiydi. Mekke’de artık şirkin, küfrün ve tağutun hükümranlığı değil Allah’ın şeriatı uygulanacaktı. On üç yıl boyunca Ashâbı Kirâm, her çeşit zülüm, vahşet ve baskıya karşı muzaffer birer kahraman olarak Mekke’ye girdiler.

Allah Resûlü fetih gününde üç önemli genelge yayınlamıştı.

1) Sizinle savaşanların dışında hiç kimseyle savaşmayacaksınız. Kureyş küffarının tüm karanlık dolu zulümlerine rağmen intikam ve düşmanlık peşinde koşmayacaksınız.

2) Kureyş’in bozguncu takımı ile karşılaştığınız zaman onlara hiçbir merhamet gözetmeksizin köklerini kazıyınız, ta ki, batıl ehli (olan kâfirler) Müslümanlarda güç ve kuvvet görsün.

3) Üçüncüsü ise şudur; Sayıları belli bir grup müşriklerin kanlarının her halükârda helal olması onlar Kâbe’nin perdesine sığınsalar dahi onlara af yoktur. Çünkü onlar İslâm peygamberine ve İslâm devletine karşı büyük cürümler işlemişlerdir.

Allah Resûlü Mekke’yi fethettikten sonra genel bir af ilan etmiş, Kureyş’i toplayarak şöyle hitap etmiştir: Bugün size ne yapmamı bekliyorsunuz? Kureyşliler: Sen en hayırlı birisin, sen en hayırlı bir babanın oğlusun ve senden ancak hayır bekliyoruz. Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdular: Gidiniz, hepiniz hürsünüz ve ben kardeşim Yûsuf’un (a.s) kardeşlerine söylediğini size söylüyorum “bugün size kınama yoktur” dedi. Tüm hayatıyla bizlere örnek olan Allah Resûlü (sav) Mekke fethinde de Mekkelilere göstermiş olduğu merhamet ve genel af tarihte eşi ve benzeri olmayan örnek bir davranıştır.

Düşünün, yirmi sene boyunca savaşmış, her türlü eziyet ve hakareti yapmış, sonunda da seni yurdundan çıkartmış olan bir topluluğa galip geliniyor; malları, canları ve diyarları ele geçiriliyor ve hiçbir intikam peşinde koşmadan, hiç kimsenin malına, ırzına ve bedenine zarar vermeden, büyük bir şefkatle onlar affediliyor… Bu davranış büyük liderin ve bir peygamberin işidir. Her noktada tek örnek şahsiyet önderimiz Hz. Muhammed’dir. Allah Resûlünün Usame’yi terekesine almasındaki hikmet ise Kureyş topluluğuna ve tüm insanlara şu dersi vermekti: “Arapların Acemlere, Acemlerin de Araplara hiçbir üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvadadır. ”

İslâm devletinin, fetihlerindeki en büyük gayesi toplumların hidayeti, ilahi adaletin egemen kılınması ve insanların güvenini teminat altına almaktır. Allah Resûlünün bu güzel davranışı Mekke halkının ve Kureyş’in hidayetine vesile olmuştur. Yirmi yıl boyunca onunla savaşan insanlar birkaç gün içinde Huneyn’de onun askerleri olmuş, bayrağı altında küffara karşı cihat etmişlerdir. Kuşkusuz bu Allah Resûlünün büyük zaferidir. Allah Resûlü Hayber fethine orduyu gönderirken Hz. Ali’yi komutan olarak belirliyor ve “Yavaş ol ya Ali, onların yanına giderken ilk önce kelime-i şehadete davet edeceksin, eğer ki, bunu kabul ederlerse onlar sizin kardeşlerinizdir, sizin için var olan onlara da var, aleyhinize olan onların da aleyhlerinedir. Bunu kabul etmezlerse cizyeyi teklif ediniz bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşınız. Ey Ali, şayet Allah senin elinle bir insanı hidayete erdirirse bu senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır” buyurdular.

 

İslâm Fatihlerinin Ortak Özellikleri

Tarih boyunca İslâm komutanlarını fetihlere götüren, zafere ulaştıran ve kendilerini Allah’ın yardımına ehil kılan üstün meziyetleri vardır. Başta Peygamberimiz (sav) dört büyük halifeleri, Hâlid b. Velid, Sad b. Ebû Vakkâs ve diğer Sahabe komutanlar bu özellikleri taşıyorlardı ve bunun içindir ki, onlar, zaferden zafere koşuyorlardı, kısa zamanda dünyanın üçte birine hükmedebildiler. En bariz özelikleri şunlardır:

1) Takva sahibi olmaları; Şüphesiz Allah’tan korkmak ona kulluk etmek ona güvenmek ve ona karşı hüsnü zanda bulunmak her kimde bulunursa onları aslanlar gibi cesaret sahibi kılar, Allahtan başka hiç kimseden korkmaz, hezimeti bilmez azim ve sebatla hedefine doğru yürür.

2) Adil olmaları; Adalet imanın meyvesidir. Allah’ın en büyük emridir. Yer ve gökler Allah’ın adaleti ile kaimdir. “Şüphesiz Allah (c.c) adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya sıla-i rahim yapmayı emreder; fuhşiyatı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl, 90)

3) Cesaretli olmaları: Fetih komutanlarının ortak özelliklerinden bir tanesi de cesaret sahibi olmalarıdır. Bu özellik komutanlarda tabii olarak var olan bir meziyettir. İslâm fatihleri olumsuz olaylar karşısında asla bükülmez, ezilmez ve ümitsizliğe kapılmazlar. Düşman güçlerine aldırış etmeden tedbirlerini alır ve mücadeleye girişirler.

4) Vefalı olmaları: Antlaşmalara sadık kalırlar, asla verdikleri sözlerinden caymazlar.

5) Mütevazı olmaları: Ulaştıkları güç ve zafer ile sarhoş olmaz, böbürlenmez halk ile iletişimlerini sürdürürler. Onlardan işittikleri ezaya sabrederler, halkın kusurlarını affederler. “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir…” (Furkan, 63)

6) Şuraya büyük önem verirler: “Onların işi kendi aralarında istişare iledir.” (Şura, 38) ayetinin gereğini en hikmetli şekilde yerine getirirler. Tüm savaş, barış, cihat ve idarelerde meclisleriyle dayanışma içinde olurlar, asla kendi başlarına hareket etmezler.

Evet, bu saydığımız ve buraya taşıyamadığımız nice güzel meziyetler İslâm fatihlerinde mevcut olduğu için Allah (c.c) kendilerine fetih ve zaferleri nasip etmiştir.

Bu özelliklere sahip iki fatih örneği daha verecek olursak; Selâhaddîn-i Eyyûbî ile Fatih Sultan Mehmet yerinde olacaktır. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs’ün fatihidir. Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı işgalci haçlı ordularının elinden kurtarırken tüm saydığımız özellikleri kendinde barındıran ve Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getiren samimi ve dürüst bir Allah eriydi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlıların güçlerini dağıtmış ve İslâm izzetini, onurunu muhafaza etmiştir. Orada bulunan esir Haçlıları affederek İslâm’ın merhamet yüzünü en bariz şekilde onlara göstermiştir.

Fatih Sultan Mehmet ise İstanbul’u Rumların elinden iman duygularıyla kurtararak ihlas ve sadakatiyle, cihat ve fedakârlığıyla İslâm coğrafyasına kazandırmıştır. Bu iki yiğit komutanın sîretlerine baktığımızda ortak saydığımız bu özellikleri kendilerinde görürüz. Ayrıca bir ortak özellikleri daha vardır: Âlimlerden ayrılmamaları ve onlardan sürekli istifade etmeleri, Fatih Sultan Mehmet’i yetiştiren Akşemsettin olduğu gibi, Kadı Fadıl adındaki âlim zat da Şam diyarında vuku bulan tüm savaşlarında Selâhaddîn’den ayrılmamış, hep onun yanında yer almış, onunla dayanışma içinde olmuştur.

Haçlılar ve Safevîler, gizli bir ittifak kurarak İslâm âlemini harabeye çevirmiş, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını çalmak ve gasp etmek için sinsi planlar kurmuşlar. Bugün Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan işgal altında ise aramızdaki beyinsiz ve hain idarecilerin yüzündendir. Mısırda darbeci Sisi’yi koruyan kim ise Suriye’de Baas rejiminin de bekçiliğini o yapıyor demektir. Irak’ı işgal edip İran Şia’sına teslim eden güç ne ise Yemen’i de Husi Şia’sına teslim eden aynıdır. Bu fitne, dalga dalga tüm İslâm âlemine yayılmaya çalışılıyor, Türkiye ve diğer İslâm beldelerini de bu kıskaca alma peşindedirler.

İslâm âleminin içinde bulunduğu işgalden ve kaostan kurtulabilmesi, emperyalist güçleri kovabilmesi, içindeki hainleri de temizlemesi için yeni bir İslâm ordusuna muhtaç olduğu gibi İslâm tarihini onurlandıran Fatih Sultan Mehmet, Selâhaddîn-i Eyyûbî, Hâlit b. Velid ve Sad b. Ebû Vakkâs gibi komutanlara ihtiyaç vardır. Bu yüzden Rabbânî âlimlere, İslâm’a davet eden davetçilere ve sorumluluk taşıyan tüm yetkililere büyük görevler düşmektedir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?